Bir acılı kadının ressam hâli: Frida
tan doğan, Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderón üzerine yazdı.
“Yaşamı, insanları çok seviyorum; yaşamak istiyorum.
Ölümden korkmuyorum. Ama acıya gelince...
Hayır, acıya dayanamıyorum. ”
________________________________
“Derdimin Dermânı Kadınım”a…
“Merhaba Dünya !” ve “ Merhaba 7 Temmuz !”
Meksika’da -Mexico City’nin güneyinde Coyocan’da-, Wilhelm Kalho adında bir Macar Yahudisi olan ve fotoğrafçılıkla geçimlerini sağlayan babasıyla, Matilde Calderon Gonzales adında ve İspanyol-Meksika yerlisi/melezi olan annesinin dört kızından üçüncüsüdür karakaşlı-karagözlü Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderón. 1907’nin Temmuz ayının 6’sında, -dış duvarı mavi boyalı olduğundan- “Mavi Ev”de doğsa da, ileriki yıllarda, “Merhaba Dünya!” dediği günü, “Meksika Devrimi”nin gerçekleştiği “7 Temmuz 1910” tarihi olarak benimser ve duyurur -bu kez- tüm dünyaya…
Sorunların ve Acıların Yumağında Bir Kız Çocuğu
Frida doğar, annesi hastalanır ve -“anne-çocuk birlikteliği”ni, paylaşımını, sevgisini yaşayamadan- ölür. Emzirme ve “annelik” görevini, “bir Kızılderili sütanne”nin üstlenmesi sağlanır ki, bu olgunun “Çocuk Frida”yı duygusal bağlamda olumsuz olarak etkilediği, yıllar sonra ortaya serilir -davranışlarında, sözlerinde, seçimlerinde, özellikle de resimlerinde sergilenir… (Günlüğünde sütannesini -tüm inceliğine karşın- çıkarcı ve acımasız olarak nitelerken, babasını sevgi dolu, sorunlarına anlayışla yaklaşan, çalışkan ve eksiksiz bir insan olarak anlatır. -O da, en akıllı ve küçümen kızı olarak, babasının gözbebeğidir.)
Çocukluk sorunlarının başında “annesizlik” gelse de, sonrasında, bir bacağının kısalığına ve incelmesine neden olacak, “acımasız çocuklar”ca tahta bacak Frida” diye alaya alınacak, bu yüzden hep uzun etekle dolaşma gereğini duyuracak “çocuk felci”ni geçirir -6 yaşından sonra… (Ne ki bu yaşını “7” diye değiştirmez, doğum gününde olduğu gibi…)
Erkek çocuk gibi büyür Frida ve -üç kız kardeşine karşın!- hep erkek çocuklarla arkadaş olur. Okul yıllarında da arkadaş seçimini erkeklerden yana kullanır. Geçirdiği sayrılığın etkisinden sıyrılamaması, tıp öğrenimine yönelmesini sağlar ve Mexico City'deki -dönemin en iyi eğitimini veren- “Ulusal Hazırlık Okulu”nun “Tıp Eğitimi Bölümü”ne kabul edilen ilk genç kız öğrencilerden biri olur. Öğrencilik yıllarında sanat, yazın/edebiyat ve felsefe alanlarında bilgilenim sürecini yaşarken, ileriki yıllarda Meksika’nın değerli adlarından olacak Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda ve Alfonso Villa’yla okul ve ekin/kültür arkadaşlığını sürdürür.
