top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Sonsuzluk bakış açısıyla (sub specie aeternitatis) okunan kitap: Taş ve Gölge

Ermeni mezartaşı ustası Avdo’nun hayatı üzerinden geçmişe yolculuğu içeren Taş ve Gölge üzerine Özlem Söğütlü yazdı: "Mezarlık, sadece ölülerin defnedildiği bir yer değildir."

Özlem Söğütlü

Burhan Sönmez’in Taş ve Gölge isimli son romanı, doğduğu yeri bilmeyen, ilk hatırladığı yer olan Urfa’dan Mardin’e, Mardin’den Haymana’ya, Haymana’dan Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne, oradan İstanbul’a göç eden Ermeni mezartaşı ustası Avdo’nun hayatı üzerinden görünürde seksen yıllık, gerçekte binlerce yıllık bir geçmişi anlatıyor. Seksen yıllık zaman diliminde gerçekleşen; halklar, inançlar, ideolojiler arasında derin kırılmalara yol açan olaylara -Dersim Askerî Harekâtı, İskilipli Atıf Hoca’nın, Adnan Menderes’in, Deniz Gezmişlerin idamı, 1977 1 Mayıs’ı, 12 Eylül gözaltı ve işkenceleri, Sivas Katliamı- yer verilmekle birlikte yazarın derdi, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yıllara kadar gelen bir tarihi anlatmak değildir. Bu topraklar üzerine düşen, onu biçimlendiren, mayasını karan gölgelerden bahsetmektir. Taş üzerinde yaşanılan toprakları; gölge bu topraklarda insanlık var olduğundan beri yaşayan halkları, inançları, kültürleri simgelemektedir.

Romanın en damıtılmış halini Avdo’nun Kara Ağa için yaptığı siyah mezartaşı için söyledikleri oluşturmaktadır (s. 84): “Bu taşın içinde, şimdi çiftçi olsa da eskiden göçebe yaşayan, düze inse de kalbinde dağların rüzgârını taşıyan ve her duada, her hayalde evliyaların, azizlerin ve Ana Tanrıçaların bereketine yaraşan bir ruh var.”


Sistematik ve Olay Örgüsü

Yazar, akademik bir yazı kaleme alırmışçasına bir sistematikle bölüm başlığı açarak, bölüm başlıklarında mekân, yer ve yıl vererek romanın ilerlemesini sağlıyor. Bu sistematik hem okuma kolaylığı hem de olayları takip etme olanağı veriyor. Okur, önceki bölümle yeni bölüm arasında bir bağlantı kurabilmek için bir sembol, isim ya da bir tarihin izini sürmüyor. Okura bir dedektif misyonu yüklemiyor yazar; yorulmadan salt okur olarak yol almasını sağlıyor. Yeni bölümün başlığından hareketle nereden devam etmesi gerektiğini bilerek okumasını sürdürüyor. Böylece okurun olay örgüsünden kopmasının önüne geçiyor.


Sönmez, her bölümde karakterlerden bir veya birkaçını, bir olay üzerinden, olayın içine kültür, inanç, doğa, mekân yerleştirerek anlatıyor; bir anda bütün karakterleri okurun önüne yığmıyor. Her bir bölümde olay örgüsü bir ilmek daha atılarak ilerletiliyor. Önceki bölümdeki olay ve karakterin, yeni bölümdeki olay ve karakterle bağı kuruluyor; sonraki bölüm/bölümlerde ele alınacak olay için bir alan açılıyor, bir çengel atılıyor. Böylece merak duygusu sürekli diri tutuluyor.


Mekânın Mezarlık Olarak Seçilmesi

Romanın mihenk taşını, mekân olarak mezarlığın seçilmesi oluşturuyor. Mezarlık; yaşam-ölüm, yurt-yurtsuzluk, aidiyet-ait olamama, geçmiş-gelecek, inanç-inançsızlık diyalektiğinin güçlü bir biçimde belirmesini sağlıyor.


Mezarlık, sadece ölülerin defnedildiği bir yer değildir. Ağaçların ölülere gölgelik ettiği; baykuşların bekçilik ettiği; ruhların dolaştığı; herkesin sahip olduklarından sıyrılarak eşit olarak bir arada bulunduğu tek yerdir.


Mezarlık, yaşayan karakteri istenildiğinde ölüme göndermek; ölüyü de bir roman karakteri olarak çağırmak açısından da uygun bir mekândır. Avdo’nun ruhların, toprağın bütün canlılarının, börtü böceğin, tabiatın, kâinatın eşliğinde, ateşin karşısında Deniz Gezmiş’i mezarlıkta yad etmesi gibi.


