bir çift söz ya da ‘anlak’tan ‘karar’a incecik bir yol
tan doğan yazdı: "anlak iy’liğinizi versin!"
erk, bir hiçtir
ama…
iğdiş edilmiş akıl, sırf kendini akışa salmış değil, karşı koymak bir yana, akıntıyla aynı yönde kürek çeker olmuş handiyse, korsan-sever bir acı-çeker forsa olup! anlağını, anlama yetisini (kuvvei zihniye, zekâ) askıya alan hemen her yolcu, ‘dünya gemisi’nde ‘mesût ve bahtiyâr’ değilken, daha aç, daha işsiz ve daha zulüm çeker olmamak için dilini yutmuş, direncini kırmış, umudunu yok etmiş hâlde, ‘ahmağım ama hayattayım ya!’ der gibi ölgünlükten yana sözde yol almakta, erk ne derse beğenmese ya da beğenmez görünse de, keskin bir muhâlif olma gücünden yoksun, ‘oy zamanı oyumu veririm’cilikten öteye geçmeden, aklını, ruhunu, bedenini ve ömrünü en fazla cılız ve korkak bir tonda sağda-solda mırın-kırın etmeye mârûz bırakmayı yeğliyor, kan revan yolun kanına kör, çığlığına sağır kalarak, ‘yoldayım ya!’yı oynuyor şimdilerde, heyhat!
yoksulluk kadar olmasa da, yoksunluk da az ‘acı yük’ değil. içinde bulunduğumuz yüz yılın ilk dilimi -iri kesimi kesin, bütünselliği su götürse de- handiyse bir ‘çürük çağ.’ bilhasa etik ve estetik değerlerin törpülendiği, yalanın, kötülüğün ve sömürünün perçinlendiği, çatışma ve savaşların kapitalist ve dahi emperyalist güçlerce idâme edildiği; direncin nufus ve nüfuz yitirdiği, ‘birey’ olmanın, ‘azınlık’ta çırpınmanın, âdilâne, hukukî birlikte buluşmanın, toplumsal mücâdelenin cılızlaştığı, dahası hafife alındığı, alaysandığı; ‘sanat’, ‘edebiyat’ ve ‘felsefe’nin azın yerinde saydığı, çoğun gerilediği; ‘aydın’ın dilsizleşti(rildi)ği; emeğin hiçlenip ‘makineleşme’nin, ‘tekno-hayat’ın öne çıkarıldığı; ‘zenginlerin dünyası’ olgusunun kanıtsatıldığı(!) bir çağda, yoksullukla doğru oranda, aynı çizgide artan yoksunluğun acısı azımsanamayacak düzeyde.
‘yazgıcı öğretiler’in, dinsel söylemlerin, kadere boyun eğen yaşam biçimlerinin ve ırkçı tutumların gün gün çoğaldığı bu çürük çağda (varsa) ‘işinden olmamak’, ‘acından ölmemek’, 'kör kurşuna yenik düşmemek’, 'günü kurtarmak' neredeyse ‘mârifet’ olmuşken, erdem, onur, vicdan, iyi, doğru, dürüst benzeri ahlâki değerleri akılda ve gönülde taşımak bir üstün başarıya dönüşmüş olup, bunu taşıyanlara bir kıymet-i harbiye yüklenmemesi bir yana, enâyi gözüyle bakılmakta, hele hele sanat, edebiyat ve felsefe ile hayatı savunanlara doğrudan ‘zavallı, âciz ve ahmak muâmelesi’ yapılmaktadır, eğer bir başka somut ‘cezâ’ya çarptırılmadılarsa erk ve onun (bile isteye ya da zorâkî) kurbanı dalkavuklarınca!
