top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıŞule Tüzül

"Erken büyümek zorunda kalanların kemiklerinin sesi"

Şule Tüzül, Charles Dickens ve Paul Auster gibi pek çok yazarın eserini dilimize kazandıran Işıl Aydın ile ilk romanı En Uzun Yol üzerine söyleşti: "Kurgunun bel kemiğini gerçekle kurulan- kurulamayan temas oluştursun istedim ve dil de buna uyum sağlasın. Gerçekten sapılan noktalarda dil de doğrusallıktan, alışıldık olandan sapsın istedim sanırım. Ama dediğim gibi bu üzerine düşünüp de tasarladığım bir şeyden çok hissini bildiğim, dilin dümenini de sürekli o hisse doğru kırdığım bir süreçti. Kendiliğindenlik esastı yani."



Işıl Aydın'ı ilk öykü kitabı Cemal ve Soysuzluk ile tanıdım. Diline ve kurgusuna hayran olduğum bir yazar bulmanın sevinciyle ikinci kitabını beklerken bu kez bir romanla çıktı okurlarının karşısına. En Uzun Yol mart ayında Kafka Yayınları tarafından yayınlandı. Charles Dickens ve Paul Auster gibi pek çok yazarın eserini dilimize kazandıran Işıl Aydın, yaşamının yaklaşık on yılını dünyanın farklı coğrafyalarında ve kültürlerinde geçirmiş. Farklı coğrafya ve kültürlerden edindiği deneyimler kadar yıllar içinde biriktirdiği edebiyat deneyimi, karşımıza özgün bir yazar çıkarıyor. 


Cemal ve Soysuzluk öykülerinde olduğu gibi En Uzun Yol'da da Işıl Aydın masalsı ve fantastik bir dünya sunuyor. Bu dünyanın günlük yaşamımızla çok benzerlikleri var ama Aydın'ın anlatım dili hikâyeyi fantastik bir yere taşıyor. 



1- Yazar olmayı ilk ne zaman düşündün? Cemal ve Soysuzluk'a kadar olan süreç nasıl geçti? 

Lisede çevirmen olmayı düşündüğümü hatırlıyorum. Bir köşede oturup bütün gün kitaplarla haşır neşir olma fikri çok cazip geliyordu. Lise ve üniversitede sürekli soyut notlardan oluşan günlükler tutarken, üniversitede ufak tefek öyküler yazmaya kalkıştım. Edebiyat çevirisi yapmaya başlayıp daha fazla metin üretir oldukça gördüm ki hayal gücüm dört nala koşuyor. Hatta kimi zaman çevirdiğim metinlerin önüne geçiyor. Sanırım işte o sıralarda kendim için de kalem oynatma vaktinin geldiğini hissettim. 


İlk öykü kitabımı 2007’de yazmış, 2008’de Türkiye’nin en büyük yayıncılarından biriyle 2010’da basılması şartıyla bir sözleşme bile imzalamıştım. Ancak yurdum yayıncılığının dikenli yollarına saplanıp kalacağım aklımın ucundan geçmiyordu henüz. İki sene bekletildikten sonra bir editör değişikliğiyle gelen fikir değişikliği sonucu yayınevi dosyamı yayınlamaktan vazgeçtiğini söyledi. O zamanlar zaten Türkiye’ye sadece arada bir geliyordum ve bu haberi aldığımda da başka bir ülkeye doğru yola çıkmak üzereydim. Hüsranımı aldım sırt çantama koydum ve ardıma bakmadan yola devam ettim. Dosyayı ne bir başka yayıncıya gönderdim ne de kalemi elime aldım uzunca bir süre. Ta ki 3-4 sene sonra yazı beni tekrar çağırıncaya kadar. Sonra yine yollar, yeni metinler, yurda dönüş ve birilerinin teşvikiyle eski defterleri açıp tekrar yayınevi arayışına düşmeler…Velhasıl, Cemal ve Soysuzluk’a kadar olan süreç önce çok heyecanlı, sonra hayal kırıklığıyla dolu ve nihayetinde de buruk bir yeniden doğuş biçiminde oldu. 


2- En Uzun Yol'u yazmaya ne zaman karar verdin? Seni bu romanı yazmaya iten ne idi? 

