"Okuduğunuz metin sadece yazarına ait değil."
Aynur Kulak, Ayşe Ece ile Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde kitabı odağında söyleşti: “…yeniden çeviri olgusu bağlamında her çeviri metnin kendi çevirmeninin izlerini taşıdığı gerçeğini somut örneklerle kanıtlamak istedim.”
Ayşe Ece, Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde kitabında Türkçede farklı dönemlerde çevrilmiş Truman Capote’nin “My Side Of The Matter” adlı öyküsünü odağa alarak yeniden çeviri olgusunu somut çerçeveleriyle okuyucuya sunuyor. Edebiyat metinleri çevirmenler sayesinde yeni okurlarla buluşarak, farklı kültürlerde yeni yaşamlar sürerler hiç şüphesiz. Ayşe Ece ile kitabı odağında ve tüm dünya edebiyatını kapsayıcı şekilde bir söyleşi gerçekleştirmek istedik. Çünkü yazarlar dünyayı okuyan çevirmenlerdir.
Yüksek öğreniminizi Mütercim Tercümanlık alanında yapıyorsunuz ve sonrasında doktoranızı Amerikan Kültürü ve Edebiyatı programında gerçekleştiriyorsunuz. Ve İ.Ü Çeviribilim İngilizce Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Neydi sizi çeviribilim alanında bu derece uzmanlaşmaya götüren sebepler? Ve dolayısıyla aslında edebiyatla olan bağınızı da konuşarak başlamak isterim.
Okumayı söktüğüm günden beri kitap okumayı çok sevdim, çocukluğumda dersler ve oyun dışındaki tüm zamanımı kitap okuyarak geçirdim. On yaşında Fransızca, on beş yaşında da İngilizce öğrenince Türkçe dışında bu dillerde de yazılmış özellikle edebiyat metinlerini çok severek okudum. Lisede Matematik bölümünden mezun olmama rağmen dil ve çeviri alanında uzmanlaşmak istediğime karar verip Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’ne girdim. Aklımda kitap çevirmeni olmak vardı, o dönemdeki hocalar açısından çok şanslıydım, son derece yetkin ve deneyimli çevirmenlerden İngilizce ve Fransızcadan Türkçeye edebiyat çevirisi ve editörlük dersleri aldım. Lisansı bitirdiğimde bir, yüksek lisansı bitirdiğimde ise iki roman çevirim yayımlanmıştı. Araştırma görevlisi olarak üniversitede çalışmaya başlamıştım. Aslında bu süreçte hem yayın dünyasında çevirmen ve editör olarak, hem de üniversitede çeviri eğitimcisi ve araştırmacısı olarak çalıştığım için edebiyat çevirisine farklı açılardan bakma fırsatını buldum. Bir yandan çeviri yaparken bir yandan da bu alandaki kuramsal yaklaşımlar üzerine düşünmeye başladım. Uygulamasını yaptığınız bir işte sizden önce üretilmiş düşünceleri merak edersiniz doğal olarak, tam da böyle bir şeydi benim için edebiyat çevirisinin kuramsal boyutuyla ilgilenmek. Yüksek lisansımı da bu nedenle çeviribilim alanında yaptım. Doktora eğitimimi ise İstanbul Üniversitesi’nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı ile Çeviribilim Bölümü’nün ortaklaşa hazırladığı bir programda tamamladım. Halen de aynı üniversitenin Çeviribilim Bölümü’nün lisans, yüksek lisans ve doktora programlarında edebiyat çevirisi, eleştiri ve çeviri kuramları, vb. dersler veriyorum. Dediğiniz gibi çeviribilim ile edebiyatı birbirinden ayırmak mümkün değil. Edebiyat çevirmenleri farklı bir dilde ve kültürde yazılmış bir metni okuyup çözümlüyor ve sonra bu metni kendi dillerinde yeniden yazıyorlar. Metin çözümleme denilince edebiyat kuramlarından uzak olmak pek mümkün değil bence, aynı şekilde çeviri metin üretirken de çeviriye ilişkin çağdaş yaklaşımların rehberliğinde yaptığımız iş üzerine düşünmenin çok besleyici olduğuna inanıyorum.
