top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

"Yaşananlardan çok yaşanma ihtimali olanları anlatmak çekici geliyor. Yazarın 'malzemesi' kendisi olursa anlatının biraz kısır kalacağına inanıyorum."

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

Ayşegül Şahin yazdı: "İlk romanı “Devridaim” ile Turgut Özakman İlk Roman Ödülü ve Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülen Ezgi Tanergeç, edebiyat dünyasındaki yolculuğuna ikinci kitabı Geç Kalanlar Kümesi ile devam ediyor."



İthaki Yayınları’ndan çıkan bu yeni roman, yıllar sonra bir araya gelen dört lise arkadaşının hikâyesini anlatıyor.


* Yeni kitabınız Geç Kalanlar Kümesi'nde Erkin Koray’ın “Akrebin Gözleri” şarkısının önemli bir rolü var. Kitabı da Erkin Koray’a ithaf etmişsiniz, onunla başlayalım. Nasıl bir yeri var usta sanatçının sizin hayatınızda?

- Erkin Koray çok değerli bir sanatçı. Müziğinin dünya standartlarında olduğunu düşünüyorum. Ve bizim topraklarımıza, bizim neslimize denk geldiği için, canlı dinleme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Fakat “Akrebin Gözleri” şarkısının ayrı bir yeri var bende. Çok titiz bir çalışmanın ürünü. Sözleriyle, anlamıyla bir metafor olarak da romanda yerini almış oldu. Roman yazmanın zor ve yorucu taraflarının yanında böyle güzellikleri de olabiliyor. Yazar bazen kendini şımartma imkânı buluyor, gittiği kafede istediği müziği dinleyemese de kendi romanına istediği müziği ekleyebiliyor. Bu özgürlük de işte yazar olmanın küçük avantajlarından...


* Romanda paralel kurguyla dört arkadaşın geçmişte, lisede okurken ve günümüzde yaşadıkları olaylara şahit oluyoruz. Gelişim sürecinin en önemli evrelerinden biri lise yılları. Sizde nasıl etkiler bıraktı o dönem? Kendi yaşadıklarınız mı ilham verdi romanınıza?

- Ben kendi yaşadıklarımdan yola çıkmıyorum genelde. Yaşananlardan çok yaşanma ihtimali olanları anlatmak çekici geliyor. Yazarın “malzemesi” kendisi olursa anlatının biraz kısır kalacağına inanıyorum. Hani derler ya; “Anlatsam roman olur”, aslında bence yazar, başından çok şey geçmiş kişi değildir. Her şeyden önce etrafındakilere farklı gözle bakabilen, gözlemlerini yetkinlikle yorumlayıp sıradanlıktan uzak, güzel bir üslupla aktarabilendir. Küçük şeylerden de derin hikâyeler çıkabilir. Bunu yapmak için çabalıyorum. Lise yıllarına gelecek olursak, dediğiniz gibi gelişim sürecinde önemli bir evre olduğunu ben de düşünüyorum. Yaşamdaki pek çok kırılma noktası liseye denk geliyor. Teknolojik olarak da karşılaştırma yapmak istediğim dönem, kahramanlarımızın lise dönemine denk geldi. Yakın geçmiş olmalıydı. Hem bu sebeplerden hem de kalıcı arkadaşlıkların temellerini attığı için lise sürecini dahil ettim.


* Yazarken kendi yaşadıklarınızdan yola çıkmadığınızı söylediniz ama “Her karakter yazarından izler taşır” derler, romanın ana karakteri Yasemin hangi yönleriyle Ezgi Tanergeç?

- O kısım okuyucunun hayal gücüne kalır genelde. Bazı okuyucu yazarla paralellik kurmak ister, bazısı da bununla ilgilenmez. Tam olarak bilinmeyecek tabii Yasemin ne kadar Ezgi, Ezgi ne kadar Yasemin... Ben kendimi çok benzer bulmuyorum Yasemin’e. Ama bir küçük ipucu verebilirim: “Saat sabahın yedisi!!” (Gülüyor) Böyle başlıyor hikâyemiz... Ben de Yasemin gibi o saatte uyanmaktan hoşlanmıyorum mesela.


* Peki siz de okulda derslere hep geç kalanlardan mıydınız?

