Renkli bir çakıl taşı
Semrin Şahin, Yahudi Feminist hareketinin öncülerinden, aktivist, Yahudi Kadınlar Derneği kurucusu, yazar, Bertha Pappenheim hakkında yazdı.
13 Nisan 1911’de Galata’nın dar sokaklarında telaşlı bir kadın Beyoğlu Belediye Reisi’ni görmeye gider. Şehre 8 Nisan’da gelen kadın, geldiği günden beri önemli görüşmeler yapmaktadır. Beyoğlu belediye binasına girdiğinde gelen kadının tavrından önemli biri olduğunu anlayan görevliler kadını belediye reisine götürürler. Dönemin Belediye Reisi Azimzade Mehmet Bey karşısındaki kadının bahsettiği konuya aşinadır, ama yaptığı teklifi ilginç bulur. Kadınların bir nesne gibi alınıp satılmasını, fuhuşa zorlanmasını önlemeye geldiğini söyler. Kadın daha önce Hahambaşıyla yaptığı görüşmede şehrin ileri gelenlerinin de olduğu birçok kişinin kadın ticaretinde olduğunu öğrenir. Satılan kadınlar karşılığında sinagoga yardımlar geliyordur. Hahambaşına bunu neden önlemedikleri gibi bir soruyu sorma gafletinde bulunur kadın. “Onları çalıştıran şahıslardan gelen yardımlar olmazsa şayet, ne sinagoglarımız ayakta kalabilir, ne hastaneler ne de çocuk bakımevleri” karşılığını alır. Azimzade Mehmet Bey’den de fuhuşu durdurmasını talep eder. Bunun karşılığında Osmanlı Birliği fikrini öne sürer. Tüm kurumların iş birliği içerisinde çalışmasıyla kadınları pazarlayanların isimlerini yetkili kişilere ulaştıracak bir bağlantı sunar. İlginçtir ki kadın İstanbul’dan döndükten sonra birkaç yıl içinde yabancı kadın fuhuşu azalır.
Bu olaydan on altı yıl önce, 1895 yılında Freud ve Josef Breuer “Histeri Üzerine Çalışmalar” adlı kitabı yayımladıklarında “Anna O. Vakası”na değinirler. Anna’nın konuşma terapisiyle iyileştiği notu vardır vakada.
Psikanalizin ilk hastası olan Anna O. babasının akciğer rahatsızlığı sırasında onun bakımıyla ilgilenmeye başladığı dönemde hastalığının ilk belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Aile dostları olan Breuer’den yardım istenir. Bu süreçte yemek yiyememe, su içme korkusu, kısmi bölgelerde felç, uyku bozuklukları, konuşmada problemler, halüsinasyon, görme bozuklukları gibi şikayetleri vardır. Breuer Histeri teşhisini koyar. İşte bu teşhisle birlikte 1000 saat sürecek bir terapi süreci başlar. Peki İstanbul’da cesurca koşturan kadın ve psikanalizin ilk hastası olan Anna O. kimdir? Aralarındaki bağlantı nedir?
Anna O. vakasında anlatılan kadın da İstanbul’un sokaklarını arşınlayan, kadınları meta olarak alınıp satılmasını önlemeye çalışan kadın da aynı kadındır, Bertha Pappenheim. Yahudi Feminist hareketinin öncülerinden, aktivist ve Yahudi Kadınlar Derneği kurucusudur.
Bertha, 27 Şubat 1859'da Viyana'da Yahudi bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Ortodoks Yahudi olan köklü ve zengin ailenin sıradan bir kızıydı. Gelenekselliğe çok önem veren ailesi tarafından erkek kardeşinin gölgesinde kalan, evlendirilmek üzere yetiştirilen Bertha, ana dili olan Almanca haricinde İngilizce, İtalyanca, Fransızca ve İbranice konuşabiliyor; piyano çalıp iğne oyasıyla nakış işleyebiliyordu. Bir Roma Katolik kız okuluna giden Bertha on altı yaşındayken başka bir bölgeye taşınmaları nedeniyle okulu bırakır. Evde zamanını nakış yaparak ve annesinin hazırladığı yemeklere yardım ederek geçirmeye başlar. Daha sonra yazdığı bir makalede bu boğucu hayatın sıkıntılarına değinir ve ailesini, gelenekselliği suçlar. Feminist düşüncenin tohumları genç kızlığında zihnine atılır.
Her şey -Bertha’nın deyimiyle- aynı kısır döngü içerisinde devam ederken 1880 yılının ortalarında bir aile tatili sırasında babası ciddi bir rahatsızlık geçirir. Babasının hastalanması Bertha için bir dönüm noktası olur. Gece babasının başını beklerken halüsinasyonlar görmeye, kasılıp kaldığı, felç benzeri durumlar yaşamaya başlar. Kasım 1880’de Breuer Bertha’yla tedavi etmek amacıyla görüşmeye başlar. İlk başlarda hipnoz yöntemini kullansa da daha sonraları Bertha’nın “baca temizliği” adını verdiği konuşma terapisine dönüşür. 11 Aralık'tan itibaren Bertha birkaç ay boyunca yatalak kalır. 5 Nisan 1881'de de babası ölür. Bunun sonucunda tamamen kötüleşen Bertha günlerce yemek yiyemez. Histeri esnasında birden İngilizce konuşmaya başlayan Bertha aylarca ana dilini de konuşamaz. Ta ki bir seans esnasında babasının ölmeden önce başını beklerken büyük, siyah bir yılanın onu kolundan ısırdığı anı anımsayana kadar. Bu halüsinasyonu detaylı olarak anlattıktan sonra birdenbire iyileşir ve tekrar Almanca konuşmaya başlar.