Çeşitli edebiyat dergilerinde çeviribilim ile ilgili yazılarınız yayınlanmış. Ve kurgu veya kurgudışı kitaplar kapsamında birçok esere çevirilerinizle imza atmışsınız. Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde kitabını yazmaya sizi götüren süreçler nasıl oluştu? Neden çeviri alanında böyle bir kitap yazma gereği duydunuz veya -kitabın kapsamını düşünürsek- bir ihtiyaç mı hissettiniz bu konu ile ilgili içerik oluşturma konusunda?
Edebiyat çevirmeni, editörü ve çeviri eğitimcisi olarak bu alanda uzun yıllardır çalışıyorum. Kurmaca dışındaki çeviri kitaplarım da edebiyat çevirisinin uygulamasına ve dünya edebiyatlarındaki yerine odaklanan Edith Grossman’ın yazdığı Çeviri Neden Önemlidir? ile Roland Barthes’ın Dilin Çalışma Sesi adlı kitabındaki dil ve edebiyat üzerine olan makaleleri. Edebiyat dergilerindeki yazılarım da yine söylediğiniz gibi edebiyat çevirisine kuramsal yaklaşımlar üzerine. Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde’yi yazarken ise iki nokta vardı aklımda: İlki çeviribilimdeki çağdaş yaklaşımlar içinde bir edebiyat çevirmeni olarak hangi yaklaşımları neden önemli ve ufuk açıcı bulduğum üzerine yazı aracılığıyla düşünmek, ikincisi de bir yeniden çeviri olgusu bağlamında her çeviri metnin kendi çevirmeninin izlerini taşıdığı gerçeğini somut örneklerle kanıtlamak istedim.
Kitabın henüz giriş kısmında, “…yazarların dünyayı okuyan çevirmenler olmaları açısından…” ele alınmaları konusuna dikkat çekerek başlıyorsunuz. Öncelikle “Okuyan Çevirmen” nedir ve niye henüz giriş kısmında buna dikkat çekmek istediniz?
Yazarların da aslında çevirmenler olduğu, dil-dışı dünyayı sözcüklere dökerek bir tür çeviri işi yaptığı çok eski bir görüş. Ancak zaman içinde çeviri eyleminin ikincil konumda görülmesinin de etkisiyle biraz unutulmuş bir görüş. Çeviri eyleminin yazma eyleminin gölgesinde kaldığını savunan sizin çok yerinde bir tespitle “kalıplaşmış” olarak nitelediğiniz geleneksel çeviri anlayışına değinmeden önce aslında böyle bir görüşün çok eskiden beri var olduğunu anımsatmak istedim. Örneğin; Proust Kayıp Zamanın İzinde’nin son cildinde yazarlara çevirmenlik görevini yükler: “Bir yazarın görevi ve işlevi, tercümanlıktır.” José Saramago da benzer bir yaklaşımla “Yazmak, çevirmektir” der. Yazarlar, yazma ve çevirme eylemlerini birbirine bu kadar yaklaştırırken kalıplaşmış çeviri anlayışı ise onları birbirinden kesin sınırlarla ayırdığı gibi hiyerarşik bir sıralama da yaparak yazarın metnini “özgün”, çevirmenin metnini ise “kopya” olarak niteler. Anlaşılabilir bir tavırdır bu aslında, elinde Dostoyevski’nin kitabını tutan birine “ne okuyorsun?” diye sorduğunuzda size “Dostoyevski” diyecektir. Ama sadece Rusçasından okuyorsa yanıtı gerçeği yansıtır. Türkçesini okuyorsa, örneğin, çevirmenin Dostoyevski metninden yola çıkarak ürettiği, büyük bir olasılıkla bir editörün de müdahaleleriyle son şeklini almış hem Dostoyevski’nin hem de çevirmenin imzasını taşıyan bir kitap okuyordur. Gerçek hoşumuza gitse de gitmese de budur. