Baumgartner: Devrik anılarda yas dalgası
Dilek Erol, yakın zamanda hayatını kaybeden Paul Benjamin Auster'ın ölmeden önce kaleme aldığı son kitabı, Baumgartner üzerine yazdı: "Ana mekanın ev olarak seçildiği hikaye, okuyucu sarmal bir zamanda ve anılara göre şekillenen değişik mekanlarda gezdiriyor. Bu yönüyle eserin, postmodern eserlerde altüst edilen veya karmaşık bir döngüye sokulan “zaman” kavramına tam manasıyla uyduğu söylenebilir."
Dilek Erol
Kierkegaard’ın takma isimleri hakkında yazdığı monografide, cümlesini bitirmek için alıntı yapması gerekince masanın başından kalkan romanın kahramanı Baumgartner- yüzme kazasında kaybettiği sevgili eşi Anna’nın yasını tutmaya ara verdiği zamanlardan biri- karakteriyle Paul Benjamin Auster gençlik yıllarından şimdiki zamana uzanan zihin dalgasıyla hafızasının derin köklerini suluyor. Olay örgüsündeki aksilikler, mizahi bir anlatımın habercisi niteliğinde.
1947 yılında ABD’nin New Jersey eyaletinde doğan Amerikan Edebiyatı’nın ünlü isimlerinden yazar ve çevirmen Auster, yaşamı boyunca roman, öykü, çeviri, anı gibi birçok edebi türde eser verdi. 30 Nisan 2024’ te 77 yaşında aramızdan ayrılan yazarın en çok ses getiren eseri “New York Üçlemesi” oldu. "Baumgartner" ise yazarın ölmeden önce kaleme aldığı son kitabı.
Teması yalnızlık olan "Baumgartner" adlı eserde Auster, sıradan detayların gerçekliğinden doğan bir hikaye kurguluyor. Eşi Anna’nın ölümünden sonra uzunca bir yas sürecine giren yetmiş yaşındaki felsefe profesörü Baumgartner ilk gençlik yıllarından itibaren evlilik süreci ve ölümüne değin hafızada süregelen ve ilişki dinamiklerinin derin köklerinde gezinen yaşam öyküsü sunuyor okuyucuya.
Ana mekanın ev olarak seçildiği hikaye, okuyucu sarmal bir zamanda ve anılara göre şekillenen değişik mekanlarda gezdiriyor. Bu yönüyle eserin, postmodern eserlerde altüst edilen veya karmaşık bir döngüye sokulan “zaman” kavramına tam manasıyla uyduğu söylenebilir. Eski eşe ait hatıraların eşliğinde evin gündelik işlerini yürütmeye çalışan yaşlı adamın kopuk olay örgüsünde git-gel yaşadığını ancak bütünsel olarak aynı eksende kaldığını görüyoruz. Odak noktası tek bir olay olarak görülse de temelde olay ve ona dahil olan kişinin en ince ayrıntılarını veriyor. İnsanın iç dünyasına mercek tutarken belirsiz, sorgulamaya açık bir zemin kuruyor.
Acıya direnme hali, zaman zaman anılara dalmış halde evin en olmayacak eşyasının çağrışımıyla irkiliyor. İleri geri saran düşünceler silsilesi ve anlatının yer yer kopukluğu, bütünlüğü zedelemiyor yine de. Hayatta kalma güdüsü ile ölümün soğuk gerçeğini kabul etme süreci kurmacanın gerçeği nasıl zorladığını gözler önüne seriyor. Ölümle ilgili ilginç eğretilemelerden biri, kendisini dalları kopmuş bir kök kalıntısına benzetmesi. Dünyanın hiç bitmeyen evrimiyle kaçınılmaz sona doğru gidiyor olduğunu biliyor Baumgartner. Lakin yeni bir düşünme ve hatırlama sürecine geçmezse ölümün yol açtığı uçuruma düşmek üzere. “Zamanda bir yarık, kopukluk olan bu durum, Baumgartner’in daha sonra Kayboluş ya da Kederden Çıldıran Adam diye tanımlayacağı ilk altı ay boyunca sürdü.” (s. 42)
Baumgartner ve karısının ailevi kökenleri hakkında oldukça detaylı bilgiler veriyor Auster. Bu yönüyle kitabın ana kahramanı ve kendisi arasında güçlü benzerlikler kurmuş olabileceğini söylemek mümkün. Merkeze kişisel tarihe ait bilgileri almış gibi görünse de dünya tarihiyle geniş çaplı bir çember kuruyor. Politik zemin ise dönüşen tarih-edebiyat-sanat üçlemesinde oldukça büyük bir çapa sahip. “1944 yılında Sovyet ordusu kenti ele geçirince sadece Almanların değil, Yahudilerin geri kalan yarısının da kenti terk ettiğini söyledi………1914’ te yazılmış bir Birinci Dünya Savaşı şiiri, Stanislau’dan pek de uzak olmayan Galiçya kenti Grodek’le ilgili şiir şu kıtayla sona erer:
Dikenli yaban otları çevreler kenti
Kanlı basamaklardan inen ay
Dehşete kapılmış kadınları kovalar.
Vahşi kurtlar dalar içeri kentin kapılarından”(s. 132-133)
Metinler arasında bağlar kuran Auster, Anna’nın günlükleri, şiirleri ve ilk genç zamanlarına ait denemeleriyle okuyucuyu farklı edebi türlerde gezdiriyor. “J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı” (T. S. Eliot) ve Fernando Pessoa’nın Seçilmiş Şiirleri’ nden bahsetmeden geçmiyor. Dünya inanç sistemleri, Anna ile sevdikleri filmler, ünlü isimler kitabın sağlam kurgusuna geniş perspektiften gerçeklik katıyor. Auster eserlerinde sadece karakterleri değil okuyucuları da arayışa sokuyor. Öyle ki, kitapları bittikten sonra eksik kalan yerleri yeni okumalarla doldurma hali iştah kabartıyor.
Romana hız katan en önemli gelişme diyebileceğimiz Anna’nın yazdıkları üzerine tez hazırlamaya soyunan doktora öğrencisi Coen’in, Baumgartner’ı arayarak yardım istemesi sürpriz bir sonun başlangıcı niteliğinde. Çünkü Baumgartner’ın Coen için evinde yaptığı tadilat, boşluğu yıllarca hissedilen bir çocuğun yerini alma ihtimalinin Baumgartner’in umutlarını alevlendirdiği söylenebilir.
Romanın çevirmeni Seçkin Selvi’nin akıcı tercümesiyle güçlenen ve erek dilin imkanlarını fazlasıyla kullandığı Baumgartner, bittiği sanılan noktada yeni bir yola çentik atıyor. Auster’ ın romanın sonunda kapıyı açık bırakması, devam niteliğinde bir eserin gelebileceğinin habercisi olsa da ömrü buna yapmaya yetmiyor. Ardında günümüz insanın varoluşsal sancılarını taşıyan karakterleriyle, belli noktalarda sesi duyulan yazarın kendi iç dünyasının izini bıraktığını da söyleyebiliriz.
Paul Benjamin Auster, ayrıntıları eksiksiz kurguya dahil eden, gerçekliğin keskin ipini korkusuzca tutan, eserlerinin hareketli kökünü şahsi doğasıyla altüst eden, geçici anların kalıcı gözüne sahip bir yazar. Her bir okuyucuyla dirilen hafızada yaşamaya devam edecek.
BAUMGARTNER
Paul Auster
Can Yayınları, 2024
Çeviri: Seçkin Selvi
168 s.
Commentaires