Breuer’la son görüşmelerinde Bertha doktora ondan hamile kaldığını ve çocuğunu doğuracağını söyler. Breuer, Bertha’nın bu akıl oyunundan çok korkar ve terapiyi sonlandırıp onu başka bir meslektaşına devreder. Bir daha da görüşmezler. Yıllar sonra hayatındaki üç erkeği affetmediğini söyler Bertha: babası, erkek kardeşi ve Breuer’dir. Bu erkekleri andıran herhangi birini de yanına yaklaştırmaz. Benzerliğe bile tahammül edemez.
Bu yıllardan sonra edebiyata olan ilgisi artar, öyküler yazmaya, edebiyat dersleri almaya başlar. Bertha’nın hayatı hızla değişime uğrar.
1905'te annesi öldükten sonra Pappenheim uzun yıllar kimseyle özel bir bağ kurmadan yalnız yaşar. 1911 tarihli bir şiirinde "Mir ward die Liebe nicht " (aşk bana gelmedi) diye yakınır. Zaten onu tanıyanlar kimseyle temas kurmadığını, sarılmadığını, öpüşmediğini, kimseye dokunmadığını söyler. Aslında sahip çıktığı kadınların yüreğine dokunarak sevgisini göstermektedir.
Pappenheim edebi çalışmalarını yoğunlaştırır, sosyal ve politik faaliyetlere dahil olur. Yazılarını yayımlamaya 1888'de başlar ve başlangıçta ismini belirtmeden yazar, 1890'dan itibaren Paul Berthold takma adını kullanır. 1902'de Ethische Kultur ("Etik Kültür") dergisinde ilk kez kendi adıyla yazar.
Türkiye ve Frankfurt'taki Yahudi kadın kaçakçılığına karışan Yahudi erkekler sorununu dile getiren Bertha 1904 yılında Yahudi Kadınlar Derneğini kurar. İstanbul’a da dernek başkanı olarak araştırma yapmak için gelir.
Bertha anaokulları, toplum evleri ve eğitim kurumları da dahil olmak üzere birçok kurumun kurucusu veya başlatıcısı olur. Yahudi kadınlar için bir sığınma evi kurar: Neu-Isenburg evi. Başlangıçta az olan sakin sayısı zamanla 1908'de 10, 1928’de ise 152'ye çıkar. Zamanla sığınma evi ihtiyaçlara uygun hale getirilir ve ilave binalar inşa edilir. Sonuçta ev, biri hamile kadınlar ve yeni doğum yapmış olanlar için olmak üzere dört bina ve bir tecrit koğuşuna ulaşır.
Hayatını Yahudi kadınların sorunlarına adar. Yazılarında da Yahudi mültecilerin sosyal durumu ve kadın ticareti hakkında yazar, bu ticareti önlemenin yollarını sorgular. 1924'te Doğu Avrupa ve Doğu'da kadın ticareti ve fuhuş üzerine bir çalışma olan en tanınmış kitabı Sisifos-Arbeit'i (Sisifos İşçiliği) yayınlar.
Hitler’e hakaret ve Nazi karşıtlığı nedeniyle hakkında dava açılan Bertha, ifade veremeden 28 Mayıs 1936’da hayata gözlerini kapar. Ölümünden tam iki yıl buçuk yıl sonra 10 Kasım 1938’de İstanbul’da gezdiği yerlerde büyük bir yas vardır. Şehir derin bir acıya boğulmuşken aynı gün Almanya’da Bertha’nın bin bir emek vererek kurduğu Neu-Isenburg Evinde de tarifsiz bir acı yaşanır, Naziler eve saldırı düzenler. Ana bina ateşe verilip yakılır, öteki binalar ise yıkılır. Ev Gestapo tarafından dağıtılır. Burada yaşayan kadınlar ve çocuklar Theresienstadt toplama kampına gönderilir ve burada öldürülürler.
Bertha Pappenheim hem kişiliği hem de kadın mücadelesine verdiği destekle unutulmayan güçlü kadınlardan. Vasiyetinde olduğu gibi her kadının feminist mücadeleye cesurca destek olduğunu görmek için sessiz bir anlaşma yapar onlarla ve ziyaretçilerinden küçük bir çakıl taşını mezarına bırakmalarını ister. Her çakıl taşının bir araya gelince bütün engelleri ortadan kaldıracağını bilir. Ben de renkli bir çakıl taşını buraya bırakıyorum. Tüm kız kardeşlerimin bunu fark edeceğini biliyorum.
Comments