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının Türkçeye çevrilme işine baktığımızda ne görürüz? Bir edebiyat çevirmeni önce metni Rusçasından okumuş, sonra da kendi anladığı ve yorumladığı şekliyle Türkçede yeniden yazmıştır. Rusçadan Türkçeye doğrudan aktarım diye bir şey söz konusu değildir -iki farklı dil ve kültür arasında aktarım ancak dolaylı yoldan, aktarımı yapan kişinin yorumlama süzgecinden geçerek dolayısıyla da aktarılarak değil dönüştürülerek yapılır-, metin okuma ve çözümleme eyleminin doğasında yorumlama vardır, anlamak demek yorumlayarak bir sonuca varmak demektir. Anladıktan sonra o metni ikinci bir dilde yeniden yazan çevirmenin ürettiği yeni metni de Türkçe okuyanlar yeniden yorumlayacaklar ve edebiyat metni yeni çeviriler ve yeni yorumlarla sonsuza kadar anlam dünyasını zenginleştirerek yaşayacaktır. Bu bakış açısında Türkçedeki Suç ve Ceza hem Dostoyevski’nin hem de çevirmeninin işbirliğiyle üretilmiş, eski ama yeni, özgün ama türetilmiş bir metin kimliğine sahip olacaktır. Eskidir, çünkü bu metni Dostoyevski 19. yüzyılda yazmıştır; yenidir, çünkü 21. yüzyılda bir edebiyat çevirmeni bu metni Türkçede yeniden yazmıştır; özgündür, çünkü ilk kez Dostoyevski tarafından sözcükler aracılığıyla yaratılmıştır; türetilmiş bir metindir, çünkü elimizdeki çeviri metnin kaynağında özgün metin vardır, çevirmen özgün metni Türkçede yeniden üretmiş böylece de yeni dilinde ona yeni bir hayat vermiştir.
Kitapta Truman Capote’nin “My Side Of The Matter” adlı öyküsü üzerinden, “yeniden çeviri olgusu” ele alınıyor. Capote’nin niye bu metnini baz almak istediniz? Üstelik ülkemizin iki önemli çevirmeninin çevirileri üzerinden ele alıyorsunuz konuyu.
Tam da bir önceki soruda değindiğim edebiyat çevirisinde “doğrudan aktarım” yanılsamasına dikkat çekmek için bu metni ve iki çevirisini seçtim. Edebiyat çevirisinde geleneksel çeviri tanımında düşünüldüğü gibi “doğrudan aktarım” diye bir çeviri stratejisi var olsaydı ülkemizin son derece yetkin ve deneyimli iki edebiyat çevirmeninin aynı özgün metinden yola çıkarak ürettikleri iki çeviri metin birbirinden bu kadar farklı olmazdı. Bu farklılıkları öykünün tamamını inceleyerek gösterdim; çünkü çeviri metinlerdeki farklılıkları belli bir bölüm ya da cümle temelinde tartışmak bunları seçen kişinin önceden belirlediği sonuçları sergilemekten ibaret kalabiliyor. “Her çeviri metin bir yorumlama eyleminin sonucunda ortaya çıkmıştır” görüşünün edebiyat çevirisinin doğasını nasıl yansıttığını görmek için çevirileri özgün metinleriyle karşılaştırmak aslında yeterlidir. Benim yaptığım incelemede ise aynı özgün metnin iki çevirisi vardı, bu çevirileri ve özgün metni birlikte okuduğumuzda çevirmenlerin nasıl bir yorumlama yaptığına dair kimi varsayımlar oluşturabildiğimiz gibi benimsedikleri çeviri stratejileriyle ilgili ipuçlarına da ulaşabiliyoruz.
İncelemeyi yaptığım dönemde Truman Capote’nin “My Side of the Matter” adlı öyküsü Türkçede iki farklı çeviriyle yaşıyordu. Çevirilerden biri Truman Capote’nin Gümüş Damacana adlı öykü seçkisinde, öteki de Murathan Mungan’ın hazırladığı Erkeklerin Hikâyeleri adlı öykü seçkisinde yer alıyordu. Okurlar bu iki kitapta aynı öykünün iki farklı çevirisiyle karşılaşıyordu. Kitapçı raflarında iki farklı çevirinin aynı dönemde birlikte sergilenmesi ilgimi çekmişti. Çevirilerden biri eskiydi, öteki yeniydi. Üstelik ülkemizin en yetkin çevirmenlerinden ikisinin imzasını taşıyordu. Bu iki çevirmenin aynı özgün metni nasıl yorumladıklarını görmenin edebiyat çevirisiyle ilgilenenler için çok öğretici olacağını düşündüm. Ayrıca Capote’nin Soğukkanlılıkla’sını da ben çevirdiğim için daha önce yazarın tüm yapıtlarını okumuş ve çeviri olasılıkları üzerine düşünmüştüm. İncelememi yaparken bu olasılıkların hangilerinin iki önemli çevirmen tarafından benimsendiğini, yeni hangi olasılıkların da eklendiğini görme fırsatım oldu.