…ve “Bir Başka Büyük Acı”
Tarih 17 Eylül 1925’i gösteriyordu, yaşı 18’i… Önce arkadaşı, sonra sevgilisi olan Alejandro Gomez Arias’le eve dönmek için yola çıkmışlardı ve… o zaman dilimini, “Benim zamanımda otobüsler hiç de güvenilir değildi; henüz yeni kullanıma girmişlerdi ve pek rağbet görüyorlardı. Tramvaylar boşalmışlardı. Alejandro Gomez Arias'la otobüse bindim... Kısa bir zaman sonra otobüs ile Xochimilo hattının treni çarpıştı. Tuhaf bir çarpışmaydı bu; şiddetli değil, ağır ve yavaştı, herkesi sarstı. Beni daha da çok sarstı. Önce başka bir otobüse binmiştik. Ama küçük şemsiyemi unuttuğumu görünce, aramak için indik, beni harabe eden otobüse böylece bindik. Kaza bir kavşakta oldu... İnsanın çarpışmanın farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden bir tek damla yaş akmadı ve demir çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni deldi geçti” sözleriyle -eğretileme ve alaysama yöntemini kullanıp- hafife alarak anlatsa da Frida, bindikleri otobüsün yolcu tutunma -metalden kalın bir boru- (Alejandro Gomez Arias'a göre, çarpışmadan ötürü tramvaydan otobüse kadar uzanan) çubuğunun karnından girip bel omurundan çıkması, bazı kaburga kemiklerinin ve sağ bacağının kırıklarla dolu olması, hiç de hafife alınacak bir durum olarak görülmemekte. Çok sayıda yolcunun ölümüyle sonuçlanan kaza yerine gecikerek gelen ambulansla hastaneye götürüldüğündeyse, doktorların açıklaması, durumunun ve acısının ne denli büyük olduğunu daha açık-seçik ortaya koymaktadır: Sol omzu çıkmış, omurgası -bel bölgesindeki üç noktadan-, sağ bacağı -on bir yerden-, leğen kemiği -üç yerden-, köprücük kemiği ve kaburgaları kırılmış; dahası, karnının solundan giren çelik çubuk, cinsel organından dışarı çıkmış!… Daha ne ola ‘acı?’
Ölüm-Yaşam Arası Bir An
Kaza yerinde Frida’yı kim görse, “öldü!” demiş -Meksika geleneğince, şarkıların ve ağıtların söylendiği, üzerine altınların serpildiği de söylenir… “Kızıl Haç Sayrıevi”ndeki günlerinde doktorların söylediğiyse, yaşamasının umutsuz olduğu, yaşasa bile bir daha yürümesinin ve paramparça olan bedeninin bir araya getirilmesinin olanaksızlığı üzerineymiş. Ölüm-yaşam arasında gidip gelen, acılar içinde kıvranan bu genç kızı, birkaç arkadaşının ve kız kardeşi Matilda’nın dışında kimsenin ziyaret etmemesi; babasının, annesinin ve erkek arkadaşının, yaşamasından umudunu kestiklerinin bir başka acı göstergesi değil mi? Oysa, -onca acı içinde bile- görüşmeye gelmeyen erkek arkadaşına hep mektuplar yazar Frida.
Sayrıevi Çıkışı ve Yine Acılar…
17 Ekim'de -tam bir ay sonra- taburcu edilir. Evdedir ve sıkıntılı bir başka zaman dilimi sarmıştır en güzel çağını... Acıdan kaçması için bir dost edinir. Yaşam buyu onu hiç yalnız bırakmayan, -derdine derman olmasa da- ağrısını azaltan, tinsel ve bedensel acısını sağaltmaya uğraşan bu gerçek dostunun adı, “Resim”dir. Kaçmaz yüzünü ve bedenini görmekten -çoğun otoportreler yapar. Bir alçı tabakaya tutsaklanmış ve kaynamaya gebe bir biçimde yatağa gömülmüş bedenini, tuvallerde ölümsüzleştirmek için hep bir “ayna”sı olur yanında. Kendinle ve yaşamla savaşım içinde olurken, omurgasındaki ve sağ bacağındaki dinmez ağrıları günlerine, aylarına, yıllarına hep eşlik eder, korselerle, sayrıevleriyle/hastanelerle ve doktorlarla birlikte... Yüzündeyse, çivilendiği yerden hiç çıkmayan o ‘tebessüm’üyle, 5 Aralık 1925'te, bir de şöyle der: “Başıma gelen en iyi şey, acı çekmeye alışmaya başlamam.”
Sayrılıktan Yoksulluğa Yolculuk
Çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağının -kangren yüzünden- kesilecek duruma gelmesiyle bitmek bilmez sıkıntılara yenileri eklenirken, ilaç, doktor, sayrıevleri -32 kez ameliyat!- benzeri giderlerin de artması, fotoğrafçılıkta günden güne işleri ve sara sayrılğı kötüye giden babasının, -çok sevdiği piyanosu ve kitapları dışında- evin eşyalarını satmasına neden olur.
