top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Kadınlık, yalnızlık ve bilinmeyene direniş

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 2 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Gülsel Ceren Güneş, Jacqueline Harpman’ın Erkek Nedir Bilmezdim romanı odağında yazdı: "Distopya olarak tanımlanabilecek bu eserde ne bir politik rejim var ne de belirgin bir felaket geçmişi. Romanın evreni; neden-sonuç zincirlerinden kopmuş, zaman ve mekân duygusundan arınmış bir boşluk. Bu boşlukta ise, yeraltındaki bir kafeste kırk kadın yaşıyor. Bu durum, romanın baştan sona taşıdığı varoluşsal sessizliğin kaynağını oluşturmuş."



Jacqueline Harpman’ın 1995’te kaleme aldığı, Türkçeye Lale Bulak tarafından Erkek Nedir Bilmezdim (Moi qui n'ai pas connu les hommes) adıyla çevrilen romanı, edebiyat tarihinde benzersiz bir yerde duruyor. ​Aynı yıl prestijli Fransız edebiyat ödüllerinden biri olan Prix Femina'da finale kalması da hiç tesadüf değil. Distopya olarak tanımlanabilecek bu eserde ne bir politik rejim var ne de belirgin bir felaket geçmişi. Bu da onu diğer distopik eserlerden keskin bir şekilde ayırıyor. Romanın evreni; neden-sonuç zincirlerinden kopmuş, zaman ve mekân duygusundan arınmış bir boşluk. Bu boşlukta ise, yeraltındaki bir kafeste kırk kadın yaşıyor. Bu durum, romanın baştan sona taşıdığı varoluşsal sessizliğin kaynağını oluşturmuş.


Erkek Nedir Bilmezdim’in neredeyse tamamı bir bilinmezlik üzerine kurulu: Kadınlar neden orada? Dünyada ne olmuş? Bu gardiyanlar kim? Dış dünya nasıl bir yer? Harpman, bu soruları yanıtlamıyor. Yanıt vermemesi edebi bir tercih; böylece romanı politik bir eleştiriden çok varoluşsal bir deneyime dönüştürmüş oluyor. Anlatıcının geçmişi, geleceği ve hatta bir adı bile yok. Bu yokluklar, roman boyunca bir yük gibi hem anlatıcının hem okuyucunun omuzlarında taşınıyor. Kendisine öğretilmeyenleri sonradan öğrenmeye çalışırken, okuyucu da onunla birlikte düşünmeye ve sorgulamaya başlıyor.


Anlatıcının çocuk yaşta kafese alınmış olması, onu diğer kadınlardan ayırmış. Hatta sürekli dışlanmışlık hissi yaşıyor ve okuyucuya da yaşatıyor. Cinselliği, şefkati, kadın olmayı bile bilmiyor. Bunda fiziksel temasın yasak olması ve herhangi bir duygunun gözle görülür şekilde yaşanmasının cezalandırılmasının da etkisi var elbette. Diğer kadınlar geçmişlerini hatırlayarak konuşuyorlar; kafese bebekken konulmuş anlatıcı ise bu konuşmalara anlam vermeye çalışıyor. Bu açıdan roman boyunca anlatıcının zihinsel gelişimine de tanıklık ediyoruz. Başta yalnızca gözlemleyen bir çocukken zamanla düşünen, sorgulayan, kavrayan bir bireye dönüşüyor. Bu gelişim süreci, Harpman’ın romanındaki en önemli anlatı katmanlarından biri.


Romanın isminin çarpıcılığı, içeriğiyle doğrudan ilişkili: Erkek Nedir Bilmezdim. Bu ifade, sadece bir eksikliği değil, aynı zamanda bir özgürlüğü de ima ediyor. Anlatıcı, toplumsal cinsiyet rolleriyle hiç tanışmamış. Erkeklik ve kadınlık üzerine kurulu olan eski sosyal düzenin hep dışında kalmış. Bu durum, ona bir yönüyle dışsal baskılardan arınmış bir bakış kazandırıyor, fakat aynı zamanda derin bir anlam boşluğuna da sebep oluyor. Kadın olmayı kadınlardan duyar, ama hiçbir zaman o rolleri deneyimlemez. Ne doğurmuştur ne doğurabilir -hatta regl olmaz- ne arzulanmıştır ne de arzulamıştır. 


Bu noktada Harpman’ın romanı, toplumsal cinsiyetin kültürel bir inşa olduğunun altını çiziyor. Anlatıcıya göre kadınlık doğuştan gelen bir özellik değil, öğretilmiş ve deneyimlenmiş bir kimlik. Erkekliği bilmeden kadın olmak, onun için mümkün değil. Dolayısıyla “erkek nedir bilmemek,” aynı zamanda “kadın nedir bilmemek” anlamına da geliyor. Roman, bu çift taraflı eksiklik üzerinden, kimlik inşasının ne kadar kırılgan ve bağlamsal olduğunu çıplaklıkla gösteriyor.