Bir yazarın yazdığı metin var, yazardan çıktıktan sonra okuyucuya ulaşan ve okuyucunun algısında oluşan metin, bir de -eğer çevrilir ise- çeviri metne dönüşen bir edebiyat metni mevzu bahis. Tek bir metin fakat birçok farklı anlam… Nedir bir çeviri metni olarak edebiyat metni? Bu soru özelinde edebiyat metinlerinin özü nedir, öz bileşenleri nelerden oluşur ve bunun yansımalarını nasıl algılayıp okuyarak, çeviri ile nasıl yeniden yaratırız meselesini konuşabiliriz.
Yazarların içinde yaşadığımız dünyayı, insanlık hallerini sözcüklere dönüştürerek bir çeviri işlemi yaptığı görüşünü az önce de söylediğim gibi aralarında Proust ile Saramago’nun da bulunduğu çok sayıda yazar ifade etmiştir. Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödül töreninde yaptığı konuşmada Stéphane Mallarmé’nin şu sözlerine gönderme yapar: “Dünyadaki her şey bir kitabın içine girmek için vardır.” İşte yazarlar yaşadığımız dünyayı, felsefeci Nermi Uygur’un ifadesiyle “dil olmayanı”, kitabın dünyasına “dil ortamına” dönüştürme yoluyla aktararak çeviri yaparlar. Bu görüşü zihinde tutmamız önemlidir, çünkü edebiyat çevirisinin mümkün olup olmadığıyla ilgili yüzyıllardır sorulan soru bir anda geçerliliğini yitirir, kendisi de bir çeviri olan edebiyat metni, üstelik dil-dışı dünyadan dilin dünyasına çevrilmiş bir metin aynı dünya içinde başka bir dile neden çevrilemesin ki? Zaten yüzlerce yıldır çeviri işinin, çevirmenler ne kadar görmezden gelinip yok sayılsa da bir şekilde yapıldığını ve kültürlerin çeviriyle geliştiğini, dönüştüğünü, insanlık tarihinde yeni çağlara ve dönemlere çeviri sayesinde girildiğini hepimiz biliyoruz.
Edebiyat çevirmeni çeviri işinin başında sizin de söylediğiniz gibi farklı yorumlamalara açık bir metin ile karşı karşıyadır. Edebiyat metni doğası gereği okurun katkısıyla anlam kazanır, varlık gösterir. Kendisi de bir okur olan çevirmen, edebiyat metnini öncelikle yazıldığı dilde yorumlar ve çözümler. Özgün metni kendi yorumladığı şekliyle başka bir dilde -çoğunlukla anadilinde- yeniden yazarak çeviri işini tamamlar. Çeviri metin yayımlandıktan sonra ise artık yeni dilinde yeni okurlarına kavuşmuş olur. Bu yeni okurlar da çevirmenin yorumladığı yazarın metnini yorumlayarak kendi zihinlerinde yeniden oluştururlar. Az önce sözünü ettiğim gerçek edebiyat metinlerinin yaşadığı sonsuz döngü tam da budur aslında: Her bir yeni okurun yorumuyla yeniden yaratılarak anlam dünyası sürekli zenginleşir edebiyat metinlerinin. Walter Benjamin’in ifadesiyle çeviri sayesinde yeni bir dilde ikinci yaşamlarına kavuşan edebiyat metinleri de yeni okurlarının zihinlerinde çoğalarak sonsuza dek var olmaya devam ederler.
Edebiyat çevirisinde kurumsal yaklaşımlar kitabın bir diğer önemli bölümü. Betimleyici yaklaşım, analitik yol haritası, samimi okuma, üç boyutlu okuma. Kurumsal dendiğinde otomatik olarak bir mesafelenme olabiliyor konu ne olursa olsun. Bu nedenle bu bölümü neden dört alt başlıkta incelemek istediniz diye sormak istiyorum ve sizin için bu dört alt başlıktan en öne çıkanı, çeviride kuramsal yaklaşım adına en kapsayıcı olanı hangisiydi?
