2024'de Gönül Malat'ın en sevdiği kitaplar
Gönül Malat, 2024'de okuyup sevdiği ve yazarken ilham aldığı kitapları Literaedebiyat için paylaştı.
Bir nefes alıyorum tekil bir nefes.
Bir an için ağzımda özgürlüğün tadı.
Başlıyor dans, es rüzgâr es,
gibiyim söğüt dalında bir söğüt yaprağı.
2024 yılında arzuladığımdan daha az kitap okuyabildim fakat okuduklarımdan da çok etkilendim diyebilirim. Edebiyatın üvey evladı şiir ile girelim yazıya ve beğendiğim- sevdiğim kitapları anlatmaya. Ben, Ursula K. Le Guin hayranıyım. Deyim yerindeyse taparım yazarın zihnine, dizelerine, satırlarına. O nedenle ilk önce Le Guin ile başlamak istedim yazıma. Yitik Ülke yayınlarından çıkan ve Ç. Gökçenur’un nefis çevirisiyle bizlerle buluşan “Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak” adlı şiir kitabı. Ölüm teması çalışırken okuduğum ve beni yazarın zihnine mıhlayan dizeler. Yazıma epigraf olarak da birkaç mısra aldım dayanamayıp. Meşeli vadilerde dolaştım kanatlarımı çırpa çırpa.
Kazuo Ishiguro’nun Yapı Kredi yayınlarından çıkan ve M. Haydaroğlu’nun çevirdiği “Beni Asla Bırakma” adlı kitabı. Minör edebiyat grubuna alabileceğimiz bu romanı daha önce okumuştum fakat kitap kulübümüzle tekrar okumak derin bir yolculuğa çıkardı beni doğrusu. Atladığım noktaları tekrar gözden geçirmemi sağladı. Birçok eleştirmen bu kitap için distopya dese de bana göre bir üstopya. M. Atwood’un tanımladığı üstopya kavramına tamamen uygun bir metin. Atwood der ki; birilerinin distopyası(klonlar), başkalarının ütopyasıdır(Homo Spiens). Yazar aynı zamanda Michel Foucault’nun teorilerinden yola çıkarak üstopya ile birleşmiş bir “Heterotopya” anlatır bizlere. Esasen bir tıbbi (anatomi) terim olan heterotopya, bir organın ya da dokunun bulunması gereken yerde bulunmaması ya da farklı bir yerde bulunması anlamına gelmektedir. Foucault’nun heterotopyası ise iktidarın boyun eğdirilmiş popülasyon oluşturmak ve kendi sürekliliğini sağlamak için ya da kendi biyopolitikası için bireyler yetiştirdiği daha doğru terimle “Ürettiği” mekanlara verdiği isimdir. Kitap tüm bunların ışığında biyopolitika kapsamında okunabilecek en iyi örneklerden birisidir kanımca.
Herta Müller’in Siren yayınlarından çıkan ve M. Tüzel’in çevirmenliğini yaptığı “Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım” adlı kitabı. Yazarın daha önce Tek Bacaklı Yolcu isimli romanını okuyup hayran olmuştum. Müthiş bir dili var. Benim için kısa cümlelerin ecesi Müller. Fakat o kısa cümleler, sayfalarca açıklanabilir yoğunlukta ve güzelliktedir. Aslında bir edebiyat eleştirmeni olan yazar, Gilles Deleuze ve Pierre-Félix Guattari’nin tarif ettikleri yersizyurtsuzluk üzerine kalem oynatır kitaplarında. Babasının bir S.S.subayı ve annesinin de Sovyetler tarafından Gulag adalarında köle olarak çalıştırılmasından dolayı hem anti-komünist ve hem de anti-faşist olarak anılır. Savaş karşıtlığı kalemine sonuna kadar yansır. Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım kitabı aynı zamanda bilinç akışı tekniğine nefis bir örnek teşkil etmektedir. Yaklaşık bir saat süren tren yolculuğunda geçen roman, bir albay tarafından sorgulanmaya giden kadın karakterinin zihnindekilerle anılarında ve duygularında yaşadıklarıyla biz okuyucularını faşizmle hemhal eder.
Mısırlı feminist ve aktivist yazar Neval El Seddavi’nin, Metis yayınlarından çıkan ve S. Demiröz’ün çevirisini yaptığı “Sıfır Noktasındaki Kadın” adlı gerçek bir hayat hikâyesine dayalı romanı beni etkileyen bir diğer metin oldu. Yazar için çok şey yazılıp söylenebilir ama kadın sünneti için mücadelesi kesinlikle en öne çıkanıdır. Belirtmem gerek hem kadın hem de erkek sünnetine karşıdır. Bir fahişenin yaşamını anlattığı romanda karakterinin yaşamıyla yazarın kendi yaşamı birbiriyle örtüşür. O nedenle metin otobiyografik nitelik de taşımaktadır. Gyno-eleştiri sınıfına alabileceğimiz roman bu tekniğin ya da sınıfın en iyi örneklerinden biridir. Fahişe Firdevs tıpkı bir Janus gibi geçmişini ve geleceğini gören bir noktaya yani “Sıfır” noktasına yükselir.
