top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

“Benim için bir başkasına giden yol edebiyattan geçiyor.”

Aynur Kulak Derya Sönmez ile söyleşti: “Edebiyat 'bir başkası'yla ilişki kurmamızı sağlıyor. Sadece yazmak değil okumak da öyle.”



Derya Sönmez ile yeni öykü seçkisi Öteki Hayvanlar odağında yapmış olduğumuz söyleşide ötekileştirilen hayvanlar, insanlar, çocuklar ekseninde “bir başkası” meselesinin hayatımızı nasıl etkilediği üzerine derinleştik. Derya Sönmez yine çok sakin anlatıyor. Fakat onun öykülerinin huzursuzluk veren çarpma etkisi, içimizi sıkıştıran tedirginliği ve olayların yarattığı gerilim öykülere dikkat kesilmemizi sağlıyor. Öykü kategorisinde çağdaş edebiyatımızın önemli kalemlerinden biri olma yolunda titizlikle ilerleyen Derya Sönmez ile tüm bunları detaylı şekilde konuştuk. 


Sohbetimize biyografinizden başlayacaktım ama Öteki Hayvanlar’ın girişinde “Mutluluk daha bir ihtimalken bir gün sonlanacağı bilgisiyle lekeleniyor. Bana bunu unutturacak olana gidiyorum, bir başkasına.” satırlarınızı okudum ve sizin için “Bir başkası” diye nitelenen durumun, kişinin, meselenin edebiyatın kendisi olacağını düşünerek sohbetimize bu noktadan başlatmak istedim. Bu “Bir başkası” sizin için edebiyat olabilir mi? 

Olabilir. Benim için bir başkasına giden yol edebiyattan geçiyor. “Bir başkası” sınırda bir ifade. Bazen “öteki” konumuna getirip düşmanlaştırılacak, bazen de “benim bir benzerim” diye yakınlaşıp özdeşlik kurulabilecek birisi. Hem varlığına ihtiyaç duyduğumuz hem de en çok didiştiğimiz şey. Edebiyat “bir başkası”yla ilişki kurmamızı sağlıyor. Sadece yazmak değil okumak da öyle. Bizim gibi düşünen, hisseden insanların hikâyeleri yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Aynı acıları çeken, benzer çelişkiler içinde bocalayan insanların varlığını bilmenin teselli edici bir yanı var. İşte tam bu noktada “bir başkası” bütün uzaklık çağrıştıran anlamlarından sıyrılıp “benim bir benzerim”e yaklaşıyor. Yine de bir başkasının varlığı çoğunlukla tedirgin edici. Bize benzemeyeni, bizden farklı olanı tehdit olarak görme eğilimimiz var. Fakat onsuz da olamıyoruz. Her koşulda didişeceğimiz, “öteki” diye tanımlanabilecek birine ihtiyaç duyuyoruz. Ben bunun, insanın ölümle baş etme yollarından biri olduğunu düşünüyorum. Kitabın girişindeki cümle de buna işaret ediyor aslında. Bence insanın temel trajedisi ölümlü olduğunu bilmesi. Bunu bilerek yaşamak epey zorlayıcı. Bu bilgi ister istemez bütün mutlu anları gölgeliyor. Hayatımız boyunca ölümlü olduğumuzu unutmak için çabalıyoruz. Bu uğurda sonuçları iyi ve kötü olan şeyler yapıyoruz. “Bir başkası”yla yani “öteki” olanla didişmenin bu gerçeği unutturan, oyalayıcı bir yanı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden kendimize sürekli bir öteki, bir düşman icat ediyoruz. 



Edebiyat içerisindeki yolculuğunuza öyküyle başlamışsınız ve bu güne kadar hep öykü var. Öykü yazma tercihinizi konuşmak istiyorum fakat bunu öykünün sizin için anlamını, duygusunu, sizin hayatınıza etki ederken tecrübelerinizi de nasıl şekillendirdiğini sorarak konuşmak istiyorum. 