Edebiyat çevirisi kuramları denildiğinde sizin ifadenizle “mesafelenme” yaşayanlar yalnızca okurlar değildir, çevirmenler de çalıştıkları alanın kuramlarına mesafeli yaklaşırlar. Bunun pek çok farklı nedeni var bence. Ayrıca kişisel de bir konu olduğunu düşünüyorum. Çeviri kuramlarını eleştiri kuramlarından ayırmak mümkün değil. Örneğin; az önce Walter Benjamin’in çeviriyle ilgili önemli bir görüşüne değindim. Benjamin denildiğinde aklımıza sadece çeviri kuramları gelmiyordur kuşkusuz. Benzer şekilde Jacques Derrida’nın da çeviriyle ilgili son derece ufuk açıcı görüşleri var. Bu iki düşünürün çeviri üzerine metinleri (“Çevirmenin Görevi” ve “Babil Kuleleri”) hemen hemen tüm çeviri kuramı antolojilerinde yer alır, ben de Çevirmenin Yazar ve Kahraman Olarak Portresi adlı kitabımda bu iki metni birlikte okumayı denedim. Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde’de dediğiniz gibi dört farklı kuramsal yaklaşımı ele aldım. Bu yaklaşımları seçtim çünkü, kitabın ikinci bölümündeki incelemedeki çeviri metinleri bu kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde okudum. Bu yaklaşımları anahatlarıyla şöyle hatırlayabiliriz: Çeviri sürecinin çevirmenlerin kültürel-metinsel-dilsel kararlarıyla yönlendirildiğini ileri süren yaklaşım (Toury), çeviri metinleri değerlendirirken çevirmenin izini ön plana çıkaran yaklaşım (Berman), çevirmenlere özgün metni okurken olabildiğince metnin dünyasına girmeye çabalayarak “samimi bir okuma” eyleminde bulunmalarını salık veren yaklaşım (Spivak) ve bir edebiyat metnini farklı çevirileriyle birlikte okumanın o metnin anlam dünyasının zenginliklerini açığa çıkaracağını savunan yaklaşım (Gaddis-Rose). Bu yaklaşımların edebiyat çevirisinin yayın dünyasının karmaşık dinamikleri içinde büründüğü farklı hallere dikkat çektiğini ve çeviri eyleminin kendine özgü doğasına ışık tuttuğunu düşünüyorum.
Yeniden çeviri olgusu ve bir yeniden okuma denemesi bölümlerinden de bahsetmek istiyorum. “Kaynak metinler, erek dillerde birden çok sayıda erek metinler olarak var olabiliyorlar.” Birincisi bu cümlenizdeki “erek” dili açmanızı rica edeceğim. “Kaynak metin yazıldığı dil ve kültür içinde biricikken çevrildiği erek dil ve kültür içinde birden fazla çevirisi yapıldığı takdirde çoğalır.” İkincisi ise edebiyat metninin “biriciklik” meselesinde çeviri adına zorluğu, kolaylığı konusunun neye tekabül ettiği.
Kaynak metinlerin yani özgün ya da orijinal metinlerin “biricik” olmasına, erek metinlerin yani çeviri metinlerin ise çevrildikleri dilde “birden fazla versiyonuyla” var olmasına Fransız çeviri kuramcısı Antoine Berman dikkat çekmiştir. Örneğin; benim yaptığım incelemede Truman Capote’nin özgün öyküsü “biriciktir”, “My Side of the Matter” başlıklı öykünün yazıldığı dil olan İngilizcede tek bir versiyonu vardır; ancak bu metin Türkçede iki farklı çeviriyle, yani iki farklı versiyonla yaşıyor. Kaynak metnin biricikliğine karşın erek metinler (çeviri metinler) çevrildikleri dillerde farklı versiyonlarla var olabiliyorlar. Yeniden çeviri olgusu dediğimiz de tam olarak bu duruma işaret ediyor. Aslında hepimiz özellikle klasik eserler bağlamında bu durumun farkındayız. Dostoyevski’nin klasik romanları yeniden çevriliyor sürekli tüm dillerde. Rusçası tek iken başka bir dilde birden fazla çevirisi oluyor. Bunun