top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Şuursuzun önlenemez düşüşü…

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

Zeynep Tandoğan, Gaye Boralıoğlu’nun Dünyadan Aşağı adlı romanı üzerine yazdı: "Yazarın, mitoloji ve edebiyatta da sıkça yer alan kadim mesele baba-oğul çatışmasını bir kez daha, salt konu ederek, bir roman oluşturmadığını kurduğu yapıda gördüm. Romanda, sözün, çoklu anlatıcıyla aynı düzleme çekilerek bir karşılaşma metni oluşturması kadim meseleyi tekrarlamak olmadığının göstergesiydi."



Bir romanı ikinci kez okuduğunuzda sorular tekrardan zihninizde dolanıyorsa, bir düşünce ummanına uzanıyorsanız, yazarın üslubuyla hikâyenin edebi hazzında yol alırken, aklın anlağında duruyorsanız, edebiyattan bahsediyoruz demektir.


Gaye Boralıoğlu’nun Dünyadan Aşağı romanını ilk okuyuşumda ironik anlatımla aktarılan anti-kahraman Hilmi Aydın’ın peşine takılmış, yalanlarla bezeli traji-komik hikâyesine kendimi kaptırmıştım. Hilmi Aydın’ın araladığı kapıdan girmiş, Ali Cemal’in kapısından çıkmıştım. Romanı ikinci okumamda başlangıç ve bitişten öte o ara bölgede dolandım. Yazarın, mitoloji ve edebiyatta da sıkça yer alan kadim mesele baba-oğul çatışmasını bir kez daha, salt konu ederek, bir roman oluşturmadığını kurduğu yapıda gördüm. Dünyadan Aşağı romanında, sözün, çoklu anlatıcıyla aynı düzleme çekilerek bir karşılaşma metni oluşturması kadim meseleyi tekrarlamak olmadığının göstergesiydi. Romanın sonundaki “itiraf” bölümü okurda salt şaşırma yaratmak değil, kadim olanın mutlak olmadığı imkânının göz kırpmasıydı.    Dolaştığım ara bölge, meselenin kadim olması açısından, romana teolojik referans ve anlatımın iki ayrı zihni yansıtan yapısı dolayısıyla psikanalitik alandan da bakmamı sağladı.



Baba-oğul ve kutsal ruhun düşüşü…

Baba-oğul çatışması, insanlık tarihi boyunca mitolojinin, sözlü ve yazılı edebiyatın can yakıcı ana konularından biri olagelmiştir. İlahi dinlerde ise bu söylem oğlun babaya teslimi, koşulsuz itaati olarak ıslah edilir. Oğul, tanrı-baba söyleminin aktarıcısı elçisidir.   

Hıristiyan teolojisinde Tanrı’nın, Baba-Oğul ve Kutsal Ruh’tan oluşan üçlü tabiatının sırrını ifade eder. “Teslis” olarak adlandırılan bu üçlü tabiat, birbirinden ayrılmaz ve tek Tanrı’nın birbirini tamamlayan farklı yansımaları olarak görülür. Üç unsur, özleri bakımından bir, fakat şahsiyet olarak ayrıdır. Teslisin simgesi üçgendir. Buna göre babanın görevi yaratma, oğlun görevi kurtarma, kutsal ruhun görevi ise kutsamadır.* 


Baba oğul ve kutsal ruh’un yorumlanışı baba-anne-çocuktan oluşan aile fertlerini de işaret eder. Dünyadan Aşağı romanında yazar, üç karakteri bir arada betimlerken teslis anımsanacaktır.

“…bir tarafı kör bir üçgen oluşturdular. Aslında dağınık üç çizgiydiler, üçgen olma gayreti içindeki.” (s.109)

Modern toplumun aileye kutsiyet yüklemesinin, politik ve ekonomik çıkarların korunması pragmatizmi ile oluştuğunu düşünsem de arkaik bilginin yol gösterici olduğu gerçeği de yadsınamaz. “Kutsal aile” tamlaması baba-anne-çocuk üçlüsünün esin kaynağı ilahi olsa da modern toplumda kutsiyetini çoktan yitirmiş ailenin varlığı tartışılır durumdadır. Teolojinin kendi içinde tutarlı teslisi iyilik gayesi taşısa da “tanrı kendi oğlunu neden öldürdü?” sorusu yanıtsız. İlk kaideyi kim bozdu? İlahi ışık ne zaman söndü? Önce baba mı oğlunu öldürdü oğul mu babayı? Kutsiyet tılsımını ne zaman yitirdi? Önce baba(tanrı) mı zuhur etti oğul mu?   