Öyküyü kendime yakın buluyorum. Bir durumu, sahneyi uzun uzun anlatmaktansa bütün hareketiyle, duygusuyla ifade edebilecek ayrıntıların peşine düşmeyi seviyorum. Böyle olunca öykünün aklıma düşmesiyle tamamlanması arasında geçen süre epey uzayabiliyor. Bana kalırsa iyi bir öyküde her sözcük üzerinde oturup düşünmek gerekir. Öykülerimin ilk cümlede okuru yakalamasını istiyorum. Olur da ikinci, üçüncü kez kendini okutabilirse bu sefer bütün gizlerini açıp okura bambaşka lezzetler sunabilsin. Bu da ancak doğru ayrıntılarla mümkün. Aslında hayat da böyle değil mi? Biz günlük koşuşturma içinde birçok ayrıntıyı fark etmiyoruz, fark etsek bile üstünde durmuyoruz. Ben bu anlamda öykünün okuruna bir bakış açısı, hayata bakış disiplini kazandırdığını düşünüyorum. Öykü okumak, yazmak hayata, yaşadığımız ana, ayrıntılara daha dikkatli bakma disiplini kazandırabilir. Bu anlamda öykü biraz da yavaşlama sanatı. Yaşadığımız çağın hızı, savrukluğu, kolaycılığı içinde bize yavaşlamayı, etrafa dikkatle bakmayı, biraz sakinleşmeyi telkin ediyor. 



Öteki Hayvanlar ikinci öykü seçkiniz. Buradaki öyküleri yazmak üzere sizi masanızın başına oturtan sebepler nelerdi? Mesela tek bir tematik meseleyi odağa alarak cevaplar mısınız desem veya sizi buradaki öyküleri yazmaya iten temel duyguyu sorsam, cevabınız ne olur?

O zaman yine ilk soruya dönmemiz gerekecek. Bu kitabı yazarken beni oyalayan temel mesele “bir başkası” idi, yani “öteki”. Bir başkasıyla kurulan ilişki bu kitapta önemli bir izlek. Temel derdi farklı olan öykülerde bile “bir başkası” meselesi geriden geriye hissediliyor.



Buradan hareketle şunu da sormak istiyorum: Öteki Hayvanlar’ın Sırça Kanatlar’dan farkının ne olmasını istediniz? 

“Sırça Kanatlar” daha çok ikili ilişkiler üzerinden ilerliyordu. “Öteki Hayvanlar”da ilişkilerin toplumsal uzantılarını da öyküye dâhil etmek istedim. “Öteki Hayvanlar”, “Süt Uykusu”, “Cunda’da Akşam Hazırlığı” böyle öyküler. Bir de daha önce uzanamadığım yerlere uzanmak, başka karakterler anlatmak istedim. “Siste Dağılan Gemiler”de olduğu gibi. 



Öykülerinize dair genel bir çerçeve çizerek ve tabii ki Öteki Hayvanlar’da artık iyiden iyiye hissettiğimiz fakat aynı zamanda da “hissetmediğimiz” çarpma etkisini konuşmak istiyorum sizinle. Bazen vücudunuzda bir noktanın morardığını fark edersiniz ama nereye çarpmışsınızdır ve ne zaman, hatırlamazsınız ya, işte benim için böyle bir çarpma etkisi var sizin öykülerinizin. Bu yüzden de aslında sesi olan öyküler bunlar, sakin yazılmış evet, sakinlikten hiç ödün vermeksizin yazılmış hatta ama çarpma etkileri içinde saklı. 

İlk öykü “Yaz Biter”de epey sert bir hikâye anlatılıyor aslında. Bir tür “çocukluğun cennetinden kovulma” hikâyesi. Böyle sert bir öyküyü yumuşak bir dille anlatarak oluşturulacak tezatın okur üzerindeki etkiyi arttıracağını, daha çok içe işleyeceğini umuyordum. O yüzden böyle düşünmenize sevindim. Bu, kitabın kalanı için de geçerli. Öykülerimde duygusal sözler etmeyi tercih etmiyorum. Duygusal olmayan ama okurda duygu oluşturan öyküler yazmaya çalışıyorum. Özellikle kaçındığım bazı şeyler var. Metnin derdini açıklayan, bağıran, slogan atan cümleler mesela. Bunları okura güvenmemek olarak görüyorum. Kurmaca metinleri denemeye yaklaştıran bu tür şeylerden rahatsızlık duyuyorum. En sert hikâyeler bile sakince anlatılabilir. Yaşamda nasılsa öyle. Hayat nasıl ki savaşa, ölümlere, açlığa, sefalete rağmen serinkanlı bir şekilde akıp gidiyorsa. Bu çok rahatsız edici bir şey tabii. Acıyla içimiz yandığında dünya bir an dursun isteriz. Ama öyle olmaz maalesef. Her şey büyük bir sakinlik içinde, ritmini bir an olsun aksatmadan devam eder, acımızın ne kadar önemsiz olduğunu hissettirmek ister gibi.