nedeni de doğrudan dilin doğasıyla ilgili, dil özellikle de günlük hayatta kullandığımız dil sürekli değiştiği için çeviribilim alanında klasik eserlerin en az kırk yılda bir yeniden çevrilmesi gerektiğini savunan görüşler vardır. Özellikle diyaloglar açısından zengin metinlerin erek dilin konuşma dünyasını yansıtması için belli aralıklarla yeniden çevrilmesi şaşırtıcı değildir. Yeniden çevirilerin tek nedeni kuşkusuz erek dilin değişmesi değildir. Önceki çeviriden hoşnut olunmaması durumunda (Umberto Eco’nun Açık Yapıt çevirisiyle ilgili buna benzer bir durum yaşanmıştı), yazarın yayın haklarının başka bir yayınevine geçmesi ve bu yayınevinin farklı bir çevirmenle çalışmak istemesi (Piyanist romanında olduğu gibi), kimi zaman ara dillerden yapılan çeviri yerine özgün dilden yeni çevirilerin yapılması (Italo Calvino’nun yapıtlarında olduğu gibi), dünya edebiyatının temel taşı olmuş kimi romanlardan yayılan “çevir beni” yakarısına hayır diyemeyen çevirmenlerin bu romanları yeniden yeniden çevirmeleri (Ulysses’in Türkçede üç farklı çevirisi var bildiğim kadarıyla, aynı durum Kayıp Zamanın İzinde’nin kimi ciltleri için de geçerli), vb. birçok farklı nedenle yayın dünyasında yeniden çevirilerle karşılaşırız. Onları özgün metinleriyle birlikte okuduğumuzda çevirmenlerin aynı metni nasıl farklı yorumladıklarını görürüz, çevirmenlerin çevirilerini yaptıkları dönemlerde egemen olan çeviri yaklaşımlarıyla ilgili bilgi de ediniriz. Örneğin; eskiden daha yaygın olan uyarlama anlayışı kültürlerin artık küreselleşmenin ve teknolojinin etkisiyle birbirlerini daha yakından tanımalarıyla yerini daha çok özgün metnin ait olduğu kültürü olabildiğince yansıtmayı ve tanıtmayı amaçlayan yaklaşıma bırakmıştır. Her kültürde bunlara benzer farklı çeviri yaklaşımları farklı dönemlerde benimsenmiştir. Aslında çeviri tarihi çalışmalarının amaçlarından biri de kültürlerdeki bu farklı çeviri yaklaşımlarını açığa çıkarmak, onların değişme dinamiklerini sorgulamaktır.
Dünya edebiyatı için çok elzem bir dal çeviribilim. Edebiyat denince ilk olarak yazıldığı dil akla geldikten sonra ikinci olarak çeviri meselesi düşünülmesi gerekirken neden bu kadar gölgede kalıp, bu denli görmezden geliniyor edebiyatta çeviribilimi sizce? Yapılanları yeterli buluyor musunuz akademik anlamda ve yayıncılar ile ilgili kısımda.
Çevirinin dolayısıyla çevirmenlerin ve çeviri kuramlarının göz ardı edilmesinin temelinde ikinci sorunuza verdiğim yanıtta açıklamaya çalıştığım çeviriye geleneksel yaklaşımın bulunduğunu düşünüyorum. Hepimiz çeviri kitaplardan dünya edebiyatını öğreniyoruz ama çevirmenlerin o yazarların kitaplarını bizim için okuyup yorumlayıp sonra bizim dilimizde yeniden yazdıkları gerçeğini kabul etmeyi istemiyoruz, çevirmen yazarın dediğini “birebir” aktarmıştır diyoruz, iki farklı dil ve kültür arasında bırakın “birebir aktarımı” dönüşüme uğramamış herhangi türde bir aktarımın var olabileceği yanılsamasına sürekli kapılıyoruz. Çeviri uygulaması insanlık tarihi kadar eskidir, insanlar farklı diller konuşmaya başladıkları andan itibaren birbirlerini anlamak için çeviri de yapmaya başlamışlar. Ancak bu uygulama üzerine geliştirilen kuramsal yaklaşımlar tıpkı çevirmenlerin yazarların gölgesinde kalması gibi başka bilim dallarının şemsiyesi altında gelişmiştir.
