top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

50 kuşağı ve sonrası Türk, Türkçe, Türkiye öykücülüğü

“'Ben kimdir' sorusunu edebiyat tarihine 50 kuşağı ve onların modernist tavrı armağan etmiştir." Figen Alkaç Dünya Öykü Günü Foça Buluşması kapsamında 50 kuşağı ve sonrasında öykümüzü değerlendiriyor.  


Figen Alkaç



50 kuşağı öykücüleri siyasal yaşamdaki çok seslilikten, modern kültürün izlerinden, kentleşme adımları ve özellikle kültürel dönüşümlerin etkisinden payına düşeni alan öykücülerdir. Gündelik yaşamın da değiştiği 50’li yıllar sadece edebiyat alanında değil sinema, tiyatro, heykel, mimari ve daha bir çok alanda yeniliğin yılları olmuştur. Rus ve Dünya edebiyatının etkisinin yanında ayrıca İtalyan sinemasının etkisi de göz ardı edilmemelidir.


1950 öncesi edebi metinleri, akımları ve toplum hayatını yönlendiren kültürün şartladığı davranış biçimlerini yani toplumsal yapıyı değiştiren ve aslında edebiyatın ideolojiyle ilişkilenen yanını önceleyen metinler yerine bireyi önceleyen metinler yazmışlardır. Varoluşçuluk, gerçeküstücülük akımlarının dünyayı bir başka döndürdüğü zamanın anlatısıdır 50 kuşağı anlatısı.


Anlatı dilinde gerçekleşen yenilikler ile bireyin iç dünyasını daha derinlikli olarak ortaya koyabilen esnek bir dilin gelişmesini sağlamış, imge, benzetme, farklı zaman ve mekan kullanımları, rüya anlatısı gibi eskiden değerli olmayan bireyin deneyimleri anlatıya girmiştir.  Özellikle şiirde ikinci yeni, Garip gibi akımların etkisi ve sayesinde kahraman anlatısının gölgede bıraktığı sadece insan olan bireyin keşfine olanak sağlayan, iç sesin, monoloğun ve duygulara bakmanın alanı açılmış ve Avrupa edebiyatının bütünlüklü yapısı ve kahraman anlatısı bozulmuştur. Ve bana göre hep ertelediğimiz, yutkunsak da yutamadığımız ve tıkandığımız soru olan “ben kimdir” sorusunu edebiyat tarihine 50 kuşağı ve bu modernist tavır armağan etmiştir.


Yazıyı eylemsel bir yapıya da dönüştüren bir yeni anlatının alanı açılmıştır. Bu gerçek hayatta mümkün olamayacak deneyimlerin yazıda ve dil ile dile yatırılarak imkanlı kılınması demektir. O zaman bir motto olarak söylersek, geleneksel anlatının toprağı kazılmış, derine, içerden bakmaya ve gerçek hayatta deneyimleyemediğimiz şeylerin yazıda imkanlı kılınmasına alan açan yazmanın aralığı görünür olmuştur. Dar bir ışık hüzmesi olsa da zamanla yarığı genişletecek yazarlar kuşağıdır 50 kuşağı.

Dönemin lokomotifi olarak dergicilik:

 

1950 kuşağının en önemli lokomotifi dönem dergiciliğidir.  Özellikle Salim Şengil’in çıkardığı Seçilmiş Hikayeler dergisi. Bu dergi yeni form, dil, değişen tür anlatılarına alan açmış ve klasik anlatı yani toplumcu gerçekçiliğin konuları yerine (köy, işçi öyküleri, söylev ve slogan vari anlatı) bireyin iç yaşantısını ve sıkışmasını anlatan metinlerin yer aldığı yazıların yazılmasına teşvik edici olmuştur. Bu tarz tartışmalar görünür oldukça sınırlı tanım ve alanların hatları çatırdamıştır. Dergiler kabuğunu kıran yenilikler için bir zemin, alan olmuştur. Tartışıldıkça meşrulaşan bu yeni girişimler ve düşünceler sayesinde edebiyat alanındaki yenilikler yeni bir anlatıya olanak sağlamıştır. Ayrıca dergiciliğin en önemli katkısı, bu ihtiyacı gören bireylerin birlikte hareket etmeye başlaması ve ortak bir deneyimin alanının genişlemesidir.


Gerçekçi anlatı mı? Öznel anlatı mı, yerli anlatı mı yoksa batı taklitçiliğinin yapıldığı anlatı mı konuları dönemin yazar ve düşünürlerini yenilikler için cesaretlendirmiştir. Tartışmalar yeni anlatının da anlaşılmasını, görünür olmasını ve fark edilmesini imkanlı kılmıştır.