Aslında ilk taslağı 2012’de yazmaya başladım. Son derece sezgisel bir başlangıçtı bu. Genelde böyle başlıyorum metinlere. Bir imge ya da hissin peşinden kalemin savrulmasına izin veriyorum bir süre. Bilinçaltı-dışı her nerede ne varsa yüzeye sızmasına müsaade ettikten sonra başlıyorum üzerinde çalışmaya. Bu metne de öyle başladım. Gerçeğin doğası, zihnin doğası, görmek- görmemek, gitmek-kalmak gibi temalar üzerine düşünüyordum ve bunlara dair çeşitli sezgilerim vardı. Bunları önce imgelere sonra bir iskelete bağlaya bağlaya yol aldım. Yazmaya başladığımda yollardaydım, bitirdiğimde uzun süredir yerleşik hayatta. Metin benim dönüşümümü de yansıtır biçimde yıllar içerisinde değişti, evrildi, baştan yazıldı ve geçen yılın başlarında nihai şeklini aldı. 


3- Işıl Aydın nasıl bir yazar deseler sen ne cevap verirsin? 

Dile dökülmesi zor olanın peşinden gitmeyi seven biri belki. Bir de oyun oynamayı seven biri. 


4- Edebiyatın hayatındaki yeri nedir? Yazmasam yaşayamam diyen yazarlardan mısın?

Edebiyat dönem dönem farklı anlamlar taşıdı benim için. Edebiyatın hayatımın can damarı olduğu bir dönemim de oldu, kitap, yazı görmek istemeyip sadece sessizce oturup dağı taşı gözlemlemek istediğim bir dönemim de. Ya da bu bunların seri bir şekilde birbiriyle yer değiştirip durduğu kaotik dönemlerim de. Ama bugün görüyorum ki eninde sonunda elim yine o kitaba, o kâğıda ve kaleme uzanıyor illa. 


5- En Uzun Yol'un editörü Mahir Ünsal Eriş. Türkiye'de pek karşılaşmadığımız bir durum bir yazarın başka bir yazara editör olması. Nasıl oldu bu? Nasıl bir çalışma süreciniz oldu?

Mahir ve eşi Oylum ile Bodrum’dan arkadaşız. Açıkçası tanıştığımız ilk günden beri yazma konusunda beni sürekli destekleyerek hep yanımda oldular. Öykülerden sonra bu roman ortaya çıkınca, Mahir böyle bir öneriyle geldi ve ben de tabii ki bunu büyük bir mutlulukla kabul ettim. Hem bir yazar olarak beni anlayacağını bildiğim, hem de dil ve kurgu konusundaki yetkinliğine çok güvendiğim için. Sırtımı güvenle yaslayabileceğim bir editör bulmuştum, daha ne isterdim! Bunun rahatlığıyla giriştiğim, elbette ki zaman zaman çatışmalı ve zorlayıcı ama sonuçta harika bir süreç oldu. 


6- İyi kitaplar hep bir şeyin sesi oluyorlar diye düşünüyorum bir süredir. Vigdis Hjort Miras isimli romanı için, anlatacak çok önemli bir şeyi olan ama kimsenin dinlemediği birinin sesi, diyor. Marilynne Robinson'un Evlerden Uzak isimli romanı için ise Amerikalı bir akademisyen, var olamayan, yok olarak varlığını sürdüren birinin sesi olduğunu söylemişti. En Uzun Yol kimin ya da neyin sesi? Ben romanda da geçen ifadeyle bir ağacın kıpırtısızlığının sesi olduğunu düşünüyorum.

Hiç bu şekilde düşünmemiştim aslında ama şimdi kendime bu soruyu sorunca şöyle bir yanıtla karşılaştım: Erken büyümek zorunda kalanların kemiklerinin sesi, hani büyüme ağrısı verir ya kemikler, işte onların sesi ve yerkabuğunun kırılma sesi… Bunların birbirine karıştığı bir ezgi duyulabilir sanki metinde alttan alta.


7- En Uzun Yol bir ilk roman olmasına rağmen usta bir yazarın dil ve anlatımını görüyoruz. Bu dil nasıl doğdu ve gelişti? 

