Bir başka yaşamın bir başka insanı: Foucault
tan doğan yazdı: "İçine bükülen, imgelerden simgelere yolculanan, kimi zaman açık-seçik, kimi zaman gizemli, kimi zaman girift, kimi zaman da şaşırtıcı, bunaltıcı, tiksindirici-itici, yüceltici yapıtları denli sözleriyle, görünüşüyle, eylemleriyle “bir başka yaşam” biçimini ve biçemini soluklanan “bir başka insan”ın “sıra dışı ülkesi”nin sınırlarında dolaşma korku-cesaret arası gelgitlerinde/ gelgitlerimizde çok ter dökerek anlamaya-algılamaya çalıştık onu."
“Artık, yüzünü göstererek etki etmeye cüret edemeyen cezalandırma iktidarı,
cezanın gün ışığında bir sağaltım yöntemi olarak
iş görebileceği ve mahkeme kararının da
bilgi söylemleri arasında yer alabileceği
bir nesnellik alanını
sessizce örgütlemektedir…”
________________________________________
“Yaşamımın Anlamı”na
Yapıtlarıyla “Foucault adında bir başka deli…”
Bilginin Arkeolojisi, Bir Aile Cinayeti, Bu Bir Pipo Değildir, Büyük Kapatılma, Cinselliğin Tarihi, Ders Özetleri, Doğruyu Söylemek, Entelektüelin Siyasi İşlevi, Felsefe Sahnesi, Hapishanenin Doğuşu, İktidarın Gözü, İnsan Doğası İktidara Karşı Adalet, Kelimeler ve Şeyler, Kliniğin Doğuşu, Marx'tan Sonra, Özne ve İktidar, Psikoloji ve Ruhsal Hastalık, Sonsuza Giden Dil, Toplumu Savunmak Gerekir, Yapısalcılık ve Post Yapısalcılık kitaplarıyla ve yazılarıyla tanımaya çalıştık “Foucault adında bir başka deli”yi… İçine bükülen, imgelerden simgelere yolculanan, kimi zaman açık-seçik, kimi zaman gizemli, kimi zaman girift, kimi zaman da şaşırtıcı, bunaltıcı, tiksindirici-itici, yüceltici yapıtları denli sözleriyle, görünüşüyle, eylemleriyle “bir başka yaşam” biçimini ve biçemini soluklanan “bir başka insan”ın “sıra dışı ülkesi”nin sınırlarında dolaşma korku-cesaret arası gelgitlerinde/ gelgitlerimizde çok ter dökerek anlamaya-algılamaya çalıştık onu. “Çağın son delisi”ne yaklaşmanın, “normalin suları”nda yüzerek değil, “norm-dışının derinlikleri”ne dalarak -belki- gerçekleşebileceğinin güçlüğünde kulaç attık nefesimizi tuta tuta… Bin düğümlendik içimizde, dışımızda bir çözüldük. Aklımız karıştı, ruhumuz ebemkuşağına dönüştü, adımlarımız şaşırdı; güneş de olduk, kör kuyu da. “İnsanı anlamak güç iş”ti bu dünyada ve koca evrende. “İnsanca” yol almaya soyunduk…
Başkaldırının Çocuğu
Kentsoylu rahatlığında yaşayan bir aileye 15 Ekim 1926’da Politiers’de katıldı Michel Foucault. Kuralcı ve sert bir cerrah olan babasına karşın, varlıklı anne ve kardeşleriyle mutlu denebilecek bir çocukluk yaşadı. Ergenlik döneminde eşcinsel olduğunun ayırdına vardığında değişti her şey onun için. Savaşın başlamasıysa aile yaşamını alaşağı edip, deniz kıyısındaki yazlıklarını kuşatmaya uğradıkları Almanlara verme zorunluluğunu ve kır evlerinin toprağı ekip-biçmekle geçinmeleri sonucunu doğurdu. Yetişkin Foucault, taşralı kentsoyluluğuna başkaldırmanın yanı sıra, “iktidar”, “cinsellik” ve “delilik” sacayağına yönelik bir başka başkaldırıyı felsefesi kılmanın içsel yolculuğunu başlatmıştı çoktan…
Merhaba Paris!