“Gündüzlerin ve Gecelerinin Cellâdı”
Yoksullukla boğuşan, ne ki bunca acıya katlanan kızları için, “bir Pazar günü”, Frida'nın odasında bir araya gelir “Kalho ailesi.” Sıradan bir gün gibi görünse de, öyle değildir onlar için. Tahtalar, alet çantası ve bir “ayna…” O günün akşamına dek, sütunlarla bezeli oldukça güzel bir “karyola” yapılır, Matilde’nin sürprizi olarak da, Frida yattığı yerden kendini görebilsin diye, yatağın tavanına da “dev bir ayna” asılır. Yeni yatağına ilk yatırıldığında, beklenen olmaz: Frida’nın tepkisi sevinç değil, dehşettir. Parçalanmış bedeniyle büsbütün karşılaşması, önceleri korku salarken içine, "gündüzlerin ve gecelerinin cellâdı" diye nitelediği “ayna” karşısında, kendini kendine model kılarak nice resim yapar. Kendi için bir aşk olmaktan çoktan çıkan, ne ki ilk aşkı olan Alejandro Gomez Arias’a armağan eder ilk portresini… (İleriki yılarda, neden bu kadar otoportre resmi yaptığı sorusu sorulduğunda, şu yanıtı verir: “Otoportre konusundaki ısrarım hakkında bana çok soru soruldu. Bir defa seçme şansım yoktu ve zannedersem yapıtlarımdaki özbenin sürekliliğinin temeli budur. Bir an kendinizi benim yerime koyun. Tam kafanızın üstünde kendi görüntünüz, özellikle de bedenininiz çoğu zaman çarşafların, yorganların altında olduğundan yüzünüz. Yani salt yüzünüz. Takılmamak elde değil. ”
“Diego-Frida Aşkı”
Ailesinin yoğun katkıları, moral gücü ve desteğiyle resim üzerine resim yapar Frida. Bunların çoğu genelde otoportre, özeldeyse kendi otoportresidir. Yoğun ilgi, bakım ve “resmin ilaç gibi gelmesi”yle iyileşmeye, 1927 yılı sonunda da yürümeye başlar. Bu dönemde sanat ve politika çevreleriyle, özellikle Kübalı önder Julio Antonio Mella ve fotoğraf sanatçısı Tina Modotti yakın ilişkiler kurar, onlarla davetlere katılır, toplumcuların/sosyalistlerin tartışmalarına katılır ve 1929’da da Meksika Komünist Partisi'ne üye olur.
Kendini iyi duyumsadığı günlerin birinde, adını yalnızca duyduğu, ne ki resimlerini izlediği, “Meksikalı Michalangelo” ya da “kübist duvar boyacısı” olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yı görmeye gider. Amacı, resimlerinin yeterince iyi olup olmadığını sormak ve bu konudaki görüşlerini almaktır. Görüşme her ikisi için de olumlu geçmekle kalmaz, sonraki görüşmelerinin de temelini oluşturur. 41 yaşındaki Diego’nun dış görünümünün çekici olmamasına karşın, canlı ve etkileyici bir kişiliğinin olması, Frida’yı çekim alanına almaya yeter. Diego’ya âşık olmasının ardından, 21 Ağustos 1929'da, Frida-Diego evliliği gerçekleşir. Frida, bu evlilikle ilgili günlüğüne şu ilginç notu düşer: “Diego'ya âşık oldum, ailem bundan hiç hoşlanmadı, çünkü Diego bir komünistti ve bizimkiler onu çok çok çok şişman Breughel'e benzetiyordu. Bunun bir fille beyaz güvercinin evlenmesini andırdığını söylüyorlardı. Her şeye rağmen 21 Ağustos 1929'da evlendik. Diego'ya; ‘Kızımın hasta olduğunu ve yaşamı boyunca sağlık sorunları olacağını unutmayın. Akıllıdır ama güzel değildir. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Her şeye rağmen onunla evlenmek istiyorsanız, rıza gösteriyorum' diyen babam dışında düğüne kimse gelmedi.” Evlenir evlenmez hamile kalmasına karşın, bu süreçte yaşadığı sorunlar, bebeğini aldırmasıyla sonuçlanır. Üstüne üstlük bir başka sorun daha dikilir karşısına: Küçük kız kardeşlerinden biriyle ilişki içinde olduğunu öğrenir Diego’nun. 1930 yılında Amerika'ya itseler de, Diego’nun başkalarıyla ilişkisi hep sürer. Frida’nın anladığı acı gerçek, dilinden kâğıda şöyle düşer:
“Gözleri kurbağalarınkine benzer, cildi bir deniz canlısınınki gibi yeşilimsi beyazdır. Diego'ya kocam diyemem, o kimsenin kocası olamaz, sevgilim de sayılmaz. Ondan sadece bir ruh olarak bahsetmeyi denediğimde ise, kendimi duygularımı tuvale dökerken bulurum.”
