Beşinci Monograf
Fatih Balkış'tan hatırlamanın arkeolojisi üzerine denemeler. Kitaplar, yazarlar, tesadüfler, buluşmalar, kaçınılmaz karşılaşmalar, birbirini bütünleyen fragmanlar, kurmacayla gerçeği teyelleyen epifaniler... Her hafta Litera'da.
Bu hafta, Beşinci Monograf.
Karşılaşmamız kaçınılmazdı. Bu felsefi bir zorunluluktan kaynaklanıyordu. Bizi bir araya getiren bir zihnin parçalarıydık çünkü. Parçalar: İyi Şeyler Yayınları’nın ipincecik, yakalı, gri kapaklı Kader Ağıtları’nda, fakültenin ilk yılında fotokopilerden okunmuş Küçük Organon’da, huzursuz bir geceyi yaşam boyu anımsanan bir karnavala çeviren Amphitryon’da, ve Zerdüş’ün bir sonraki adımı olan Dithyramboslar’da. Ne bir buçuk saat süren otobüs yolculuğunun sıkıntısı ne de güneşin Piyalepaşa üzerinden adını bilmediğim semtlere doğru kayıyor oluşu önemliydi. Üzerleri kitaplarla kaplanmış olan masaların çevresindeki insan kalabalığının arasından gözüme ilişmişti, ikiye katlanmış bir A4’e yazılmış adı. Başka türlü olması beklenemezdi. Niteliksiz Adam’ı almak için YKY’nin standına gidiyordum. Öylece karşısına dikildim. Haberi yokmuş kitabın o gün fuarda olacağından. Şaşırmıştı.
Uyurgezerler’i de çevirecek misiniz, diye sordum birdenbire. Gülümsedi, sen o kitabı nereden biliyorsun, der gibi. Hayır, dedi, Vergilius üzerinde çalışıyorum hâlâ. Broch’un kimse okumasın diye gördüğüm her yerde aldığım Bilinmeyen Değer’ini çok sevdiğimi söyledim, her halimden belli heyecanımla. Memnun oldum, dedim kısa süren bir sessizliğin ardından. İlk cildi alıp sayfalarını kurcalıyordum. Birden, birinin beni izlediğini fark ettim. Oydu. Yanıma yaklaştı. Kitabı aldı, sayfalarını çevirdi. Benim için imzalamasını istedim. 7.XI.99 tarihiyle kitabı imzaladı. Sonra fakültede ders almak istediğimiz insanların adı sorulduğunda ilk onun adını verdiğimi, yıllar sonra AKM’nin önünde sanki onu yüzyıllardır tanıyormuşum gibi yanına gidip konuştuğumu anımsıyorum. Beni Eskişehir Tiyatro’dan bir öğrencisi zannetmişti, hocam deyince. Vergilius yayımlandığında yaşamının son dört yılındaydı. Üniversitede ders vermeyi bırakmıştı, kültür sayfasındaki yazıları zayıflamıştı. Onu, evinde ziyaret etmeyi hep istemiştim. Belki o eski berjer koltukların üzerinde karşılıklı oturup Doktor Kien’den, Bay Kauner’den söz edebilirdik. Baht Dönüşü’ndeki İshak Bey’i yazarken onu da düşündüğüm olmuştu. Israrla evinin büyüklüğüne aldırmadan kendine mesken tuttuğu tek bir odada yaşıyordu. Ama hayır, yalnızlığın kıyısındaki Ahmet Bey artık orada yaşamıyordu.
Comments