hatâ ve ötesinde (düşün, ürün, eylem-öte),‘suç’ hemen herkesin. kimse mâsûm değil, bebekler, çocuklar hâriç. nasıl ki her çağın acısını en çok çeken ve bedelini ağır ödeyen çoğun yoksullarsa, bu acı bedeli yaratıp çektiren de sırf -siyasî, dinî, ekonomi içerikli- ideolojileri vücut bulduran, hayata geçiren siyasanın yöneticileri, halka hükmedenleri, kısaca 'erk' değil, buna neden teorisyenlerin yanı sıra, çağın dilsiz tanıkları, eylemsiz ‘aydın’ları ve düşün, sanat, edebiyat sacayağında içeriksiz, derinliksiz, niteliksiz; bireysel, toplumsal ve evrensel sorumluk ve vicdan-öte ‘sözde ürün’ sunanlarıdır bir de elbette. yalnızca bu sözü edilen sacayağı tarihi değil, ‘insanlık tarihi’ karşısında da, ‘erk’ kadar olmasa da, utulmayacak, dün nasıl hüküm giydilerse, yarın da giyecektir hepsi, ne ki azımsanacak kadar değil. eşdeyişle ‘anlak’, bir kelime, bir kavram, bir olgudan öte, en keskin biçimiyle –irili-ufaklı demeden– bir ‘yapıt’ta karşılığı olan bir ‘eylem’dir de insanlığı derinden etkileyen bu ‘anlama yetisi.’ aslında bu sacayağı (edebiyat, sanat, felsefe), anlak sâhibi olmayı gerektirirken, (ister belki isterse kesin densin) yetenek, bilgi ve çalışma özelliklerinden önceliklidir, başattır, dahası ‘olmazsa olmaz’ yâni şarttır. ‘yapıt/eser vermek için verme’nin gelgeçliğinin farkında, bilincinde olup ‘sığ ego’sundan sıyrılmanın yanında, başkaca ‘insânî ve evrensel değerleri’ taşıyıp ‘ürün’e dönüştürmek sûretiyle hayata geçirenlerin vargısı olabilir ancak ‘aydın olmak’ ki, çağının yüzeysel tanıklığıyla yetinmeyip, onun bedensel ve eleştirel-sorgusal -en azından- ‘düşün eylemci’ğini de erdemini üstlensin. ve sanılmaya ki bu konum ve ‘sorumluluk’ salt sacayağında ürün sunanların ve dahi aydının 'iş ve görev'idir: her nefes alan anlak sahibinin ‘insanlık ödevi’dir kendince/hâlince eyleyeceği. bu bağlamda tehlikeli olan şu: ‘üstten bakışçılık.’
köleliğin tarihi hortlatıldı ve bir avuç arsız hâriç, insanlık yokluğa sürülmekte hayatları ‘cehennem' kılınarak, üstelik de ‘cennet müjde’si verilerek insandan insana, siyasal, dinsel erkten kula, aymazca. düşün ve sanat insanlarını yıldıran ‘tek erk yönetim’li ülkelerin ekmeğine bal süren sözde aydınların muhtelif ‘çıkar’ı ama zorâki ama gönüllü tercîh etmeleri, dillerini yutmaları, fil dişi kulelerinden yazar, seslenir gibi yapmaları ne denli bu çağın çürümesinde birer sorumsuzluksa, tek tek her kişinin düzen dışı muhâlefet etmekten imtinâ etmesi de o denli taşın altına elini koymamaktır ki, onca yüzeysel yakınmaya, cılız bağrışa, ona-buna söylenir gibi yapmaya rağmen. erk, önce anlağı alır. anlama yetisini, düşünme gücünü, sorgulama-eleştirme tavrını; işitme-görme-dilleme çabasını, farkındalığı ve dolayısıyla direnci, değiştirme-dönüştürme uğraşını; bilgili ve ilkeli tutumu, ahlâki eylemi, irâdeyi zayıflatıp, insânî kavramların silikleşip, zamanla kişiliğin törpülenmesiyle ‘birey’ -zamanla aydın azınlık, topluluk, toplum olma- özelliğini sıfırlamayı, köle ve kul olma şartını -‘hayat’ı ekmek kırıntısına, su damlasına muhtaç etme kertesine dayatmayı dahi hedefleyip- önce örtük sonra alenî biçimde getirip, mutlak ve sürekli erk olma amacını muhtelif araçları kullanarak yaşamsal kılar ki, bu tekçi ve hastalıklı ruh ve düşüncenin vargısı olarak öldürmek ve kendini tanrıca ölümsüz kılmak olarak dikilir karşımıza. o yüzden anlak tehlikelidir ve bunun için sanat, edebiyat ve felsefe... erk, baş düşman sayar -nitelikli, ufuk açıcı, bilinçlendirici- ‘kitaplar’ı ve uzantısı olarak her tür sanat ve düşün yapıtını. ‘özgürlük’ varsa, o yoktur. mutlak dayatmacı yönetimi için aydın ve aydınlanmacı zihniyet, tavır, eylem var olmadan, eğer olduysa bir punduna getirip, diyelim ki ateş almışsa önce hemen közlenmeli, bir başkasına sıçramaması için küllenmeli, üzerine su, mümkünse -palazlanırsa alenî, yoksa sinsi oyunlarla- kan dökülmeli ki itââtkârları, bîatkârları, dalkavukları, yandaşları, tetikçileri vesâire eliyle baş olmaktan çıkması, alaşağı edilmesi, zulmünün sonlanması aslâ ve kat'a gerçekleşmesin. onun içindir hukûkî, adlî, insânî kişi, zümre, grup, azınlık; kurum, kuruluş, dernek, örgüt benzeri birlikteliklerin tırpanlanması ve dibine kibrit suyu dökülüp yakılması, yok edilmesi tez vakitte. eğer bu güce bir başına ulaşamıyor, monark ığa irâdesi yetmiyorsa, kendi gibi erk olan başka ülkelerin liderleriyle -pek istemese de- işbirliğine girmesinde bir beis görmez, dahası irili-ufaklı ödünler sunmaktan çekinmez, son kertede ‘büyük erk’in küçük erki olmayı kâbûl bile eder, yeter ki o da –ama öyle ama böyle ama dâimâ- bir erk olarak kalsın.