Dergiler sayesinde birlikte değişimin olanağı mümkün olmuş aynı amaç ve düşünce sahibi diğer kişilerle birlikte resmi ideolojinin temellendirmek istediği toplum yapısının kurulmasına destek olan, ilişkilenen bir anlatı yerine bu anlatının  sorgulandığı, edebiyatın ideolojiyle değil bireyle ilişkilenen ve insanın öznel anlatısına kulak veren yeni anlatının olanakları genişlemiştir.


Dergiler yeni anlatının dili, içeriği ve neliğine dair yazılara yer verdikçe değişimin farkındalığı da artmıştır. Gerçekçi anlatı mı? Öznel anlatı mı, yerli anlatı mı yoksa batı taklitçiliğinin yapıldığı anlatı mı konuları dönemin yazar ve düşünürlerini yenilikler için cesaretlendirmiştir. Tartışmalar yeni anlatının da anlaşılmasını, görünür olmasını ve fark edilmesini imkanlı kılmıştır.

        

1960 ile 1980 yıllar :

 

Krizlerle de olsa süren kapitalizmin, kutuplara ayrılmış siyasi yapının etkisiyle yazılan öykülerde öyküden ve öykücüden bağımsız gerçekçilik iddiasıyla ve kesin yargıların öfkeli, sert, buyurgan dilinin görüldüğü öyküler yazılmıştır. Bu dönemde post-modernist algının etkisi olduğu kabul edilmese de, yine de post-modernizm ve hatta biraz da varoluşçulukla ilişkilendirilebilecek kısa öyküler yazılmıştır. (Feyyaz Kayacan, Bilge Karasu, Ferit Edgü, Tahsin Yücel ve Oğuz Atay) Yazarların metafor, mecaz ve klasik yapısını değiştirdikleri ironiyle, imgesel öyküyle öyküde yaptığı yenilikler dikkat çekicidir. 1950 kuşağı öyküsünün etkileri sürmektedir.


1980 ve sonrasında:

 

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok derin kriz ve çelişkiler yaşanmış, yaşananlar nedeniyle de eleştirel, soru soran ve hatta kesin yargılardan uzak bir anlayış hâkim olmuştur dönem öykülerinde. 12 Eylül’ün etkisiyle yaşanan değişim ve dönüşüm öyküye yansıyamamıştır. Daha derin, kırık bir sesle ve yenilginin, içe dönüşün ve hesaplaşmanın ruhu vardır öykülerde.


1990 ve 2000 yılları arasında:


Ve hatta 2000’lerde de devam eden öykülerde geçmiş idrakinin suskunluğu vardır. Yaşanan siyasi ve sosyal hayattaki çalkantıların (80 dönemi) etkisiyle o dönemin suskun ve yargılardan uzak edebiyatından duydukları rahatsızlık nedeniyle kendi özgürlük ideallerini ve iç dünyalara  nüfuz etme,  duygulandırma,  heyecan  uyandırma da olmak üzere bilindik hikaye formunu bozan ve hatta   eleştiren bir yeni form oluşturmuşlardır. Bu yıllarda niceliksel olarak da patlamıştır öykü. Roman ve şiirden daha çok yazılmaktadır öyle ki; 1990- 2000 arasında  900 öykü kitabı basılmıştır.


Bunun nedenleri çok çeşitli olsa da sosyal ve siyasal yönde kısıtlanan gençlerin kendilerini ifade etme aracı olarak öyküyü tercih etmeleri nedeniyle hem modern hem de post-modern algının izlerini görebileceğimiz artan ben algısının etkisi nedeniyle yeni biçim ve biçem denemeleri barındıran farklı bir öykü ortaya çıkmıştır. Öykü sayısının artmasının nedeni öykünün modern yazım araçlarıyla çağını esnek ve dolayımsız anlatabilmeye olanak sağlayan bir form olmasıdır. Parçalanmış bir yapıya uygun bir form olan öykü bir rahatlama, içindekileri günlüğe yazar gibi yazma rahatlığına da olanak sağladığı için niceliksel olarak artmıştır. Yazılma ve okunma konusuna zaman açısından bakıldığında mevcut dönemin hızı, kargaşasına uygun  bir formdur çünkü. Küresel  kapitalizmin dünyayı tüketim  kültürü ile köksüzleştirdiği, aidiyetlerin, bireysel hazzın, mutluluğun tüketim ile ilişkilendirildiği bir dünyada ideolojik,  kültürel  ve  iletişim araçlarıyla  kuşatılmış yalnız insanın ontolojik düzlemde ilişkilenme ihtiyacı artmış, çocukluk yılları,  geçmiş,  ilk  gençlik  maceraları anlatılmay başlanmıştır.