Çevirisini D. Körpe’nin yaptığı, Can yayınlarından çıkan ve J. M. Coetzee’ nin kaleme aldığı “Barbarları Beklerken” romanını daha önce okumuştum ama yine kitap kulübümüzle tekrar okuduk. Postkolonyal edebiyatın en iyi örneklerinden diyebileceğimiz roman, Kavafis’in aynı adlı o çok sevdiğim şiirinden menşei alır. Postkolonyal edebiyat demişken, Herta Müller’in –Romanya’nın Sovyetler Birliği dönemindeki kolonyalizmi- yazdıklarını da bu kapsamda değerlendirebiliriz kanımca. Kavafis’in Barbarları Beklerken şiiri edebiyat dünyasında doğrudan iki, dolaylı olarak da üç büyük esere esin olmuş dizelerden oluşur. İlki J. M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, ikincisi D. Buzzati’nin Tatar Çölü ve Tatar Çölü’ndeki yüz yıllık yalnızlık betimlemesinden yola çıkan Gabriel García Márquez'in “Yüz Yıllık Yalnızlık” romanı. Romanın içine çok güzel yerleştirilmiş “Yersizyurtsuzluk” kavramını belirtmeden geçmek yazara ve eserine büyük haksızlık olur. G. Deleuze ve F. Guatari'nin postmodern çağ için geliştirdikleri bu kavram, roman da barbarlar ve barbarların topraklarına gelmiş evsiz uygarlar olarak tamamen karakterlere bürünüyor. Albay Joll, yargıç, tüm diğer polisler ve hatta uygarların temas ettiği barbarlar, birbirlerine ve kendilerine yabancılaşıyorlar.
2024 yılı içerisinde yerli yazarlardan okuduklarım da var elbette. Önce büyük usta Yaşar Kemal’i analım. Yapı Kredi yayınlarından çıkan “Ağrıdağı Efsanesi” romanı, yazarın İnce Memed’ten sonra yazın serüveninin doruklarında yer alan bir metin kanımca. Yazar, şair ve filozof Ahmed-i Xani’den yola çıkan kitap, satırlarında bizleri İshakpaşa Sarayı’ında dolaştırır. Kitabı okurken zihnimizde canlandırdığımız bazı sahneleri ise Abidin Dino tarafından resmedilmiştir. Cümlelerdeki ustalık, Zerdüşt anlatısından ötürü ateşe verilen kıymet, ağaca-yaprağa, göle-balığa, toprağa-çimene ve karıncadan ata kadar uzanan türler arası bir metni okuruz kitapta. Aynı zamanda güçlü kadın karakterleri nedeniyle “Ekofeminist” bir nitelik taşır roman. Daha önce okumadığım için hayıflandım doğrusu.
Bilimin ışığında bizlerin zihnini aydınlatan sevgili Hocam Prof. Dr. Esin Şenol, bilimsel kitaplarının yanında nefis bir romanla bizleri kucakladı. SRC yayınlarından çıkan “Ay Işığında Yıkanan Kadınlar” romanı üç modern Hekate Cadısı’nı konu eder. C.G. Jung temelli ilerleyen satırlarda kadını daha doğrusu Anne arketipini gezegenlerden “Ay” ile anlatan Jung’a çok zarif bir selam verilir. Bildiğiniz gibi Jung, ayın dünya etrafında dönüşü olan yirmi sekiz günlük periyodu kadının üreme döngüsüyle özdeşleştirir. Baba ya da erkek arketipi ise Satürn-çocuklarını yiyen- ile örtüştürülür. Romanın ismi, bu metaforu ya da göndermeyi pekiştirmesiyle ve üstüne basmasıyla pek güzel belirlenmiş kanımca. Ayrıca gyno-eleştiri türünde bir eser olduğunu ve kanatları kırılınca süpürgelerine binen kadınları konu ettiğini belirtmeliyim. Küllerinden doğan bir Zümrüd-ü Anka gibi yeniden doğuşların hikâyesidir.
Edisyon yayınlarından çıkan yazar Nilüfer Benal’ın ikinci romanı “Oyunbozan” bu yıl içerisinde severek okuduğum kitaplar arasında. Yannis Ritsos’un İsmene dizelerinden yoluna başlayan roman, bir gün bile sürmeyen zaman diliminde geri dönüşlerle Hatay Meyhanesi’nde başlayıp Kalamış’ta son buluyor. Oyunbozan, yakından tanıklık ettiğimiz doksanların karanlıklarına bizleri ışınlayıp, Pandora’nın Kutusu’nu açarak umut arayan, umuda tutunmak isteyen, gelecekleri çalınmış gençlerin hikâyesiyle buluşturuyor okuyucusunu. Gençlerin ya da karakterlerin hepsi kutudan umudu alarak yaşama tutunma peşinde olsalar da henüz bilmiyorlar ki umut; ihtirasla, ikiyüzlülükle ve bilumum kötülükle komşuluk ediyordu orada. Oyunbozan, hepimizin içine gömdüğü derin iç çekişleri satırlara taşırken dostlukların ince çizgilerinde özneyi ip üzerinde yürütüyor. İp üzerinde yaşam cambazlığına soyunan toy gençlerin düşmemek için birbirlerine sarılmalarını anlatıyor kitap.
Can yayınlarından çıkan Fatma Nur Kaptanoğlu’nun ilk romanı “Babam Ev ve Yumurta Kabukları” çok severek okuduğum metinlerden birisi oldu bu yıl. Zamanı dondurmayı başarmış bir Araf öyküsü Babam Ev ve Yumurta Kabukları romanı. Kitaptaki “Özgürlüğün, çevremizdeki insanlarla anlam kazanması ne tuhaf,” cümlesi ve özgürlük üzerine yazılmış diğer satırlar beni üzerinde hayli kafa yorduğum özgürlük kavramıyla hemhal etti doğrusu. Romanın cümleleri çok öz! Nektar. İnanın bir fazla sözcük bulamazsınız metinde. Kalemini hayli sevdiğimi söylemeliyim Fatma Nur Kaptanoğlu’nun. Yumurta kabuğuyla oluşturulan metaforun çok hoş olduğunu da eklemeliyim.
Comments