bunları bilmeyen mi var? sorun, bilip de boyun eğmede, köle-kul olmakta, direnç göstermeyip, anlağa ipotek koydurup hayatı kendi elleriyle erke teslîm edip ölgün yaşamaktadır, yaşam denirse elbet ona!
dünya denen teknede forsa değil de özgür irâdeli bireyler olarak istediğimiz yere, yöne kürek çekerek yol almak, yaşamak istiyorsak, şimdi ne demeli, allâh’tan sonra ahlâk da belâ vermiyorsa, “anlak iy’liğinizi versin!” demekten başka?
*
karar
“yüce sonuçlar, yüce kararların meyvesidir.” / victor marie hugo
“unutma, ne zaman elinde iki seçenek olsa yenisini seçmelisin;
daha zor olanı, daha fazla farkındalık isteyeni.” / chandra mohan jain osho
“güzelliği anlamak için bir kere bakmak yeter ama
bir karara varmak için çok düşünmek gerekir.” / émile françois zola
“aklın öğütlediği her şeyi, ihtirâsa kapılmaksızın yerine getirmek için
sağlam ve sâbit bir karar sahibi olmak gerekir.” / rené descartes
“seçmiş olduğunuz ve karar verdiğiniz şeylerin bedelini siz ödersiniz;
size akıl verenler değil.” / thomas stearns eliot
“kararlılık ve devam, bence insanın en saygıdeğer yanıdır.” / johann wolfgang von goethe
öncelikle erk, dolayısıyla siya(h)set defolup gitmeden hayatımızdan, değil bir iş bulup karnını doyurması, bu gidişle nefes alması dahi dert olacak ki insanın, bu yazıyı okumayan, bu tabloyu görmeyen, dahası, olası ağıtı şimdiden yakmayan, handiyse yasını tutmayan mı var?
âlim gibi görünen özde kötü, çıkarcı ve câhil (bilinç, özgür istenç, farkındalık, iyi niyet vb. yoksunu) yönetenler ve yönetilenlerin yönetim biçimidir demokrasi ki -zulmün dünü çok daha eskiye dayansa da- antik yunan'dan beri bu sınıfsal sömürü düzeni hâlâ aynı heyhat! kadının yoksandığı, köleliğin var kılındığı, bekçilerin/askerlerin kullanıldığı, sözde yönetici sınıfın, üstelik piramidin tepesine filozof kralın oturtulmasının tasarlandığı şehir/polis devletinde halkerkinden dem vurmak hem fikrî ve lafzî hem de teorik ve pratik olarak olası değilken, öyleymiş gibi gösterilip, halkın siyasal ve yaşamsal sömürülmesinin tarihi pek eskidir. seçimden seçime salt bir oy/maddî şey olarak görülen her kişi, aslında yok hükmündedir ki, dünden güne değişmeyen bu uygulamanın çıkış noktasından varılan çizgiye dek temel yapı hep aynı: kullan at!