Çeviribilim ayrı bir bilim dalı olarak 1980li yıllarda kurulmuştur. Çeviriyi kendine özgü bir dil ve kültür olgusu olarak incelemek isteyen bilim insanları karşılaştırmalı edebiyat ve dilbilim alanlarından ayrılarak çeviri üzerine kuramsal yaklaşımlar geliştirmeye başlamışlardır. Günümüzde dünyanın farklı üniversitelerinde bir bilim dalı olarak var olan çeviribilimden mezun olanlar kuşkusuz artık sadece klasik anlamda sözlü ve yazılı çeviri yapmıyorlar. Teknolojinin gelişmesiyle bambaşka bir hal alan iletişim dünyasında çok farklı görevler üstleniyorlar: Çeviri projelerinde yazılımlardan destek alarak kullanım kılavuzundan reklam metinlerine uzanan çok farklı türlerde metinler üretiyor, proje yöneticiliği yapıyor, web siteleri için içerik hazırlıyor, sivil toplum kuruluşlarında aktivist çevirmen olarak çalışıyor, dizilerin fan kulüpleri için altyazı çevirileri yapıyorlar. Bu açıdan bakıldığında günümüz dünyasında çevirmenlerin edebiyatta olduğu gibi görünmez olduklarını söylemek mümkün değil.
Edebiyatta ise az önce söylediğim nedenlerle çevirmenler gölgede kalmaya devam ediyorlar. Ancak günümüzde özellikle de sosyal medya aracılığıyla kimi okurların çevirmenlerin varlığına dikkat çektiğini görüyoruz. Bunun çeviri dünyası için sevindirici bir gelişme olduğunu düşünüyorum, okudukları metnin sadece yazarına ait olmadığını fark eden okurların sayısı bence her geçen gün artıyor. Kimi okurlar kitap alırken çevirmenine de bakıyor, hatta yazarı tanımasalar bile beğendikleri çevirmen çevirdi diye kitabı alabiliyorlar, birden fazla çevirisi olan kitaplarda da birbirlerinden görüş alarak hangi çeviriyi okuyacaklarına karar veriyorlar. Bu tür gelişmeler sayesinde yayımlanan çevirilerin niteliğinin her geçen gün daha iyiye gideceğini ümit ediyorum.
Pandemi, sıcak savaş ve büyük ekonomik kriz eşliğinde dünya bir yenilenmeye doğru yol alıyor. Bu yenilenme meselesi ile ilgili ne kadar umutlusunuz ve bu değişimler, dönüşümler edebiyata, çeviribilime, yeni metinler üretmeyi ne derece etkileyecek? Edebiyat ve çeviribilim yenilenebilecek mi? Bir de şu sıralar üzerinde çalıştığınız yeni çeviri metinler var mı?
Edebiyatın içinde yaşadığımız dünyayı tüm karmaşasıyla, insan doğasını da tüm belirsizlikleriyle yansıtmaya muktedir olduğuna inananlardanım. Bu nedenle de iklim değişimi, ekonomik kriz, göç dalgaları vb. sorunlarla her gün biraz daha zorlaşan hayatın yansımalarını ve tesellilerini yine edebiyatta bulacağımızı düşünüyorum. Edebiyat çevirisi alanında ise makine çevirisinin yakın bir gelecekte öne çıkacağına inanıyorum. Kitaplar tamamen yazılım programlarıyla çevrilmeseler bile makine-destekli-çeviri dediğimiz yöntemler edebiyat çevirisinde daha çok tartışılacak diye düşünüyorum.
Şu sıralar Kamerun doğumlu Amerikalı genç bir yazarın okuduğumda beni çok etkileyen çağdaş bir destan tadındaki romanını çeviriyorum. Amerika’daki bir şirket topraklarında petrol bulunan hayali bir Afrika ülkesine gözünü diker ve o ülke zamanla insanları için yaşanılmaz bir hale gelir. Önce nehirleri zehirlenen, sonra havası kirlenen ve en sonunda da çocuklarını kaybetmeye başlayan, bir zamanlar doğayla uyum içinde yaşarken şimdi hayatta kalabilmek için çabalayan bu zeki, muzip ve cesur halk kendini doymak bilmeyen açgözlü ve insafsız saldırganlardan kurtarabilecek midir?
EDEBİYAT ÇEVİRİSİNİN VE ÇEVİRMENİNİN İZİNDE
Ayşe Ece
Minotor Kitap, 2022
248 s.
Bình luận