Karakterler

Yazar, karakterlerini okurun gözünde canlandırmak için betimlemelerden değil, diyaloglardan yararlanıyor. Karakterin kurduğu cümlelerden, nasıl bir düşünce dünyasına sahip olduğunu, hayata nasıl baktığını ve düşlerini nelerin oluşturduğunu öğreniyoruz. Örneğin, “Ağırdan alıyorum, filmlerdeki kızlar gibi işte, geçen hafta ‘Siyah Gözler’ filminde Türkan Şoray gözlerini süzüyordu ya, öyle” (s. 40) ifadesiyle, gazinoda şarkı söyleyen, bir kabadayının sevgilisi olan Perihan Sultan karakterinin pembe hayallerin sahibi olduğunu görüyoruz.


Dersim Askerî Harekâtı sırasında hafızasını kaybeden ve gittiği her yerde kendisine yeni bir ad ve yeni bir din/mezhep edinen Ali, Haydar, İsa, Musa, Muhammet, Yunus, Âdem adlarını taşıyan yedi adlı karakter, kültürleri, inançları yok etme çabalarının, sürgünlerin bireyler üzerinde yarattığı travmaların metaforu olarak beliriyor.


Yazar, karakterlerini, bazen dostça bir dokunuş, bazen bir kahkaha, bazen bir bakış, bazen bir ezgi, bazen ateş, bazen inancın teskin edici sesi, bazen mekânın huzuruyla hem birbirine hem de yaşama bağlıyor.


Dil Yapısı

Yazar, betimlemelerden uzak bir anlatımı tercih ediyor. Bu da okura, cümleler içinde boğulup kalmaksızın ferah bir nefesle okuma olanağı sağlıyor. Romanda masal dili kullanılmamakla birlikte, okuru binlerce yıllık bir evren içinde dolaştırdığı için masalsı bir atmosfer kuruyor. Okur, pınarın sesinin mezarlığı yedi kez dolanması, ağacın dallarını rüzgârın taraması, baykuşun buğulu ötüşüyle geceye kol kanat germesi, ezgilerin ince yel gibi köyü dolanması, ölülerin mezarlarından doğrulması, uyku perisinin yıldız tozu serpmesi, yıldız göğünün görkemli bir avize gibi ağır ağır dönerek ışıklarını mezarlığın üstüne yayması gibi ifadelerle kurulan atmosferin içine çekiliyor, orada dolaşmaya ve dönmeye başlıyor.


Temel Etki

Coğrafya, Türk, Kürt, Süryani, Arap, Ermeni, Rum bütün halkların, dinlerin ve mezheplerin izlerini taşıyor. Coğrafya bütün halkların acılarını taşıyor. Bu izler, bu acılar; ezgilerde, mitlerde, masallarda, zanaatlarda yaşıyor. Hepsinin gölgesi toprağın üzerine düşüyor; insanların ruhuna düşüyor. İnsanoğlu kültürel hafızasını gittiği her yere taşıyor. Dağın gölgesi yüzlerce kilometre ötedeki ovanın üstüne düşüyor. Flütün sesi binlerce yıllık ezgileri içinde barındırıyor. Fırat Nehri, kırk bin yıldır insanların acısını sahipleniyor; Mezopotamya’ya kol kanat geriyor. Pir Sultan Abdal’ın avazı ve sazı, dört yüz yıldır semada turnalar gibi dönüyor.


İnsanlar gelip geçici, kültürler kalıcı. Binlerce yıldan beri farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan bu topraklar kimseye ait değil. Onların sahibi, ömürler deviren, asırlık ağaçlar.


Roman; yazarın entelektüel gücü, sağlam bir sistematikle olay örgüsünü ilmek ilmek işlemesi, tarihin derinliklerinden gelen dili, toprak gibi çok katmanlı kurgusuyla keyifle okunuyor. Bu denli zengin bir kültürün parçası olduğunuz için seviniyorsunuz. Bu kültürün oluşmasında ve yok olmasında payınızın ne olduğu sorusunu soruyorsunuz. Ne denli büyük acıların yaşandığı bir coğrafyada bulunduğunuz gerçeği, bir kez daha bütün ağırlığıyla kendini gösteriyor. TAŞ VE GÖLGE

Burhan Sönmez İletişim Yayınları, 2021

328 s.

Commentaires


bottom of page