Öykülerinizdeki gerilim duygusunu, mutlulukla beraber gelen huzursuzluk halini konuşmak istiyorum. Mesela Yaz Biter, mesela Öldürme Biçimleri, mesela Siste Dağılan Gemiler. Öykü sakin bir rutinde akarken olmaya başlayan şeyler gözlerini karanlığın içinde bir anda gördüğümüz ve biraz sonra üstümüze atlayabileceğini sezinlediğimiz bir hayvan gibi. Ortaya çıkacak gerilim veya muhtemel huzursuzluk ne kadar evrimleşirse evrimleşsin insana dair ilkelliği bir an için görmemizi sağlıyor. Mesela Öteki Hayvanlar öykünüz ve Hidayet. 

Evet. Çok güzel ifade ettiniz. Bu benim temel meselelerimden biri. İnsanın evcilleşmemiş, ilkel yanı üzerine ışık düşürmeyi seviyorum. Hidayet, Ege’nin köylerinde sıklıkla rastlayabileceğiniz sıradan bir köylü. Bana kalırsa fena biri değil, yabancılardan pek hoşlanmasa da kötü olduğu söylenemez. “Öldürme Biçimleri”ndeki anneye gelirsek, hangimiz zaman zaman yaptıklarımızla, düşündüklerimizle oradaki anneye yaklaşmıyoruz ki. “Siste Dağılan Gemiler”deki balıkçı gibi, can çekişen bir balığın telaşına bakarak neşelendiğim çok olmuştur. Ben öykülerimi kendimden, yakından tanık olduğum insanların ilkel yanlarından yola çıkarak yazdım. Okur da mümkünse kendi içindeki yansımalara bakarak okusun isterim. 



Her öykünün kendine has, kendine uygun (ya da uygun olmayan mı demeliyim!) bir hayvanı var. Bu soruyu genelde öyküsüne doğru gelen veya kendi öyküsünü yaratan karakterler için sorarım ama burada hayvanlar için soracağım: Hayvanlar kendiliğinden mi geldiler öykülerin içerisine? Hayvanların inşa ettiği öyküler mi mevzu bahis yoksa öykülerin konuları hayvanları içeri buyur mu etti? 

Öykülerin konusu hayvanları buyur etti. Yani bildiğim kadarıyla böyle oldu. Yazmak bir tür yolculuk. Yola çıkarken başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. Bazen başlangıçta aklımızda olmayan izlekler, anlam katmanları yolda kendiliğinden ortaya çıkıverir. Yolda olmanın güzelliği de bu zaten. Kitabın adı “Öteki Hayvanlar” olunca böyle bir okuma katmanı oluştu, bence çok güzel oldu. Ama benim esas meselem insanla; hayvanlar âleminin bir parçası olan, Sema Kaygusuz’un deyişiyle, önce hayvanı ötekileştiren insanla. Öykülerde bu bakış açısıyla bizleri anlattım; biz insanları yani öteki hayvanları. “Öldürme Biçimleri”ni yazdığım dönemde eve karides akvaryumu kuruyorduk. İlk zamanlar tıpkı öyküdeki gibi bazı karidesleri yerde bulurduk. Araştırınca çeşitli nedenlerle dışarı atlayabildiklerini öğrendim. Karideslerin bu durumunun öyküye çok uyan bir metafor olduğunu düşündüm. İster istemez günlük hayatta karşıma çıkan her şeye öyküme hizmet edebilecek bir malzeme olabilir mi, gözüyle bakıyorum. Diğer hayvanlar için de aynısı geçerli, öykülerin kurgusu gerektirdiği için oradalar. “Siste Dağılan Gemiler”deki kırmızı fularlı keçi Samatya’da yaşayanlara aşina gelebilir belki. 