Ahh Lazarus! 

“Adının kaynağı İncil’de geçen Lazarus, ölümünden dört gün sonra İsa peygamber tarafından yaşama döndürülür.”* “Ölüyü diriltmek” dinler tarihinde İsa peygamberin mucizelerinin gerçekleşmesinin en güçlü delili olarak mitleşmiştir. Bunun düşünce dünyasına yansıması, insanın, günah-suç-hata içine düştüğünde kendini dönüştürebilme mümkünatı ile yeni bir yaşam, ikinci bir şansı temsil etmesidir. Edebiyat tarihinde pek çok yapıtta bu mite göndermeler yapılmıştır. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında Raskolnikov vicdan azabı ile boğuşurken, Sonya ona Lazarus’u hatırlatır. Lazarus’un hikâyesi, suçunun ağırlığıyla ezilen Raskalnikov’un içinde varlığını kurtarma, yeniden oluş umudunu yeşertir.


Dünyadan Aşağı romanında ana karakter Hilmi Aydın’ın hikâyesi, başından vurulmuş halde, yaşam-ölüm arasında durduğu bir yerde başlar. Bilinci yerinde olmayan Hilmi Aydın yaralı bedeni, kabahatli bilinç altıyla hülya-rüya arası cehennemin kapısından yaşama geri döner. Lazarus misali ikinci bir şans bahşedilmiştir; bir mucize sonucu değil de titrek bir el, ambulans sesi, yoğun bakım ünitesi sonucu!


Türk edebiyatında şuursuzluğun temsili niteliğindeki Hilmi Aydın karakteri, idrak ve yorumlama melekeleri kapalı olduğundan, ne Lazarus mucizesini ne de Raskolnikov’un azabından kurtuluşunu anımsayacaktır. Günümüz modern toplum insanının, kendi benliğini oluşturmada ne dönüp kadim hikâyelere ne de edebi edebe bakmadığı gibi. “Benliksiz ben” hastalığının müptelasıdır son yüzyıl çeyreğindeki insan denen mahlûkat.


Gaye Boralıoğlu’nun Dünyadan Aşağı romanı, baba-oğul çatışmasını benzersiz bir üslupla oluşturduğu kurgunun yanı sıra, Hilmi Aydın karakteri ile edebiyatımızda unutulmaz bir ironik bir anti-kahraman da yaratmış oluyor. Hilmi Aydın’ın hikâyesi iki anlatıcı tarafından aktarılsa da karakterin benliğini inkar ve yalana yasladığı gerçekliğinin değişmemesini yazara has edebi hüner olarak değerlendiriyorum.


Vurulduktan sonra ölmeyip ikinci bir yaşam şansı kazanan Hilmi Aydın daha iyi biri olmak için bazı girişimlerde bulunur. İnançlı bir mümin olmak, hayır işlerinde bulunmak, baba mirası lokantayı usulüyle işletmek, aldattığı karısına kendini affettirmek gibi…

“Bugüne kadar yapmadığımı bundan sonra yapacağım. Madem rabbim bana bir şans daha verdi… o halde ben de bugüne kadar yapmadıklarımı yapacağım… 'bana bak Nihan, sana kendimi affettireceğim,'"(s. 27) der. Fakat yalan ve inkârına yaslanmış Hilmi Aydın, tüm yalancılar gibi verdiği sözleri unutacaktır. Cennet için Tanrıyla pazarlığa girişir. Nihan’a kendini affettirmek yerine kendi ihtiyacından hareketle ondan sevgi, şefkat, ihtimam bekler. Ahh Lazarus, vah Hilmi Aydın. 


Talepkarlıkla donanmış bir ben…

Hep talep edendir Hilmi Aydın. Önceliğini kendi istek ve ihtiyaçları belirler. Diğerini anlama yetisi gelişmediği gibi kendini anlamada da zayıftır. Tutkusu yoktur, merakı yoktur, dolayısıyla yaratıcılığı ve amacı da yoktur. Talepkarlıkla donanmış bir “ben” Hilmi Aydın.  Nihan’dan sevgi ve anlayış, sürekli aşağıladığı Ali Cemal’den yardım, gizli ilişkisinden özen ve kuşatıcılık ister. Kendisinde olmayan her şeyi şuursuzca talep eder. Kendine ve diğerine  körlüğü gerçek bir ilişki kuramamasını ve de acınası yalnızlığını doğurur.