Bu dil sezgisel olarak gelişti. Anlatılması, tarifi güç olanı anlatmaya çalışırken ve bunu çok katmanlı, biraz örtük ve gerçek algısını zorlayıcı bir şekilde yapmaya çalışırken kendiliğinden ortaya çıktı. Usta işi mi bilmem ama ben bu metinde doğrusallığın sınırlarını her anlamda zorlamak istedim. Kurgunun bel kemiğini gerçekle kurulan- kurulamayan temas oluştursun istedim ve dil de buna uyum sağlasın. Gerçekten sapılan noktalarda dil de doğrusallıktan, alışıldık olandan sapsın istedim sanırım. Ama dediğim gibi bu üzerine düşünüp de tasarladığım bir şeyden çok hissini bildiğim, dilin dümenini de sürekli o hisse doğru kırdığım bir süreçti. Kendiliğindenlik esastı yani.


8- Işıl Aydın'ın edebiyatı hangi alanlardan besleniyor? Örnek aldığın ya da yakın bulduğun yazarlar kimler?

Sanırım sürekli mevcut gerçekliğe, zihnin kalıplarının ya da alışkanlıklarının dayattığı gerçekliğe meydan okuyan, bu alanı kaşıyan bi kalemim var. Bunu yaparken de illaki doğanın tam ortasına düşüyor metinler. Başka türlüsünü hayal edemiyorum. Yani sanki insanın kendini doğayla ayrıştırmasına, onun dışına konumlayıp oradan bir yerden konuşup durmasına bir isyanım var. Sürekli bu saçılmışlığı tekrar aynı resimde toplamaya çalışıyor gibiyim. Dolayısıyla hem doğadan hem bilinç dışından besleniyorum diyebilirim. Yenilikçi ve şaşırtıcı metin ve yazarlardan ilham alıyorum genelde. Şeylerin arasındaki boşluklara gözlerini dikmiş bakanlardan ya da hiç olmadık işlere girişenlerden. 


9- En Uzun Yol'da ana kahramanlardan Ananda'nın büyükannesi Sine harika masallar anlatıyor. Romanın fantastik dünyasını zenginleştiren masallar. Bunlar nasıl ortaya çıktı?

Bunlar Sine’nin alışıldık bir büyükanne- ebeveyn kalıbının dışında düşünen ve hareket eden bir karakter olması fikriyle birlikte ortaya çıktı. Yani istedim ki Sine öyle biri olsun ki koruyup kollama fikrinden anladığımız ne varsa buna meydan okusun. Çocukları büyütmek yerine onları özgürleştirsin. Kendi yaralarını sarmak, onlarla baş etmek için geliştirdiği (doğru ya da yanlış) yöntemde ısrarcı olsun ve mantığın uzağında- sezgiselliğin yakınında kalmak arzusundan ödün vermesin. Bu da masal anlatmaktaki ısrarcılığıyla kendini göstersin. Ama o masallar da muğlaklıktan beslensin. Yol göstermekten, hisse çıkarmaktan çok kafa karıştırmaya yarasın. Dinleyenin canına tak ettirsin ki arayışı tetiklesin.


10- Yazarken okuru ne kadar düşünüyorsun?

Ben okuru epey düşünüyorum aslında ama düşündüğüm şey daha çok onu nasıl allak bullak edeceğim minvalinde oluyor. Şimdi hep birlikte nasıl şaşırır, nasıl dağılır sonra tekrar birleşiriz gibi şeyler düşünüyorum. Kapalı bir anlatım kullandığımı düşünüyor genelde insanlar ve bunun da çok okur odaklı bir yaklaşım olmadığını. Oysa ben metni örterek anlamı açmaya çalışıyorum. Anlamı bu sayede çoğaltmaya, anlam alanını genişletmeye uğraşıyorum. Zorlayıcı bir yaklaşım belki bu. Ama herkes gibi ben de anlaşılmak kaygısıyla yazıyorum nihayetinde. Belki bir o kadar da sezilmek arzusuyla. 


