2024'de Demet Eker’in en sevdiği kitaplar
Demet Eker, 2024'de okuyup sevdiği ve yazarken ilham aldığı kitapları Literaedebiyat için paylaştı.
2024 yılı, okuma davranışlarım açısından değerlendirdiğimde benim için çok da hayalimdeki gibi bir yıl olmadı. Yine de ikinci öykü kitabımın yayımlanmasının ardından, yazacağım öykülerde farklı bir alana geçebilmek yahut hikâyeyi farklı odaklardan yakalayabilmek adına sevdiğim alan ve konular dışına da çıkmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Bir taraftan bana uzak gelen yaklaşımları okumaya çalışırken bir taraftan da sevdiğim sularda bulunmaya çalıştım. Kurmaca alanındaki eserler yanında kurmaca dışını da ihmal etmemeye gayret gösterdim.
2024’te okuduklarım içinde etkilendiğim ve benim için ilham kaynağı teşkil eden kitapların başında Ayla Kutlu’nun “Zehir Zıkkım Hikâyeler”i geliyor. Kutlu, kadın cinayetleri, şiddet, istismar ve kadercilik gibi toplumsal travmaların en derinlerinde yatan acıları, kelimelerin sınırlarını zorlayarak ve anlamlarını adeta yeniden şekillendirerek anlatmış. Hikâyeler, şiddetin gündelik yaşamlarımızın bir parçası haline geldiği günümüz gerçekliğini, olağanın büyüsüyle örerek okuyucuyla buluşturuyor. Ayla Kutlu’nun kaleminde, sıradan görünen bir detay, birdenbire insan ruhunun en karmaşık köşelerine dokunan bir anlam kazanıyor. Bu, sadece bir okuma deneyimi değil aynı zamanda duygusal bir sınavdı. Her hikâye, yüreği dayanabilenler için bir meydan okumaydı diyebilirim. Bunun yanında Uğraş Abanoz'un Zango'su, farklı disiplinleri bir araya getiren, hayal gerçek arasında salınan, gizem ve gerilim yaratan öyküleriyle benim için dikkate değerdi.
Son günlerde elimde olan ve anmadan geçemeyeceğim kitaplardan biri Dazai’den “Pandora’nın Kutusu.” Pandora’nın Kutusu’nda, genç bir adamın sağlığına kavuşmak için gittiği sanatoryumda kaleme aldığı mektuplarla oluşturulan, ironik, melankolik hatta depresif bir roman. Umut ve umutsuzluk konusunun nasıl da renk değiştirerek karşımıza çıktığını görmek, yazarının biyografisini öğrenince daha anlamlı hale geldi.
Eylem Ata’nın “Yanımda Kal”ı, özellikle ilk öyküsüyle beni çok etkilemişti. Karakterlerin ince ince birbirine teğellendiği hikayeler, istismardan cinayete kadar pek çok gerçekle yüzleşmemizi sağlıyor.
Ahmet Karadağ’dan “Dirlik Düzenlik Apartmanı” dilinin sadeliğinden kaynaklanan güzelliği, karakterlerinin gerçekliği ve ayrı hikayeleri olan insanların roman gibi de okunabilecek bütünlüğüyle dikkat çekiciydi. Ümit Aykut Aktaş’ın “Kaplumbağa Ayaklanması” da kendi içimize bakarken bazen kaplumbağa hızında yaşamanın gerektiğini ve isyanı, zıtlıklarla ve metinler arası göndermelerle anlatabilmesi bakımından aklımda kalan eserlerden biriydi. Nilgün Çelik’in “Üze”, Kâmil Erdem’in “Bir Kırık Segah”, Pelin Buzluk’un “Yer Değitiren Sular”, Rıdvan Hatun’un “Billur Örüntüler”, Dilvin Gerçek’in “Leyla Geçidi” adlı kitaplarını gerek dil açısından gerekse kurgu ve anlam açısından anmadan geçemem.
Tüm bunların yanında, edebiyatın kavramsal alanını da okumayı sevdiğimden, Terry Eagleton’dan “Edebiyat Nasıl Okunur?” baş ucu kitaplarımdan biri oldu. Okuduğum edebi eserleri çözümleme, edebi biçim ve tekniklere eğilme konusunda rehber niteliği taşıması hususunda bu senenin unutulmazları arasına girerken bundan sonra da kullanabileceğim bakış açısı ve yaklaşımlar ortaya koyması çok etkileyiciydi.
Fatma Balcı’nın “Konuşan Yapraklar”ı, içindeki denemelerle, günlük yaşamda karşılaştığımız, aklımıza gelen ya da yüzleşmek durumunda kaldığımız pek çok konunun edebi dille aktarımını görmek ve dil açısından verdiği zevkle atlayamayacağım kitaplardan biri oldu.
Tüm saydıklarım ve burada sayamadığım pek çok kitap, hayatımın imkân alanının dışına çıkabilmek adına sunduğu deneyimlerle okuryazarlık evrenim açısından birikimlere dahil oldular. Çok daha fazla okumayı elbette isterdim, sanırım hiçbir zaman hayalimdeki okuma kapasitesine ulaşamayacağım. Yine de gayretim, hayalime ulaşmak adına benimle.
Tüm okurlara mutlu, sağlıklı, bol okumalı bir yıl diliyorum.
Comments