Romanın başından sonuna kadar süren en güçlü atmosferik öğe sessizlik. Kadınlar uzun yıllar boyunca aynı kafeste yaşıyor, düzenli aralıklarla gelen adamlar onlara yiyecek veriyor ve asla konuşmuyor. Konuşmayan, iletişim kurmayan bu erkek figürleri, hem tehdit hem de çok büyük bir muamma olarak kalıyor. Anlatıcının tüm çabası, bu sessizlik içinde bir anlam kurmaya çalışmak üzerine.


Eser boyunca yazarın bir psikanalist olmasının da büyük etkisini görüyoruz. Harpman, sessizliği yalnızca dışsal bir baskı olarak sunmuyor. Aksine sessizlik, romanın felsefi zemini. Dilin, iletişimin ve anlamın yokluğu; bireyin kendini ve dünyayı anlamlandırmasını sekteye uğratır. Bu sebeple de anlatıcı, insan olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, aynı zamanda anlamsızlığa karşı bir varoluş mücadelesi veriyor. Zaten roman karakterlerinin hepsi Kafkaesk bir boşlukla çevrili: Kimse neden orada olduğunu bilmez, ama herkes oradadır.


Romanın ilerleyen bölümlerinde kadınlar kafesten kaçmayı başarıyorlar ama bu kaçış dahi geleneksel anlamda bir özgürlük anlatısına dönüşmüyor. Dış dünya, iç dünya kadar belirsiz bir şekilde yansıtılmış. Romanın sunduğu özgürlük, kapıların açılması değil, zihnin yavaş yavaş uyanması.


Erkek Nedir Bilmezdim, çoğu distopya romanından farklı olarak büyük anlatılardan, siyasi rejimlerden ve teknolojik felaketlerden arınmış bir eser. Bu anlamda Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü gibi sistem eleştirisi yapan distopyalardan belirgin bir şekilde ayrılıyor. Atwood’un romanında Gilead rejimi, kadınların bedenini kontrol eden, doğrudan eleştirilebilecek bir sistem. Harpman’ın dünyasında ise sistem yok, sadece durum var. Kadınların hapsedilmesini sağlayan güç, tanımsız ve soyut. Bu soyutluk, romanı politik olmaktan çok felsefi kılıyor.


Yine de her iki romanın ortaklaştığı önemli bir alan var: Kadın deneyiminin sınırları ve kırılganlığı. Atwood’un anlatıcısı geçmişini hatırlayarak kimliğini korumaya, Harpman’ın anlatıcısı ise hiç tanımadığı bir kimliği kurmaya çalışıyor.


Romanın önemli bir diğer boyutu da zaman algısının yıkılması. Kadınlar, kaç yıl geçtiğini bilmiyorlar. Takvim yok, saat yok. Kendi kalp atışlarınızı sayarak saati tahmin etmeye çalıştığınızı hayal edin… Bu zamansızlık, onların yaş aldıklarını bile fark etmelerini engelliyor. Romanın başında genç olan kadınlar, romanın sonunda yaşlanmış oluyorlar. Fakat bu yaşlanma bile bir hikâye taşımıyor. Harpman, binlerce soruya ek olarak zamanın ve mekanın ortadan kalktığı bir evrende insan olmanın ne anlama geldiğini de soruyor. Bu sorulara kesin yanıtlar vermesini bekliyorsanız çok yanılıyorsunuz. Çünkü belli ki Harpman cevaplamak değil sormak ve sorgulatmak istemiş. Anlatıcının “hiçbir şey bilmeden” büyümesi bile okuyucuyu bilgiyle olan ilişkisini sorgulamaya itiyor. 


Bilmek özgürlük mü? Yoksa bilmemek bir çeşit korunma mı sağlar? Bilmeyenler bilenler tarafından doğal olarak dışlanmış olmuyor mu? Sorarak bilmek mümkün mü? Kadınlık öğretilen bir şey midir? Özgürlük gerçekten var mıdır? Sessizlik bir şiddet mi yoksa bir sığınak mı?


Bir distopyada olmamıza gerek yok; bu sorular, günümüz toplumunun da hâlâ mücadele ettiği konularla ilgili. Harpman’ın sessiz ama derinlikli distopyası ise gürültülü çağımızda yankılanan bir içsel çığlık. 


Roman sayesinde; erkekleri tanımamış bir kadının gözünden insan olmanın ne demek olduğunu yeniden düşünmek, sadece edebi değil, aynı zamanda felsefi bir deneyim.



ERKEK NEDİR BİLMEZDİM

Jacqueline Harpman

Doğan Yayınları, 2004

Çeviri: Lale Bulak

Tür: Roman

154 s.

Comentários


bottom of page