  

Boralıoğlu’nun unutulmaz bir karakter yaratımının becerisini, bütün çelişkileriyle ruh savrulmalarından geçen absürdü arındırdığı halde, inandırıcı bir karakter yaratma gayretinde buluyorum. Yazarın, çoklu anlatımla kurduğu parça-bütün ilişkisini aynalayan yapıda, karakterin özelliklerinin savunu-izah-gelgiti içinde pekişmesinde olduğu kadar ironik anlatımdaki ustalığında da görüyorum.

“”…yüzlerce hatayla, çok eksiklerle, dile gelmemiş suçlarla, telafi edilmemiş ihmallerle dolu bir hayat. Hangisini, ne ara düzelteceğim? Nereden başlayacağım kendi cennetimin yolunu döşemeye? Kader, insanın başına gelen değil midir? Bu sonsuz ihtimalli dünyada Allah katında mükemmel bir düzenek kurmak mümkün müdür? Çok zor… İşim çok zor. En iyisi, çekyatta derin bir uyku.” (s.41) 

Hilmi Aydın karakteri, zihninden geçirdiğini, çaba gerektiren eyleme dönüştürmemek için sürekli bahaneler üretir. Ne arzu ettiği tanrı katına yükselebilir ne de alemin bastığı yüzeyde durabilir. Aşağı daha aşağısıdır düştüğü.


Dünyadan Aşağı romanında, karakterlerin durumlar karşısında aldıkları tutumu, düşünce ve davranışlarındaki sapmaları çarpıcı biçimde yansıtan kurgu, yaratıcı ve dinamik bir okumaya olanak veriyor. Roman, Hilmi Aydın’ın şuursuzluğuna kızıp-geçen bir okur yerine, her bir anlatım dili değiştiğinde duraklayarak gülümseyen, şen-zihin açıklığıyla anlamaya çalışan bir okur da yaratmış oluyor. Boralıoğlu, bu yaratımı, hem karakterlerin özelliklerinin pratik karşılığını göstermedeki marifeti, hem de “ben” ve “diğeri” arasındaki görüş farkı meselesini aynı düzleme çekerek başarmış oluyor.


“Sırlar” kitabı

Dünyadan Aşağı kitabı, içinde bir kitap daha barındırır. Hilmi Aydın’ın tesadüfen bulduğu bu kitap, babası Selim Aydın’ın itiraf ve hatıratını yazdığı el yazmalarıdır. Hilmi Aydın’ın çocukluk yaralarına ilişkin hatıralar da mevcuttur. Babayla bir yüzleşme alanı yaratabilecek kitap Hilmi Aydın tarafından bir tehdit olarak algılanır. İnkara dayalı benliği itirafnameleri doğru anlamamayı tercih edecektir. “Sırlar” kitabı baba-oğul çatışmasını bir önceki nesil üzerinden de okumamızı sağlayarak baba-oğul çatışmanın veraset misali aktarıldığının ve insanın tarihsel süreç içinde çaresizce silsileyi nasıl da devam ettirdiğinin belgesi niteliğini  taşıyor. 


Romanın içinde yer alan Sırlar kitabı, kurguya ayrı bir boyut katarak, genişleten, güzelleştiren, o ara bölgede dolaşmamızı sağlıyor. Selim Aydın’ın “tarif” ve “terkib”in önemini hatırlatan, birbirinden güzel eski İstanbul yemek tarifleri içermesi açısından da edebiyatta ayrı bir yerde duracağını düşünüyorum. Tahsin Yücel’in “Mutfak Çıkmazı” kitabını anımsayarak.


Hilmi Aydın, babasının “Sırlar” kitabında, bu kitabı okuyana -bir nevi vasiyet- ifadesiyle yer alan -Türkiye’nin dört bir köşesinde biner adet ekmek dağıtma-  isteğini yerine yetirme girişiminde bulunur ama yapısı gereği kibir ve öfke ile. Bu girişimin yer aldığı “Hayat Bayat” bölümü “ekmek” ve “uzaklar” üzerinden “memleket alegorisi” olarak okunabilecek geri döndüğüm ara metinlerden.


