Öyleyse kim suçlu?
Burcu Karakoç, Burcu B. Bilgin'in polisiye romanı, Beni Kim Öldürdü? üzerine yazdı: "Gerçek ile gerçeküstünün sınırlarının keskin çizgilerle ayrılmadığını, belli özellikleriyle postmodern anlatının çerçevesine de dâhil olabilen bir roman olduğunu söylemek mümkün."
![](https://static.wixstatic.com/media/8757b2_05c1133e7e0c44b98030fa67d30f2d5b~mv2.jpg/v1/fill/w_900,h_600,al_c,q_85,enc_auto/8757b2_05c1133e7e0c44b98030fa67d30f2d5b~mv2.jpg)
Dünyada en çok okunan türlerin başında gelen polisiye, bugün hâlen kimi edebiyatçılar tarafından tartışılıp edebi bir tür olarak kabul edilmese de yazın dünyasındaki başarılı örnekleriyle okurlarına ulaşmaya devam ediyor. Polisiye ilk roman kabul edilen “Mor Sokağı Cinayeti” 1841 yılında Edgar Allan Poe tarafından yazıldı. Ardından hemen hemen herkes tarafından bilinen ünlü dedektif Sherlock Holmes tiplemesiyle Arthur Conan Doyle, Hercule Poirot karakteriyle İngiliz yazar Agatha Christie polisiyeyi geniş kitlelere ulaştıran türün en önemli isimleri oldu. Daha yakın tarihlere geldiğinde beş yüz elli milyon okuyucuya ulaştığı belirtilen Belçikalı yazar Georges Simenon ise bu türün adı anılmadan geçilemeyecek yazarlarından kabul edilir. Türk edebiyatına baktığımızda ilk olarak çeviri yoluyla edebiyatımıza girdiğini ve polisiyenin ilk örneğini 1883 yılında Esrar-ı Cinayat adıyla Ahmet Mithat Efendi’nin verdiğini görüyoruz.
Polisiye roman türünün günümüz örneklerinden biri de Eylül 2024’te yayımlanan “Beni Kim Öldürdü?” Burcu B. Bilgin’e ait roman; kuruluş düzeni, ana karakterler ve hikâyenin akışıyla polisiyenin temel özelliklerini taşımakla birlikte beklenenin aksine ürkütücü bir atmosferde geçmez. Suçun merkezde olduğu bir olay örgüsü, şüpheliler, soruşturma süreci, suç ortakları, deliller ve polis ekibi gibi olmazsa olmaz ögeler elbette mevcut fakat bu unsurların yanı sıra karakterlerin yaşamlarının ve kurdukları ilişkilerin de hikâyeye geniş ölçüde dâhil olması romanda fikrimce bir duygu dengesi yaratmış. Bir yandan cinayet suçunun açığa çıkarılmasıyla ilgili süreçleri takip ederken öte yandan hem ana karakterleri hem de yan karakterleri tanımaya ve anlamaya çalışıyoruz. Onların yaşamlarına, geçmişlerine, hâlihazırdaki durumlarına tanıklık ediyoruz. Farklı sosyal sınıflara, dünya görüşlerine, ekonomik düzeylere ve eğitim seviyelerine sahip karakterler; çeşitli nedenlerle birbirleriyle buluşup ister istemez ortak yaşam alanları oluşturmuş. Bu farklılıklar ve oluşan yaşam alanları romanın polisiye ekseninin karanlığını azaltıyor fikrimce. Köylü-kentli, varsıl- yoksul gibi karşıtlıkları gördüğümüz, bu insanların günlük dertlerine, dünyalarına ortak olduğumuz hikâyede diğer koldan cinayet gibi büyük bir suçun ve korkutucu bir olayın ele alınması okuyucuyu yormuyor; Engin’in iş dışındaki kendi evreni, ailesi, komşuları romanın başından sonuna devam eden gerilimlere dayanma noktasında bana göre nefes alma imkânı sunuyor. Cinayetle ilgili soruşturmanın yarattığı şüphe, merak ve heyecan gibi duyguları da yalnız suçun kime ya da kimlere ait olduğunu ortaya çıkarma sürecinden kaynaklı hissetmiyoruz. Aynı zamanda özellikle Başkomiser Engin’in yaşamı, geçmişi ve hayatındaki kişiler bu duyguları kaşıyarak o taraftan da merak ögesini öne çıkarmış. Seçilen karakterler ise belli noktalarda sıra dışı gibi görünse de hem yaşamları hem de özellikleriyle yabancısı olmadığımız kişiler. Kimi karakterler, bazı bölgelerin ağız özellikleriyle konuşur. Ayrıca sürükleyici bir akış söz konusu olmakla birlikte kısa cümle yapılarının kullanıldığını görüyoruz. Tüm bunların yanı sıra romanda cinayet ekseninde aile ilişkileri, para, güç, para ve gücün bağlantısı da gündeme geliyor. Ayrıca yasa dışı ilişkiler, suç ortaklıkları, iş etiği, sosyal statü, mesleki konum gibi büyük ve hep güncel meseleler aynı duygusal ve düşünsel süreçlere teslim etti beni. Paranın iktidarı ve Keşanlı Ali Destanı’ndaki gibi kendi yasasını kendi yapan bir Sineklidağ düzeni…
Bu kavramları hem Başkomiser Engin’in yaşamı üzerinden hem soruşturma aşamalarında hem de öldürülen karakterin ilişkileri aracılığıyla görmekteyiz. Romanda dikkat çeken diğer nokta ise ana karakterlerden birinin tümüyle yok olmayıp kitap boyunca varlığını sürdürmesi. Farklı bir biçimde var olan bu kişi acaba Turgut Özben’in Olric’i gibi Engin’in iç sesi ya da sağduyusu mu? Yoksa mistik dünyalara kapı aralayan, ruhun ölümsüzlüğüne vurgu yapan gerçeküstü gücün dışavurumu mu? Gerçek ile gerçeküstünün sınırlarının keskin çizgilerle ayrılmadığını, belli özellikleriyle postmodern anlatının çerçevesine de dâhil olabilen bir roman olduğunu söylemek mümkün. Bu noktada yazar, polisiyenin katı kuralları içinde kalmayıp romanın ya da tümüyle edebiyatın keskin sınıflandırmaların ötesinde olduğunu hissettirdi. Geçmişten bugüne varlığını ilgiyle devam ettiren polisiye roman türü “Beni Kim Öldürdü?” gibi güncel örnekleriyle okuyucusuna ulaşmaya devam ediyor.
BENİ KİM ÖLDÜRDÜ?
Burcu B. Bilgin
Karakarga Yayınları, 2024
Türü: Polisiye
243 s.
Comments