iyi niyetli olanları da dâhil, tüm devrimlerin sonucu bile kötü olup, yalnız ve yalnızca zenginlerin refâhı oluşturmuşken, emekçi halka aslâ ve kat'a bir yarar, dahası insanca bir yaşam sağlamamıştır ki, bunun en doğru/sâhi tanığı tarihtir ve kötüdür. köleliğin ve sömürünün geçmişinin kökeninde hep erk olup, bunu sürdürmenin kökenindeyse çıkarcı siya(h)setle insanlığı parmağında oynatma isteği yatıp, insan (hayvan, doğa vb.) adına değil, sırf kendi varlık hükmü için yönetimde kalma arzûsu, kötücül (hatta kanlı!) idâre anlayışı söz konusu olmuştur her tür acılı dayatma, zulüm yükü baskı, çekilmez zorlu hayatla açlık, savaş ve ölüme dek en nihâyetinde.
izm üstüne izm bir fayda sağlamadığı gibi insana, zarar ve acı sundu hep bugüne dek. hiçbir yönetim şekli, erk ve zenginler hâriç, hiç kimseyi mutlu etmedi yüz yıllar boyu. monaklar, aristokratlar ya da burjuvalar dert edinmedi aslâ insanı-insanlığı. (politik ve psikolojik olgular dâhil) etik (ahlâkî) ve estetik (güzelduyusal) diye bir kaygısı olmayanların yoksunlukları, evrensel düşüne erişemedikleri bir yana, kötü rûhlu, gaddar yapılı ve mutlak bireysel/grupsal çıkarları için yaşam sürmelerinden kaynaklanmakta olup, açıkça söylenmeli ki bin bir hileli, alçak, aşağılık, kirli siya(h)setle hep erk olmak ve o konumu kaybetmemek üzerine tasarlandığı için, insan-insanlık değil, hastalıklı ego/ben dertleri (!) olmuş ve olmakta hâlâ, "amaç için her araç geçerlidir" makyavelist kara-ilkeye/fikre yaslanıp.
şunu anlamalıyız ki, erk, bir hiçtir ve değer verilecek olan, meslekten sayılmayan, uyduruk, çıkarsal, kişisel ya da grupsal bir oyun olan siya(h)set ve siya(h)setçiler değil, halktır, halklardır. devlet denilen soyut kavram/yapay kurum erk ve siya(h)setin emrinde bir yoz yapılanmaya dönüşeli çok zaman önceye dek uzandığından, insânî yaşamı kolaylaştırmak için varlık nedenini yitirmiş olup, (en küçük emeğin ve dahi emekçinin eline geçmeden kesintiye uğrayan maaşının/yevmiyesinin vergisiyle ayakta kaldığına göre) doğrudan bir yarar merkezi olarak işlevini çoktan yitirmiştir.
özce, ne bir erke ne bir siya(h)setçiye ve de siya(h)set yapılanmasına ne de devlete artık ve kesinkes gerek yoktur. bir verir gibi yapıp bin alan kişi ve kurumlar birer sömürü merkezi olup insanın terini/emeğini, her tür (kişisel, toplumsal, politik, ekonomik ve eğitim, kültür, sanat, dâhil) hakkını-hukukunu ve dahi özgürlüğünü (tepki koyuşları/hak arayışlarını cezâlandırmakta pek cömert ve hünerli olup!) çaldıklarından hırsızlaşmıştır günümüzde daha da (ki monaklığın ya da grupsal yönetim biçimlerinin dokunulmaz zirvesinde olduklarından, her tür kurum avuçlarında bulunduğundan, her karar ağızlarının içinde, dilinin ucunda durduğundan, her tür yaptırımı rahatça uyguladıklarından, aslâ bir cezâ verilmesi, yargılanması söz konusu olamamakta hiçbiri için!) ve halkın açlığının, yoksulluğunun, hastalığının, zulüm çekmesinin, dahası savaşlarda yer almasının, ölmesinin emir merkezi saydığından kendini bu kişi ve kurumların (çoğun yanlı, yoksul ve de câhil halkın oyunu çalan/aklını-rûhunu uyutan, sandık başındaki oyunu kapmak için bin takla, atan) paralı sözcülüğüne soyunan hükümet denen âtıl, işe yaramaz, -yine halkın vergileriyle- maaşlı siya(h)setçilerden oluşmuş demokrasinin, düşüncede dahi sahte bir iyiliği içeren, dahası uygulamada kötü olan sözde halkın yönetim biçimiyle artık daha da bir anlamı kalmadığı hiçbir kuşkuya yol açmadan, gün gibi ortadadır.