Edebi bağlam...

Baba-oğul çatışması mitsel anlatıların, sözlü ve yazılı edebiyatın temel meselelerindendir.. Antik Yunan’da Sophocles’in Oedipus’u, babayı öldürmeye yazgılıdır. Klasik edebiyatta Hamlet’in kâbusu olarak yer alır. Edebiyatın unutulmaz yazarlarından Dostoyevski, Turgenyev, Kafka da baba-oğul çatışmasını eserlerinde temel meselelerden biri olarak ele almışlardır. Modern edebiyatın başyapıtı Joyce’un Ulysses’inde,  baba-oğul olmadıkları halde Bloom ve Dedalus’un ilişkisinde baba-oğul meselesi yansımalarını ve de yoksunluğunun sızısını görürürüz. “...bir çocuğu kemiren ya bir babadır ya da yokluğu.”(s. 6)


Modern ve çağdaş edebiyatta da bir çok baba-oğul çatışmasının örneğini okumuşuzdur.  

Dünyadan Aşağı romanının bana en heyecan veren yanı şimdinin dönüştürücü imkânıyla günümüze bakıyor olması. Roman, Hilmi Aydın’ın “ben” anlatımı ile başlar, tekil anlatımı bozuntuya uğratırcasına “kurgusal yazar” anlatımı devreye girer. Kitaptan alıntıyla aynı anı betimleyen iki anlatımı aktarmak isterim:

“Ben Hilmi Aydın, pamuksu, beyaz bulutların salındığı gökyüzünün altında, dalların beni korumak istercesine aşağı sarkıtmış olan şu devasa söğüt ağacının dibinde, alnımın ortasında bir kurşun deliği ile yatıyorum…” (s. 9)

 

“Dallarını aşağı doğru sarkıtmış devasa bir söğüt ağacının dibinde, uçsuz bucaksız bir çayırda, alnının ortasında bir kurşun deliğiyle boylu boyunca yattığını sanıyordu. Ama gerçekte Balat sahilinde, ölgün ışıklı bir sokak lambasının altında uzanıyordu ve alnında da pek derin olmayan bir yara vardı. (s.19)"


Romanın yapısı çoklu anlatıcı üzerinden kurulduğundan muhakeme alanı da yaratır. Romanda ilk bölümün babanın bakışıyla, son bölümün oğlun itirafıyla son bulması, arkaik olanın anımsanması ile şimdinin zihninin dahli ile kurulan “dualite denkliği”nin, gerçeğe yaklaşma imkanı olarak yansıyacağını düşünüyorum. Şimdinin temsili oğuldur. Yazar, baba-oğul meselesini işlerken yazgıyı anımsamış ama oğulun bunu mutlak kabul etmeyip şimdinin dinamiğiyle dönüştürebilme cesaretine bırakmıştır.


Gaye Boralıoğlu’nun bu romanında ve külliyatında rastlayacağımız edebiyatında, iyi olmak, iyilik ilkesi salt etik kavramıyla açıklanamayacak, kavram dışı sezgisel algının yönelimi şeklinde de yer alır. Buna rağmen gerçekliğe dair olan vahşi ve yabanıl olan gerçeklik asla göz ardı edilmeden işlenir. Mistik bir iyilik söz konusu değildir. Boralıoğlu edebiyatı, iyi olma gücünü arkaik olana sırt dönmeden, tragedyayı günümüz bilgisiyle analiz edebilme yetisinden alır. Ali Cemal’in Hilmi Aydın’ı vurması ama öldürmemesi tam da böyle anlama yetisinin işaretidir. Roman, İtiraf bölümüyle açık edilen, babadan intikam alma romanı olarak okunabilir. Aynı zamanda, Ali Cemal’in “Babalar ve Oğullar Savaşları”na dur çağrısı “savaşı sürdürmeyeceğim ama hesabını sormam gerek” niteliği de taşıdığını düşünüyorum.    



Romanın tek kahramanı…

Dünyadan Aşağı romanının, temel meselesi baba-oğul çatışması olsa da, aynı zamanda evlilik, kadın-erkek ilişkileri meselelerine, toplumsal normlar üzerinden dayatılan şekline, eleştirel bakışı da yansıtıyor. 