2000’li yıllarda:

 

Özellikle hikaye unsurlarının göz ardı edilmesi nedeniyle (olay, kurgu, kahraman, zaman, mekan,) biçimsel olarak farklılaşan öykü aynı zamanda içerik ve dil olarak da değişmiştir. Karamsar, gelecek kaygısı ile yazılan daha çok da şikâyetlenen bir dilin etkisi görünür olmuştur. Değişen gerçekçilik etkisiyle köksüz, karaktersiz, zamansız kahramanlarıyla yeni öyküde neden sonuç ilişkisi de yoktur. Mekân algısı değişen, varlık zeminini kaygan bir yapıya oturtan öykülerde andan, şimdiden kopuk, toplumu kapsamayan öyküler yazılır olmuştur. O dönemin eleştirmen kuşağı bu öyküleri eleştirmiş, (çünkü 68 kuşağıdırlar) hikaye anlatımın temel yapısına dair yıkıma dikkat çekmişler, dilin zahmetsiz bir iç dökmeye dönüşmesinden rahatsızlıklarını yazdıkları yazılarla belirtmişlerdir. Felaket anlatısının imkansızlığı ve kelimelerin yetmediği, sökülen bir dilin yani yazınsal bir dil yerine biçemsel bir dilin görünür olması ile yazım kurallarının daha az önemsendiği ve hatta duraklamayan bir dilin öyküleri görünür olmuştur. Yine dönem eleştirmelerinin bilinmeyen belki de bilinse de suskunluk  perdesiyle  örtülen  her şeyi  düşünme,  kimsenin söylemeye  cesaret  edemediği  meselelerin  üzerine  gitme,  dış gerçekliğin  bireysel hayatlara  yaptığı  etkileri  dile  getirme  sorumluluklarını yerine getirmediği için eleştirdiği öyküler yazılmıştır. Toplumsal meselelerden (sınıf farklılıklarından,  eşitsizlikten,  baskı  ve  zulümden) uzak okur dostu olmayan öyküler yazılıyor eleştirilerine maruz kalan dönem yazarları göz ardı edilemeyecek kadar başka öyküler yazmışlardır.


2000’li yıllar ve sonrasında:

 

Farklılaşan insan, inanç ve kent kavramları öykülere yansımaya başlar. Son dönemlerde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmenin de etkisiyle gelenekçi öykü yapısının değişimi sadece zaman, karakter, kurgu ve olay anlatısı bağlamında olmamış, mekân anlatısını da değiştirmiştir. Değişen mimariyle evden, komşudan, mahalleden uzaklaşmanın anlatısı geçmişe atıflarla çalışan bir hafızanın değil parlak, çarpıcı an ve şimdi’nin ruhunu yansıtacaktır. Kentleşmeyle yüzleşme ve etkisinin yıkımı, krılması, çocukluğu, sokağı ile bağdaşmayan mahalle, sokak komşu yititmi, yalnızlık, bunalım, yabancılaşma, anomi, teknolojik insane, üereten bireyden tüketen ve tükenen bireye dönüşüme süreci,

Bana göre en büyük değişim modern insanın hazla parçalanan mutluluk algısı başta olmak üzere tüketim, etik, evrensel değerler, inanç sistemleriyle ilişkisinde görülür. Ana temanın, anlatının küçük bir parçasında çakıp söndüğü, hareketli bir yapı içinde süren bir yeni öykü anlayışı olarak da görülebilir bu değişim öykülerde. Bütün’ün iflasının en iyi yansımasıdır bu değişim. Tanımların alanından uzaklaşılan, dünyanın içinde araçsallaştırılan yazma pratiği yerine kadın, doğa, hakikat, düşünce ve inanç sistemlerinin başka’ya alan açan anlatısına tanık olduğumuzu düşünüyorum. Bu bakışın da zamanla bizi en yüksek iyi’ye yönelteceğine inanmak istiyorum. Bu anlamda öykünün süreç içerisinde daha çok sese, çarpıntı ve heyecana, duyguya kulak kesileceğini ve oradan birlikte mümkün’ün alanına imkân yaratacağını biliyorum demek istiyorum.

 

 

Comments


bottom of page