Ecole Normale Supérieure’u (ENS) kazanıp “Hegel Felsefesi”yle tanıştı ve buna ‘tarih aşkı’yla sado-mazoşist cinselliği de eklemleyerek, Heidegger ve Sartre’ın soluk aldığı yollar ve yerlerde serüven dolu bir süreci kucakladı: Paris günlerine merhaba diyordu artık Foucaultça…
Sayrılık Sevinci…
Psikosomatik sayrılık… Depresyon… İçki… Uyuşturucu... İntihar girişimi… Derken, doktor babasının önayak olması ve de Hôspital Sainte-Anne’da görevli olan psikiyatr Jean Delat’ın katkısıyla ENS’deki sanatoryuma yatırılış… Sevinmişti buna Foucault: Kendisine ayrılan özel bir odada sessizlik içinde kitap okuyabiliyor, beğenmediği kişilerden uzak durabiliyor, dahası, şizofren ve manik-depresif psikoz (Bugünün psikiyatri görüşüyle “Borderline / Sınırda Kişilik Bozukluğu”) Louis Althusser’le felsefik söyleşilerde bulunabiliyordu. Sevse de böylesi bir ortamı, Althusser’in kulağına fısıldadığı söz “burada kalma!” oldu.
“Daha Fazla Felsefe Yapılabilir mi ?”
Düşüncelerinin o dönemde odağında duran sorusu, “Daha Fazla Felsefe Yapılabilir mi ?”ydi… O güne dek süren ve yapılan felsefeyi, insanın aşıp-aşmayacağı üzerinde yoğunlaştı. Öteki disiplinlerin mantık ve dil hatalarını belirleyip bunları sınıflandırma uğraşı içinde olan bir felsefenin öznel içeriğinde hızlı bir azalma olduğu görüşündeydi. Bir yandan “felsefe”, öte yandan “psikiyatri”: Bir başka gelgiti yaşamaktaydı. Yine de 1949’da “psikoloji diploması” alabildi.
“Psikiyatri mi-Felsefe mi ?”
ENS’den aldığı diploma sırasında, Hôspital Sainte-Anne’daki psikiyatri sayrıları için düzenlenen toplantılara ve çalışmalara katıldı. Kadrolu olmamasına karşın, çalışma zamanlarının dışında da sayrılarla birlikte oldu, onların sorunları ve konumları üzerinde araştırmalar yapmayı sürdürdü. ENS’de “psikoloji bölümü danışman öğretim görevlisi” olarak görev de yaptı. Lille’deki felsefe öğrencilerine, 1952 tarihinde, ilk öğretmenliğini “psikoloji” öğretmek üzere gerçekleştirdi. “Psikiyatri mi-Felsefe mi?” diye sordu bu evrede çokça kendine… Ramak kalmıştı “Psikiyatr” olmaya karar vermesine. Ne var ki, kafasını kurcalayan sorular ve sorunlar, “iktidar”, “cinsellik” ve “delilik” sacayağı üzerindeki yaşamsal düşünceler ve “Godot”, psikoloji ile bağını koparmamasına karşın, “felsefe”de karar kılmasına yol açtı.
“Godot’u Beklerken…”
Samuel Beckett’in “Godot’u Beklerken” oyununu izledi 1953’te Foucault. Oyunun etkisiyle, usunun “Varoluşçuluk” girdabında bir kez daha çırpınışlarını sürdürdü. Neydi beklenen? Yaşam mı, ölüm mü? Bir şey mi, hiçbir şey mi? Fizik/metafizik, var olmak/varoluş, ahlâk/ahlâk-dışılık arasında soluklanmaya çabaladı. Ya kendisinin beklediği neydi bu yaşamda? Soruları çoğaldıkça sorgulamaları derinleşti. Düşünsel tanışı, bir can simidi denli, yine çıkageldi karşısına tam da bu zamanda : Nietzsche.