Hilmi Aydın’ın Nihan’la evliliği, şefkat ve sığınma isteği ile aile modelinin babasız inşa arzusudur. Oğul yoksa baba da yoktur. Ali Cemal’i inkârı bundandır. Ev, sıcak, konforlu sığınağı, ihtiyaçlarının karşılandığı, Nihan’ın onun için yarattığı yerdir! Baba tahakkümünden marazlı olması, kendi tahakkümünü kurmasına mani olmamıştır. Evde kendi sözünden başka bir söze tahammülsüzlüğü –oğlunun varlığını inkârı, kendi baba kimliğinin reddi- şeklinde yansıyacak bir hikâyeye dönüşür.  Ev cennetidir! ta ki yasak elmaya uzanana dek! Hilmi Aydın kendinden oldukça genç Mine ile gizli ilişkiye girmekte, tüm korkusuna rağmen beis görmez. Hilmi Aydın hem cennetini hem de yasak elmayı ister. Cennetten kovulma düşüncesine katlanamaz. Cennetten kovulmaktansa yasak elmadan haz etmediği yalanını, cennetin yaratıcısına Nihan’a riyakârlıkla söyler. Cennetin yaratıcısı Nihan, kadın cesareti ve şuuruyla cennetten kapı dışarı eder Hilmi Aydın’ı, cenneti de tarumar eder. Kutsiyetten de kendini azad ederek. Romanda Nihan karakterinin baba-oğul denli yer almaması hem romanın meselesinin baba-oğul çatışması olduğu kadar hem de Nihan karakterinin gerçeklik karşısında marazi bir oluş göstermemesi dolayısıyla -ne de olsa edebiyat daha çok marazi olanın alanıdır- olduğunu düşünüyorum. Nihan, Hilmi Aydın gibi ne inkara düşer ne de Ali Cemal gibi gerçekliğe ulaşmak için kurguya başvurur. Zihninin dürüst açıklığı acı çekmesine yol açsa da gerçeklikten kaçmaz. Romanın tek kahramanını Nihan kabul edebiliriz diye düşünüyorum.    


Psikanalitik değini..

Yazar, Dünyadan Aşağı romanı oğul-baba çatışmasını, üç nesil üzerinden işleyerek, geçmişin travması, bugünün  “hasta kişi”si Hilmi Aydın karakterini yaratarak,   psikanalizin alanına da göz kırpar. Roman, Hilmi Aydın’ın oğlu Ali Cemal ile çatışmasının yanı sıra,  Hilmi Aydın’ın otoriter babası Selim Aydın’la başa çıkamamasının da hikâyesidir. Hilmi Aydın’ın babaya bir reddiye oluşturamaması ve bir hesaplaşmanın gerçekleşememesi dolayısıyla, öfkenin hedefine yönlendirilememesi sonucu, pasif-agresif bir benlik oluşumunun yansımalarının da romanıdır Dünyadan Aşağı.

Hilmi Aydın’ın, Dünyadan aşağı düşme hikâyesi, roman boyu gördüğü rüyalarla da aktarıldığından, bilinçaltının yansımalarıyla, psikanalitik okumaya da yer açıyor. İnkârda tutarlı karakterimiz Hilmi Aydın, gerçekliğine olduğu kadar rüyalarına da kör kalacaktır. Hilmi Aydın ilk rüyasında kendini baba değil, baba şiddetine maruz oğul olarak görür. Buna rağmen tam da yaralı olduğu yerden oğlunu yaralar.  

Karen Horney, “Psikanalizde Yeni Yollar”** kitabında  “kaygıyı” tehlikeye yönelik tepki olarak açıklar.  Kaygının  açıklamasına üç sorunun cevap vermesi gerektiğini söyler: Tehlikede olan nedir? Tehlikenin kaynağı nedir? Tehlikeye karşı çaresizliğe neden olan şey nedir? Hilmi Aydın’ın ne bu soruları soracak zihin açıklığı ne de cevapları arayacak cesareti olmadığından kaygıyı inkâr ile perdelemeyi seçeceği aşikârdır. Romanın çoklu anlatıcı üslubu, zihin karşılaşması yarattığından okur da bu soru ve yanıtların yansı bulacağını düşünüyorum.   