Öteki çocuklar olarak öykülerinizin içinde yer alan çocuklar çok önemli. Çocuk tedirginliği dediğimiz duygu hikâyeye bambaşka bir boyut kazandırıyor, bu boyutun öykülerinizde oluşturduğu derinliği konuşabilir miyiz? Derinlik diyorum çünkü çocuk dünyasında tam olarak ne oluyor ve içerden dışarı doğru nasıl bakıyorlar, bu hayatı nasıl bir algıyla yaşıyorlar, yetişkinlere nazaran daha da bilinmeyen bir denklem olarak varlar sanki. Ötekilik üzerinden hayvanlarla çocuklar arasındaki bu etkileşimi konuşabilir miyiz?  

Çok doğru. Çocuklar bir zamanlar bildiğimiz ama çoktan unuttuğumuz bir âlemde yaşıyorlar. Güya aynı yere bakıyoruz ama onların algıladığı bambaşka. Nesneler, durumlar, duygularla ilk defa çocuklukta, henüz bir hafıza biriktirmeden, daha bizi sınırlayan hiçbir şey yokken karşılaşıyoruz. O dönemde olması gerekene dair hiçbir fikrimiz yok, bu yüzden algımız son derece yüksek ve sonsuz çeşitlilikte. Louise Glück’ün “Yuvaya Dönüş” adlı şiirinde geçen bir dize çocukluğu çok güzel anlatıyor: “Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır.” Çocukluk aynı zamanda çok kırılgan, her anlamda istismara açık bir dönem.  Çocukluk bizim hem cennetiniz hem cehennemimiz. Edebiyat ve sinema için müthiş verimli bir dönem. Yedi yaşında bir oğlum var. O yüzden bu dönemde çocuk zihnini yakından izleme fırsatı buldum. Sanırım bu gözlemler öykülerime de yansıdı. Çocukluk üzerinde daha çok yazmak isterim.



Öykü yazarak mı devam edeceksiniz yoksa kafanızda gerçekleştirmek istediğiniz hikâyeleri başka türlerde yazma fikri var mı?  

Öyküyle devam etmeyi düşünüyorum. Aslında aklımın arka planında dönüp duran bir roman projesi var. Bazen üzerinde düşünüyor, notlar alıyorum. İlk ve son sahnesi, kurgusu şekillendi. Belki bir gün yazarım, bilemiyorum. Ancak şimdilik öykü yazmaya daha hevesliyim. Sonra ne olur bilemiyorum.



Hangi ülke edebiyatını daha çok seviyorsunuz ve bu anlamda başucu kitaplarınız hangileri? Çağdaş edebiyatta sizi en çok besleyen yazarlar kimler? 

Okurken kaynağa inmeye çalışıyorum. Türkçeyi besleyen, ona bugün kullandığımız imkânları kazandıran Behçet Necatigil, Melih Cevdet Anday gibi ustaların yazdığı, çevirdiği metinleri tekrar tekrar okumaya gayret ediyorum. Memet Baydur’un “Gözün Kahverengi Suyu”, Adnan Özyalçıner’in “Panayır”ı benim için önemli öykü kitapları. Onun dışında Amerikan öykücülüğünü severim, kendi anlayışıma yakın bulurum. Tomris Uyar’ın derlediği “Amerikan Hikâyeleri Antolojisi” nefis bir seçkidir. Cortazar, Mansfield, Juan Rulfo, Truman Capote, İtalo Calvino, Salinger’in yazdığı her şeye bayılırım. “Yüz Kitap” tarafından yayınlanan bütün kitapları döne döne okuyorum. “Yüz Kitap” çok önemli bir yayınevi. Özellikle öykü türünü sevenlere yayınevinin her kitabını okumalarını tavsiye ederim. Yakın zamanda Zafer Doruk’un yeni öykü kitabı “Alemciler”i severek okudum. Masamın üzerinde beni bekleyenler var. Kamil Erdem, Eylem Ata Güleç, Polat Özlüoğlu, Mevsim Yenice’nin son kitaplarını okuyacağım. Daha önce yazdıklarını bildiğim için yeni kitaplarını da keyifle okuyacağıma kuşkum yok.

bottom of page