- Hayır, ben fiziksel olarak bir yere geç kalmam genelde. Saati belli olan durumlarda istisnalar hariç dakik biriyim. Bekletmeyi de sevmem. Hayatta bir şeylere geç kalmışlığım var mı, orası ayrı bir konu. Herkes kadar diyebiliriz. Ama artık bu yaşımda her şeyin olması gerektiği zamanda gerçekleştiği yönünde sağlam bir inanç oluşmaya başladı bende. İhmal konusunu hariç tutuyorum. Kendimizi, duygularımızı, sağlığımızı, sevdiklerimizi ihmal edersek, bu konulara gereken önemi vermezsek çok geç olabilir. Onun dışında hiçbir şey için geç değil.


* Romandaki karakterler hayal ürünü, ikisi hariç; kaybettiğiniz kedileriniz İrma ve Böcük’e de yer vermişsiniz kitabınızda. Edebi bir eserle ölümsüzleştirmiş oldunuz böylece dostlarınızı. Neler söylemek istersiniz bu konuda?

- İrma ve Böcük gerçek karakterler. Romana çok renk kattı, sıcaklık kattı diye düşünüyorum. Ben yazarken hem onları andım hem de çok eğlendim. Kediler üzerinden bazı kavramları da sorguladık romanda. İnsanoğlunun kafası o kadar karışık ki, bazen cevapları bulmak için işin en doğalına, en yalınına, başlangıca dönmek gerekiyor. Hayvan dostlarımız da burada bize dostluk kavramını yeniden öğretiyor bir bakıma. Dostluk da onların doğası gibi çabasız, kendiliğinden olunca çok daha farklı görünüyor.


* Robotlar, yapay zekâ, hacker’lık... Bir zamanlar hayatımızda olmayan bu kavramlar sizin kurguladığınız hikâyenin önemli bir parçası. Dijital evrendeki gelişmelerin zaman zaman korkuttuğu oluyor mu sizi de? 

- Zaman zaman ürkütücü geliyor. Bundan 30-40 yıl önce internet ağı, bağlantıdaki devrimler konuşuluyorken şimdi yapay zekâ konuşuluyor. Çocukluğumuzun bilimkurgu filmlerinin içinde yaşıyoruz. Şu anki bilimkurgu filmleri ise robotların insan türünü yok ettiği senaryolar üretiyor. Teknolojinin elbette ileriye doğru gitmesi lazım her gün, her saniye... Ama şu ana kadar insan eliyle üretilen bilgi, teknolojik gelişme adı altında insanın hizmetine sunuluyordu. Oysa şimdi bu bilgi insanla adeta yarışır hale geldi. Tehdit olarak gördüğümüz sanırım bu, insanın önüne geçebilmesi ihtimali... Hangi boyuta ulaşacağını öngöremiyoruz. 


* Radyo-TV Sinema Bölümü mezunusunuz. Sinema eğitimi almanızın da etkisinden olsa gerek, “Geç Kalanlar Kümesi” hem anlatım tarzı hem de kurgusuyla film tadı veriyor okuruna. Filmi de, dizisi de olur sanki bu hikâyenin ne dersiniz?

- Film ya da dizi olur mu onu bilemem ama romanda “film tadı” bulmanız beni mutlu etti. Belki o yılların bana sağladığı bir avantajdır. Gerçekten yazarken mekânlar, kişiler, hareketler sahnelerdeki gibi kafamda canlanıyor ve bölümleri genelde sahne mantığına benzer şekilde kurguluyorum. Böylesi anlatımlar bana da daha doyurucu, daha hoş geliyor. Romanda sinema öğelerinden yararlanmak bence mantıklı. Özellikle tercih ettiğim bir metot değil aslında ama fikir o şekilde çıkıyor genelde benden. Herhangi bir olayı ya da kişiyi de mekân- zaman ilişkisi içinde bir zemine oturtmadan anlatmaya başlayamıyorum. Bu da senaryo gibi düşünme alışkanlığının bir uzantısı olabilir.


* Sizi daha yakından tanıyalım. Televizyon sektöründe çalışmış, bir dönem de basın danışmanlığı yapmışsınız. Ardından kendi işinizi kurmuşsunuz. Hangi alanda çalışıyorsunuz? Edebiyatla buluşmanız nasıl oldu?

- Basında çalıştım, basın danışmanlığı yaptım. Sağlık sorunlarımdan dolayı başladığım medikal pilatesi meslek haline getirdim. Kendi işimi kurdum. Ama edebiyat hep vardı. Çocukluğumdan beri yazıyorum. İlk romanımı oturup yazmam yaklaşık 2 yıl sürdü diyelim. Ama bunu o 2 yıllık süreçle sınırlayamayız. Kimse durduk yere bir anda roman yazmaya başlayamaz bence. Mutlaka öncesinde bilinçli ya da bilinçsiz olarak biriktirdikleri vardır, yıllardır var olan bir anlatma isteği ve anlatma becerisi vardır. Bende de yıllardır uzun soluklu bir şeylere imza atma isteği vardı ama nereden başlayacağımı bilmiyordum. Zaten mesele oturup başlayabilmek. Şu an tam zamanlı yazarlık yaptığımı söyleyebilirim.