Hilmi Aydın cehenneme gitme, Nihan’ı yitirme, işini-evini kaybetme korkusuyla yüzleşemez. Yaşantısını analiz edebilme yetisinden yoksunluğundan inkârı seçer; ‘yüzleşemeyen yadsır’ çıkarsamasıdır. Karakterin bu eğilimi kitapta şöyle yer alıyor: “kendini hakikatle ilişkisi olmayan bir duruma ikna etmek, insanoğlunun en temel özelliklerinden biridir. Başka hiçbir canlıda böyle bir yetenek yoktur. Bu tür insanlar, etraflarında, hatta kendi hayatlarında olup bitenlerin dışında, tamamen zihinlerinin içinde, sadece kendilerine özgü bir sebep-sonuç zinciri kurarak bir gerçeklik icat ederler ve ona inanırlar. Kendi inandığına ikna olmuş bu soydan bir kişiyi yolundan döndürmek, hele de somut gerekçeler, açık seçik kanıtlar göstermek, beyhude bir çabadır, çünkü olgular tamamen başka evrenlerden derlenmiştir. Hilmi de gördüğünüz gibi bu yeteneğe sahip insanlardan biridir” (s.126)  


Edebi değini…

Romanın “ben” dili başlayıp, son bölümün “kurgu yazar” tarafından aktarılmış olmasının  rastlantı olmadığını düşünüyorum. İlk sözün söylenmesi ile diğeri tarafından duyulup yorumlanması meselesinin,  karşılaşma formunda yazma yaratımını, yazarda doğurmuş olduğunu düşünüyorum.  İnsan, dünyaya bir yerlerden fırlatılmış ise ya da bir şeylerden üremiş ise de  kendi zihni-hissiyatı ile çıldırmamak için yarattığı en yakın sen-tanrı sesine muhtaçlığını ilkel çağlardan modern zamanlara dek şaşkınlıkla arayış içinde yaşam sürmekte. Romanın yapısını böyle bir düşünceye yakın olarak da değerlendirmek istiyorum. O sesin yansısını bazen duyan ama attığı her adımda kendi hakikatinin gitgide uzağına düşen, kendi varlığını herkesten üstün gören günümüz modern insan temsili Hilmi Aydın nezdinde.  Romanın öteki anlatıcısı-kurgu yazarı Ali Cemal’dir. Diğerine bakma cesareti gösteren. Romanı, İtiraf bölümüyle babası tarafından sürekli aşağılanan, kabul görmeyen Ali Cemal’in, babadan intikamı olarak kabul etsek de aynı zamanda babayı yok etmek değil babayı, bir anlama alanına çağrı, töze doğru bir ses olarak da görebiliriz. İzaha muhtaç dünyada o ses tılsımımız belki de tek muhatabımız olarak kalacak olsa da. Ben o sesi, edebiyatta bulduğumdan,  bana varlığımı hissettiren, hatırlatan  kendi teslisim addettiğim,  yazar-eser-okur üçlüsüne yüzümü döndüğüm kudret olarak açıklıyorum. Yaratıcı yazarların, ilhamını bu sesten, yazma kudretini de bu tılsımdan aldıklarını düşünüyorum.  

Edebiyat, çağ ne kadar değişirse değişsin klasik, modern, postmodern olsun bize o sesi, ben ve diğerinin varlığının açıklanamayan tılsımının fısıltısını farklı biçimlerde duyuracaktır.    


Romanın olaylar zinciri akışını ayrıntılı olarak bu yazıda aktarmaktan imtina edişim, olay romanı olmamasının yanı sıra, içerdiği son ile, okuru, ilk başa atacağı bilgisi. Kitabı karakterlerin durumlar karşısında konumlanışı ile ruh dünyalarındaki etkisi şeklinde okumamdan kaynaklanıyor. Dünyadan Aşağı romanını “hal-i pür-melal”imizin yansıtması olduğu kadar, bu melalin cehennemine düşmenin sarhoşluğu ile mutlak kader olarak algılanmaması ayıklığını, bir arada içermesi bakımından da önemli buluyorum. Gaye Boralıoğlu Dünyadan Aşağı romanıyla, kendi üslubuyla ördüğü kurgu ile zamanın ruhunu yansıtma yaratımının yanı sıra, tılsımın da varlığını fısıldayan, romanın sınırlarını genişleten senfonik bir eser yaratıyor.


** Karen Horney, Psikanalizde Yeni Yollar, Öteki yay. 2007, İstanbul.


DÜNYADAN AŞAĞI

Gaye Boralıoğlu

İletişim Yayınları, 2018

274 s.


Comments


bottom of page