açık-seçik yapılması gereken, her iletişim aygıtının kullanılmasıyla, her kişinin/bireyin özgür irâdesiyle oluşan bir düşün platformunda/zemininde birleşip, yazısız bir eylem manifestosuyla dünya'da yer alan her tür erki, siya(h)seti, siya(h)setçiyi, hükümeti, devleti ve tüm kurumlarını lav etmek, (teknik yönlerde bilgi sâhibi olanların kendini kendiliğinden yetkin kılarak) mal varlığını halklara dağıtmak, öte yandan zenginlerin zenginliklerini bölüşmek, âdil bir paylaşım ortamında eşit insanların yer aldığı ortak ve evrensel birliktelikle yaşam sürmektir çok ivedi.
"erksiz-devletsiz hayat birliği", "evrensel ortak yaşam", "dünya halkları sürdürümü", "global organizasyon işletimi" benzeri bir ad altında -ya da adsız- bir iletişim başlatılıp, oluşturulan ağın, çağın teknolojik konumunun hızıyla yaygınlaşmasıyla bireysel yönlenmeler birlikte yol almaya dönüşebilir, kimse kimseye emir vermeden, üstten bakışçı bir tavır sergilemeden, eşgüdümlü bir davranışla bir doğal "evrensen halk hareketi"ne dönüşen girişimin zamanla yerini bulup, erk, iktidar, hükümet ve de hükümran, bezirgân gibi her tür sömürgen ve baskıcı kişi ve kurum-kuruluştan kurtulup insanca yaşaması mümkün olabilir.
mûcize, mesih, yalvaç bekleme; yazgıya boyun eğme, cennet vaatleriyle bu dünya'dan vazgeçme, inanç ve rûh sömürüsüne kanıp bir başka dünya'da (kötülerin de orada cezâlandırılacağı mitine, söylemine ve fikrine kanıp/inanıp) huzur bulup rahat edebileceği düşüne/duâsına dalma ya da her şeyi tanrı'ya h
vâle etme gibi bir yanılgıya, bir yenilgiye, insanca yaşamdan caymaya, cana kıymaya, ölümü kurtuluş bilmeye neden gerek duyulsun ki, çözüm, çıkış/kurtuluş yolları varken kötü kişi ve izm ve siya(h)setten sıyrılıp.
bu bir düş, düşülkü/ütopya, düşüngü/ideoloji değil, düşünden/felsefeden eyleme, yâni bireyden bireye, ordan halklara uzanan insancıl bir yazıdan yola çıkış, umudu içinde barındıran ve hayata geçeceğine inanılan bir nefes, bir ekmek-su, bir ev, bir büyük evren anlayışı ki, olası.
angola'dan mbundu, norveç'ten lyngheid, hindistan'dan bishakha, paraguay'dan enrique, kamboçya'dan kunthea... dünya bir ve tez vakitte ve dahi zamanla milyarlar ortak paydada/payda ve insanca hayatta: hepsi bu ve bu kadar basit. abartılı sistemler, kaotik düzenler, erk merkezli izmler de neydi yüz yıllar boyu azâp çektirmekten başka insanlığa?!
insan, insanın dosttur: işte doğru/iyi/güzel biricik şiâr, ilke, yol-yöntem, söz-eylem.. ve doğanın ve dünya'nın ve hayatın dostu: ne açlık ne yoksulluk ne yoksunluk ne silah ne savaş ne ölüm: daha n'olsun? sınıfsız, hiyerarşisiz, erksiz, başsız, yersiz akıl oyunlarından, devlet düzenlerinden den uzak, âdil, hukûkî, ekonomik, eşit bölüşümcü/paylaşımcı yalın yaşam, salt ortak çıkarın önde tutulduğu, bolluğun gözetildiği, huzurun amaç, mutluluğun erek kılındığı sevgi insanlığı hiç de zor değil ki, bu ne bir sâfiyânelik ne hayâl ne ütopya, yeter ki istenilsin. insanı ve dünya'yı kirden ve kötülükten arındırmak, ekmeğiyle-suyuyla paylaşır kılmak güzel rûh ve aklın vargısı olabilir. bir karara bakar her şeyi değiştirip dönüştürmek yarın için, gün için, şu an için, suya yazılmış olmasın meğer ki bunca söz.
Comments