11- Romanının anlatıcı karakteri bir kız çocuğundan genç kızlığa doğru yol alıyor. Bir kadının büyüme hikâyesini de içeriyor roman. Buna rağmen kahramanlarının cinsiyetlerine ve cinsel rollerine dair çok az betimleme var, yok denecek kadar az. Cinsiyetler üstü bir metin diyebilir miyiz En Uzun Yol için?

Cinsiyet, üzerine düşündüğüm meselelerden biri olmadı bu kitapta. Hikâyeyi toplumsal roller, tanımlar, akıl yürütmeler alanının dışında bir yerden, daha geniş bir düzlükten anlatmaya gayret ettim. Ben yazarken Ananda’yı hep ergenliğinin sonlarına yaklaşmış bir erkek, anlatıcıyı ise ergenliğinin başlarında bir kız çocuk olarak hayal ettim ama bu başka türlü de hayal edilebilir elbette. Sadece bendeki resim buydu. O nedenle bu metni bir yönüyle, aniden büyümek zorunda kalan iki çocuğun hem bunu sindirmeye çalışma hem de buna isyan etme hikayesi gibi okuyabiliriz. Ve daha pek çok farklı biçimde. 


12- Romanının en önemli özelliği hikâyenin doğayla olan etkileşimi. Ana kahramanın arayışının rotasının belirlenmesinde doğa özel bir yere sahip. İnsan doğa ilişkisine hiç bakılmamış bir açıdan bakma çabasını görüyoruz. Romanı yazmadan önce ve sonra doğaya bakış açında değişimler oldu mu? 

Doğaya hiç bakılmamış bir yerden bakabiliyor muyum bilmiyorum ama az önce de dediğim gibi hikâyeyi biraz toplumsal alanın dışında bir düzlükten anlatma çabam olduğunu söyleyebiliriz. Bu da ister istemez sizi dağların, denizlerin, ovaların ortasına sürüklüyor. Yer yer toplum öncesi döneme, mitolojik düzlüklere, hatta insanın bile olmadığı zamanlara kadar uzanabiliyor hayal gücü. Sanki aklımızla bilmediğimiz, kavrayamadığımız ama bedenimizde hissettiğimiz bir alan var ve bu alan yazı üzerinden keşfedilebilir mi, bir hikâye buranın kıyısından yazılabilir mi gibi bir arayıştı benimkisi. Romanı yazmadan önce ve sonra doğaya bakış açımda bir değişim olmadı açıkçası, Ben doğayı hep devasa, kapsayıcı bir bütün olarak algılıyordum, hani insan, üzerinde ne kadar tepinirse tepinsin buna tınmayan, arada bir silkelenip bütün görkemiyle var olmaya devam eden bir şey gibi. Hâlâ da öyle düşünüyorum.


13- Bir gezginsin. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşamışsın. Bu deneyimlerin edebiyatına etkisi öykülerinde ve romanında görülüyor. Bu deneyimlerin edebiyatını nasıl etkilediğini düşünüyorsun?

Gezginden çok göçebe ruhlu biriyim diyebilirim. Kendimi yabancı ortamlara fırlatıp oralarda yeni biçimler alarak yaşamaya çalışmak bana yerleşiklikten çok daha anlamlı ve doyurucu geliyor. Ve sahiden de epey bir süredir yerleşik hayatta olsam da, geçmişte teptiğim yolların beni ben yaptığını söyleyebilirim. Sanki hayatla ilgili en temel, en can alıcı bilgileri, deneyimleri yolda edindim ve yine içimdeki en büyük kırılmalar, değişimler hep yolda oldu. Bunu genel bir genişleme ve özgürleşme hissi olarak tanımlayabilirim. Bütün bu yer değiştirmelerin bence kalemimi özgürleştirmenin yanı sıra aklımı çok acayip ve çeşitli imge, mekân, karakterle doldurmak gibi bir etkisi de oldu. Masanın başına geçtiğimde çocukluktan bildiklerimle yollarda görüp öğrendiklerim cümleten dökülüp saçılıveriyorlar ortaya. 


14- Edebiyat yolculuğun nasıl devam edecek? 

Şu anda koca koca dağlar ve yabancılık ile ilgili bir roman üzerinde çalışıyorum. Bakalım neler olacak.

Comments


bottom of page