Nietzschece İrkilme…
“Borderline / Sınırda Kişilik Bozukluğu” olan Althusser’den el alıp, Nietzsche’ye, eşdeyişle, bir “dâhi-deli”den ötekine koşuyordu çılgınca… “Nietzsche okumaları” eskiye dayansa da, “İyinin ve Kötünün Ötesi”ne geçmenin sırrının derinliklerine daha da dalmak için, “olmazsa olmazı”ydı Nietzsche. “Vakitsiz Meditasyonlar”ı ve “Bir Eğitimci Olarak Schopenhauer”ı okuduğunda, -nasıl “Godotca” nihilizme/hiççiliğe daldıysa-, “Diyonisosca” irkildi, “Schopenhauerca” sarsıldı. Anladı ki, büyük mutluluk için “tehlikeli yaşamak” gerek… Yeniden cinsel yaşamındaki bilindik/ riskli süreç ve intihar düşüncesi -ki, varoluşunun tamamını ölümünde görmek- düşlerinin ebemkuşaklı rengi oldu.
Toplum, Delilik, İntihar, Ölüm, Haz ve Aşk…
Takvim 1954’ü gösterdiğinde, İsveç’teydi. Dört yıl boyunca Uppsala’da Fransızca öğretmenliği yaptı. Derslerinde, -doğaldır ki- “Aşk” izleğini betimliyor, “Fransız Edebiyatında Aşk”ın yerini Foucaultça irdeliyordu. Öte yandan, “toplum-delilik” ilintisi, “intihar-ölüm-haz” bağı üzerinde araştırmalarını ve yazmalarını da sürdürdü.
Bu görevinden Varşova Üniversitesine, oradan da Hamburg’daki Institut Français’e “Fransızca” dersleri vermek için yolculandı. Artık Fransa’ya dönme zamanıydı onun için: 1960.
Suçlu : “Deliler” Değil, “Toplum.”
1960-66 yılları arasında Clermont Ferrand’da “Felsefe Bölüm Başkanı” oldu ve “Böyle Buyurdu Foucault ”: Haftada bir gün üniversiteye gidip ders verecek, kalan zamanını daha fazla düşünüp yazmakla ve “Paris’i Yaşamak”la geçirecekti… “Buyrukları”nı da yaptı: “Felsefe”yi seçmiş görünmesine karşın “Psikoloji”yle olan bağını koparmadığının bir belgesi olarak, 1500’den önce, “deli”lere -“tinsel sezgiler”e sahip olduklarından- gösterilen saygı ve değerin, “toplumun delilik olgusunu anlama biçimindeki değişiklik”ten ötürü 1500’den sonra değişime uğradığını irdeleyen -ki, ilk önemli kitabı olarak anılır- “Delilik ve Uygarlık: Akıl ve Akıl Bozukluğu: Klasik Çağda Deliliğin Tarihi” adlı ürününü 1961’de yaşama geçirdi. Ona göre “saygın deliler”, artık sağaltım gerektiren “sayrılar” olmuştu -ne yazık… Ve artık, “akıl-şiddet-iktidar” sacayağındaysa, “suçlu” olan “deliler” değil, onları bu duruma getiren “toplum”du.
“Anlam Tarihi Arkeoloğu”
“Tarih”, onun bir başka ilgi/bilgi alanıydı. “Arkeoloji” terimiyle araştırdı tarihi ruhuyla ve aklıyla yüzyılları kaza kaza… Bir anlamda, “Anlam Tarihi Arkeoloğu” oldu bir başka kimliği. “Delilik” üzerinde “din”, “toplum” ve “tarih”ten yola çıkarken, emek, inanç, yoksulluk, sayrılık benzeri olguları da irdeledi ve “sonsuzca art neden”in belirleyiciliğinden söz açtı. 1963’te yayınlanan “Kliniğin Doğuşu”ndaysa, sado-mazoşizm ve uyuşturucu olgularını da öteki nedenler olarak öncekilere eklemleyerek, “Tıbbi Görüşün Bir Arkeolojisi” altbaşlığıyla kazı çalışmalarını derinleştirdi. “Kelimeler ve Şeyler”in 1966’da yayınlanması, tüm irdelediği bilim ve olgulara “ekonomi”yi de katmasıyla, daha geniş bir alanda “anlam”la riskli bir dansı sürdürmesini doğurdu… Aynı yıl, bir de “Tunus Üniversitesi”nde hocalık yaptı. Kuzey Afrika kültürü ve insan yapısıyla tanışırken, bir yeni kimlik daha edindi: “politika.”