(Bu bağlamda, Frida’nın da kimi ilişkilerinin -Dolores Del Rio, Paulette Goddard, Georgia O'Keeffe, Emmy Lou Packard, Nickolas Muray, Isamu Noguchi, Maria Felix…- olduğunu söylemek gerekir. Bunlardan en bilineniyse, “Rus Devrimi”nin önde gelenlerinden Lev Troçki’yle olanıdır.) Diego’nun sipariş üzerine aldığı duvar resmi bitene kadar orada yaşamaya karar verirler. Günlüğünün 12 Eylül 1939 tarihli sayfasına düştüğü not, “Gecelerim sürekli seni arıyor. Bedenim bir kaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor. Bedenim gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor. Bedenim uykunda sana sarılmak istiyor. Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor. Gecelerim bundan daha zalim bir düş tanımıyor…” olsa da, üst üste iki düşük daha yapan Frida’yla Diego’nun fırtınalı evlilikleri, aynı yılda sonlanır. Ne ki, bir yıl sonra yeniden evlenip, önce, Frida'nın çocukluğunun geçtiği “Mavi Ev”e yerleşirler, sonra, yine ayrılırlar. (Daha sonra da, Meksika’dan ayrılıp, ayrıldığı eşi Diego’nun yaşadığı San Francisco’ya gider Frida.) Bir de şöyle der Diego için: “O benim gözümde bir devdi. Sözcüğün hem kutsal hem de gerçek anlamında. Her şeyi dev boyutlardaydı. Üretkendi, canlıydı, yaşam, enerji, söz, hareket, dinginlik, fikir ve resim doluydu. O güne kadarki çalışmalarını yüzlerce kilometrekare olarak ifade etmek mümkündü. O daha dışa, toplumsal olana açıktı, bense içe, insanın mahremiyetine dönüktüm. Aynı türden bu yakınlığın, birbirimizin çalışmasına yönelttiğimiz bu bakışın ve bu konudaki eleştirilerinin yaşamımdaki en güzel şeylerden olduğunu düşünüyordum. İlişkimizin en güzel yönlerinden biri de buydu.” O çağın ünlü düşün adamlarından Alejandro Gomez Arias ise, Frida’nın Diego'yla ilişkisini şöyle değerlendirirken, şu yorumu yapar: “Bir ressam olarak Frida, Diego'ya hiçbir şey borçlu değildi, yani Diego hiçbir zaman onun hocası olmadı, asla bir resmini düzeltmedi demek istiyorum. Hatta pek çok konuda tersi geçerliydi, çünkü Frida'nın onun üzerinde ahlaksal ve sanatsal olarak güçlü bir otoritesi vardı.”
Frida, “ressam Frida”yı şu sözlerle dile getirir: “Ben sürrealist bir ressam değilim. Asla hayallerimi resimlemedim. Yalnızca kendi gerçeğimi resimledim." -Ölüm, doğum, sayrılık izleklerini/temalarını en sert biçimleriyle ve kendine özgü biçemiyle, üstelik de sınır ve yasak tanımaz bir tavırla bezeli- resimlerinin yoğun imge ve duygu bağlamı, bedensel ve tinsel konumunun acılarla yüklü olmasıyla ve yaşadıklarıyla ilintilidir. Nesneleşmiş bedeninde yer alan hemen her organın (içi dıştan/deriden sıyırıp) “acı-direnç-umut sacayağı”ndaki görünümü, resimlerinde (kanlı doğum ve ölüm sahneleri, fetüsler ve cesetler…) açık-seçik, somut-soyut, geleneksel - çağcıl - çağötesi birlikteliğinde yaşama geçmiştir. Frida’nın “kendi gerçeğim” dediği, bundan öte bir sunum/sergileme olmasa gerek…
Gerçeküstü/sürrealist resmin öncülerinden yakın dostu André Breton’un da desteğiyle New York’ta bir sergi açar, resimlerinin yarısı satılır; ünlü aktör Edward G. Robinson, Frida’nın dört tablosunu satın alır. Ünü dünyanın dört bir yanına yayılan Frida, 1939 yılında Paris'te bir sergi açar ki; Diego’ya, “Ne sen, ne Derain ne de ben, Frida Kahlo gibi yüzler çizmeyi biliyoruz” diyen Pablo Picasso ve elini gözyaşları içinde sıkıp kutlayan Wassily Kandinsky gibi çok ünlü ressamların kendisiyle ilgili övgülerde bulunması, yüreğini kabartır. (Bu sergide yer alan “Çerçeve” adlı tablosunuysa, Louvre Müzesi satın alır.) Diego’nun sözleriyse şu olur: “Sanat tarihinde ilk kez bir kadın, tam bir içtenlikle, yalın ve sakinliği içinde acımasız denebilecek bir içtenlikle, yalnızca kadını ilgilendiren genel ve özel olguları dile getirmiştir. Çok yumuşak ve zalim olarak da nitelenebilecek içtenliği, bazı şeylerin kesin ve tartışmasız bir biçimde tanıklığını yapmasını sağlamıştır; bunun için kendi doğumunu, meme emmesini, ailesi içinde büyümesini ve her türden korkunç acılarını, kesin olgularla duyguları genelleştirip, onları kosmogonik ifadesine ulaştığı durumlarda bile her zaman yapmış olduğu gibi gerçekçi kalarak, derine inerek resmetmiştir... Frida Kahlo Meksika ressamlarının en büyüğüdür. Geleceğin dünyası için sahip olduğu değeri ölçmek mümkün değildir.”