* İlk romanınız “Devridaim”, Turgut Özakman İlk Roman Ödülü ve Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görüldü. Edebiyat dünyasındaki yolculuğunuzun ödüllerle başlaması bir ayrıcalık tabii. Nasıl bir sorumluluk yüklüyor bu durum insana? Ne fısıldıyor bu ödüller kulağınıza?

- Çok güzel şeyler fısıldıyor. Yazdıklarımın okuyucu nezdinde bir karşılığı olduğunu, doğru yolda olduğumu söylüyor. Ürkek, korkak çıktığım bu yola bildiğim gibi devam etmem gerektiğini söylüyor. Sorumluluk yüklediğini düşünmüyorum. Cesaretlendirdiğini ve güç verdiğini düşünüyorum. Çünkü yazmaya devam etmek istiyordum zaten, ödülü aldığımda ikinci romanı da yeni tamamlamıştım ve ona da aynı şekilde özenmiştim. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ve öyle devam edeceğim. Ödül almasaydım da yine elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacaktım, durum değişmedi. Bu aynı zamanda yeni yazarlar için, genç arkadaşlar için de umut veren bir durum olabilir bence. Çünkü ben ilk ödülü (Turgut Özakman İlk Roman Ödülü) aldığımda bu camiayla, yayın dünyasıyla hiçbir bağlantım yoktu, çevrem yoktu, kimse beni tanımıyordu. Elimde sadece kalemim, klavyem vardı. Dikkati çeken, yazdığım roman oldu. Orhan Kemal Roman Armağanı ise bugüne kadar edebiyatımıza yön vermiş, çok usta isimlere verildiği için ilk romanımla ödül almak benim için çok şaşırtıcı ama çok gururlandırıcı oldu. Pek çok usta ismin arasından, o senenin kitapları arasından öne çıktı ve seçildi. Bu demek oluyor ki yayıncılık hayatında başarı çok zor olsa da gerçekten iyi yazılmış bir eser varsa bir şekilde yerini buluyor. Yazar adayları da bunu görerek “Ben de yapabilirim” umuduyla yazabilir ya da yarım bıraktıkları eserlerini tamamlayabilirler. 


* “Deli Sabri” adında uzun metraj bir film senaryonuz da varmış. Ne zaman buluşacak sinemaseverlerle? 

- Bilemiyorum onu... Ama bir gün çekilmesini isterim tabii. Urla’nın kurtuluş mücadelesi ile ilgili bir senaryoydu. Ama savaştan çok cephe gerisinde neler olduğunu, Rum kesimle Türk nüfus arasındaki ilişkilerin nasıl değiştiğini, neye dönüştüğünü anlatıyordu. Büyük dedemin hikâyesinden esinlenerek yazmıştım. Umarım bir gün ete kemiğe bürünür ve izlenir.


* Daha çok hangi yazarları takip eder, hangi türde kitaplar okursunuz? Ve bir başucu kitabınız var mı?

- Başucu kitabım yok. Okuma alışkanlıklarım zaman içinde benimle beraber değişti, evrildi. Son dönemi ele alırsak daha çok roman okuyorum ve genelde yerli yazarları tercih ediyorum. Yazar adı söylemekten imtina ediyorum, çünkü hangilerini telaffuz etsen birileri mutlaka eksik kalıyor gibi geliyor. Ama en son keşfimi belirtmekte sakınca görmüyorum: Hürer Ebeoğlu. İki romanını okudum. Özellikle “Tanrı’nın Karalama Defteri”ni çok beğendim. Absürt, başarılı bir kara mizah... Yeni bir yazar keşfettiğimde çok mutlu oluyorum. Çünkü bu kolay bulunur bir şey değil, hemen başka kitaplarını da ediniyorum.


* Son olarak; üçüncü kitap için çalışmalara başladınız mı?

- Evet. Bir projem var. Yazmaya başlamıştım ama “Geç Kalanlar Kümesi”nin yayına hazırlık süreci başlayınca hakkıyla odaklanamadım. Bir süre sonra yeniden başlayacağım çalışmama. Bu sefer çok farklı bir tür deneyeceğim. Yine heyecanlıyım... 

Comments


bottom of page