“Bir ’68 Kuşağı Delikanlısı…”
Öğrenci ayaklanmaları… Radikal politikacılar… Hükümet karşıtı gösteriler… Öğrenci-polis savaşımı… Ve, Paris Vincennes Üniversitesi Felsefe Bölümü Profesörü Foucault’nun “Politik Yazılar”ı… “Cezaevi Reformu Hareketi”ne katılışı… Tutuklanışı… “Radikal Profesör”ün politik davaları savunma süreci… “Anlamın Kazıbilimcisi”, bunca eylemden sonra, “Bilginin Arkeolojisi”ni yayımlar 1969’da. “Düşünce-Eylem” ilişkisini irdelerken, “İktidar-Kontrol” bağını açımlar. Yeni konumuysa, Collége de France’ta “Düşünce Sistemleri Tarihi Profesörü”dür. “Az ders, çok konferans”sa yeni buyruğu olur. “Düşünce Sistemcisi”, “Toplum Kuramcısı”, “Eleştirel Tarihçi” görevini sürdürürken “Bir ‘68 Kuşağı Delikanlısı” gibidir…
İktidar-Ceza-Hapishaneler
70’li yıllarda yeniden “iktidar” olgusunu ele aldı. “Toplumsal kontrol”ün “iktidar”la olan ilişkisi ve “normal-anormal” diye yanlış olarak sınıflandırılan/damgalanan insanların “hapishaneler”de “ceza”landırılmasındaki çarpıklıkları irdeledi. “Güç direnişi üretir, direnişse gücün yeni biçimlerini...” demesinin ardından, 75’te Kaliforniya’da Berkley’de ders vermeye, yeniden uyuşturucuyla ve cinsel fantezilerle iç içe yaşamaya başladı… Yaşamıyla sınadığı yapıtı “Cinselliğin Tarihi”nin üç cildi de art arda yayınladı. (“Etik” olgusunu tarihsel bağlam doğrultusunda irdelerken, “Bilme İstenci” ve “Eski Yunan ve Roma’da Cinsellik” olgularını modern çağın cinselliğine bir bakış atarak ele aldığı dördüncü ciltse bugüne dek -nedense- yayımlanmadı!... )
Şah’a Karşı İran’da Bir Radikal ve “Yorgun Savaşçı”
1978’de İran’a gidip, Şah’a karşı yapılan “devrim”in destekçilerinde oldu. 1979’daysa Fransa Cumhurbaşkanı’nın (Sartre’ı da yanına alarak) karşısına dikilip, “Vietnamlı göçmenler”e yapılan yardımın artırılması için -bir anlamda- kafa tuttu. “Sığınmacılar” ve “siyasal karşı çıkıcılar”ın hakları için savaşımda bulundu. “Yorgun Savaşçı”ydı artık. Radikal söylemlerinde siyasal bir yumuşamaya, ılımlı bir demokrat yapısına büründü son zamanlarında. Bunun nedeni sağlık sorunlarındaki olumsuz yoğunluk ve “acı” ile boğuştuğu sayrılığıydı: AIDS.
Ve…
İnsanı yanlış ve yanlı anlamaya, normal-anormal ayrımına, iktidarların insanları her türlü sömürüsüne, cezaevlerinin baskıcı tavrına, toplumsal kontrolle düşünceye ve duyguya yapılan baskıya, deli diye belirlenen duygudurum bozukluğu içinde soluk almaya çalışanların doğru bir sağaltımla kazanılmaya çalışılmamasına, cinselliğin özgür istençle yaşanılmasına dayatma getirilmesine karşı çıkan bir yetkin “felsefeci” ve “psikiyatrisever” olarak savaşarak yaşam süren Foucault, “aşırı kan zehirlenmesi” tanısıyla 1984’te, elli yedi yaşındayken öldü.
Son Buyruk
Sınırları aşa aşa yaşamın derin kuyularına inmek için sürekli kulaç atan “Bir Başka Yaşamın Bir Başka İnsanı”, “Son Buyruğu”nu da “bir not”la bıraktı bize: “Bana ait hiçbir şey yayınlanmasın ölümümden sonra.”
“Not”u, not olarak düşüldü tarihimize…
******************
Comments