Diego’yla ilişkisi “bir dargın-bir barışık” olarak sürse de, Diego’nun Frida için değeri -onun sözleriyle- ‘özce’ şu olmuştur hep: “Başlangıç Diego... Yapıcı Diego... Çocuğum Diego… Ressam Diego... Babam Diego... Oğlum Diego… Sevgilim Diego... Kocam Diego… Dostum Diego... Anam Diego… Ben Diego… Evren Diego."
Frida’lar…
Frida’nın yaşamı irdelendiğinde, birden çok Frida’nın olduğu dikilmekte karşımıza: “Yitik Çocuk Frida”, “Sayrı Frida”, “Yürekli Frida”, “Yalnız Frida”, “Çilekeş Frida”, “Âşık Frida”, “Devrimci Frida”, “Âsi Frida”, “Feminist Frida”, “Öğrenci Frida”, “Öğretmen Frida”, “Ressam Frida”, ve, “Paramparça Frida…”
Onca “acıyı bal eyleyen”, tutkuyla ve dirençle sürdürmeye çabaladığı yaşamında “delirmemek” için can dostu bildiği (sayısı 70’i bulan) resme sığınan Frida, yüreğinde sırladığı nice Frida’yla bunca soluk alabildi ancak…
“Yaşasın Hayat !” - “Hoşçakal Dünya!”
Frida, sağlık sorununun karşına dikilmediği bir zaman dilimini hiç yaşamamasına karşın, tüm gücüyle resim yapmayı sürdürürken en büyük heyecanı, resimlerinin gördüğü ilgi olur. Bir yandan resim çalışmalarında/üretkenliğinde yoğunlaşırken, öte yandan, 1943'te, La Esmeralda adlı bir sanat okulunda, (sağlık koşullarının bedenini zorlamasını önemsemeden) öğretim üyeliğine başlar ve 1950’ye dek bu görevde bulunur. Aynı yıl, omurgasından olduğu ameliyatlardan ötürü, dokuz ay daha hastanede yatmak zorunda kalır. Frida, resimlerini sergilemeyi çok istediği ülkesi Meksika'daki galerisinde ilk kişisel sergisiniyse, 1953 yılında açar. Aynı yılın temmuz ayında, -kangren olan- sağ bacağı kesilir. 1954'te, sayrılığının ağırlaşmasına karşın, Kuzey Amerika'nın Guatemala'ya dayatma getirmesine karşı yapılan gösteriye katılır. Yaşamını büyük bir bölümünü sayrılıklar, sayrıevleri, çelik korseler ve anlatılması/anlaşılması güç acılar içinde -çoğun- yatakta geçen; ne öğrenimini, ne de yolculuk düşlerini gerçekleyen; bir yaşam boyu “derdini tuvaline çalan kadın”ın, HYPERLINK "http://www.biyografi.info/bilgi/13-temmuz" \o "1" 13 Temmuz 1954 tarihinde, akciğerlerindeki damarların tıkanması sonucunda, 44 -kendi hesabına göreyse 47- yaşında, son ürünü olan “Yaşasın Hayat” -“Viva la vida”- adlı natürmortu tamamlamasının ardından, (kimilerince yaşamını sonlandırdığı/intihar ettiği dillenen) yaşamı da tamamlanır, -yine acılar içinde…
Acılarını günü gününe yaşayan ve yazan Frida’nın, günlüğünün son sayfasına düştüğü “son not”u da şu olur: “Umarım son eğlencelidir; bir daha asla geri dönmek istemiyorum.”
Comments