top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıAynur Kulak

“Diken üstüne ilerlenen, nereden neyin çıkacağı belli olmayan kurmacalar okumayı ve yazmayı seviyorum.”

Aynur Kulak, Hakan Sarıpolat ile ikinci öykü kitabı Şehri Terk Eden odağında konuştu: “Edebiyatın insana verdiği en büyük güç; yeni bir gerçeklik yaratımı gücü ve bunu sonuna kadar kullanmak amacındayım.”



Edebiyat dünyasında olmakla birlikte okuduğum kadarıyla halihazırda öğretmenlik mesleğinizi icra ediyorsunuz. Güncel yaşamın içinde, insanla ilgilendiğiniz mesleğiniz edebiyatın kurgu tarafına nasıl etki ediyor? Aslında yaşama dair karşılıklı etkileşimle edebiyatla ilintili kurduğunuz bağları nasıl tarif edersiniz, bunu merak ediyorum. 

Evet, öğretmenim. Bir süredir öğrenci kitapları yazımıyla uğraşıyorum fakat öncesinde okullarda çalıştım. Her kurumun kendi içinde küçük birer ülke profili barındırdığını düşünüyorum. Öğrenciler, öğretmenler, veliler… Her biri farklı ve çok özel. Yazan biri için, gözlem yeteneği yüksekse eğer, bulunmaz nimet. Bunun yanı sıra büyük de bir tehlike barındırıyor bu durum. Yaşadığımız dar çerçeveyi dünyanın geri kalanıyla aynı zannedebiliyoruz. Bu durum da yazarın dünyasını küçültüyor. Yazar çevresini gözlerken bu tehlikenin de farkında olmalı ve gözlemleyemediği dünyaları da hayal edebilmeli. Edebiyat hayatın kendisini değil, ancak ve ancak öznel bir kopyasını gözler önüne serebilir. 



İmge dünyanızı da merak ediyorum. Bu imgeler söz konusu olunca kendimi onlara doğru çekilmekten alamıyorum dediğiniz; sizin için çağrışımı, enerjisi yüksek imgeleri konuşalım desem ilk alınıza gelen hangileri olur?

Nesnel dünyadan gelen uyarıların zihnimizde yeniden yaratılmasıdır imge ve bunlar olmadan yazamayız. Neyi nasıl gördüğümüzle ilgilidir aslında her şey. Yeni bir biçim ve görünüş vermek. Benim için önemli olan sadece bu. Edebiyatın insana verdiği en büyük güç; yeni bir gerçeklik yaratımı gücü ve bunu sonuna kadar kullanmak amacındayım. Her öyküde başka bir imgenin peşinde oldum, bu yüzden beni en çok etkileyen imgeler şunlardır diyemiyorum.



Halihazırda iki öykü kitabınız mevcut. Cıs ve Şehri Terk Eden. Cıs’ı -yani ilk öykü kitabınızı- size yazdıran sebepleri merak ediyorum, Bir yandan da ilk kitabınızdan yola çıkarak öykü türü ile olan ilişkinizi, neden bu türde yazmayı kendiniz için baz aldığınızı konuşmak istiyorum.

Sanırım ilk yazdıklarımız bizden fazlaca izler taşıyor. Cıs’taki öyküler de böyle. Yaşadıklarımdan fazlaca izler mevcut öykülerde. Elbette melek olan bir anneannem veya ayı tarafından kaçırılan bir arkadaşım olmadı. Yukarıda da dediğim gibi, her şey sizin neyi nasıl gördüğünüzle alakalı. Bir ölüm ya da talihsiz bir olay zihninizde bambaşka bir diyara kapı açabilir. Olmayanı-olamayacak olanı olmuş gibi yazmayı çok seviyorum. Aslında riskli bir şey bu. Okuru ikna edemezseniz komik duruma düşebilirsiniz. Buna rağmen yazmayı en çok sevdiğim tür büyülü metinler. Çocukluğumda dinlediğim masallara-hikâyelere göz kırpan kurmacalar.

Öykü tuhaf bir tür. Hem küçük hem çok büyük. Kısa bir metin türü olmasına rağmen içinde kocaman bir dünya barındırıyor. Yazmadıklarımız yazdıklarımızdan fazla olabiliyor. Bu da beni bu türe bağlayan en büyük etmen. 



İkinci öykü seçkiniz Şehri Terk Eden geçtiğimiz ay yayımlandı. Toplamda yedi öykünüz mevcut. Öncelikle buradaki öyküleri yazma meseleleriniz nelerdi, sebeplerini sorsam ne söylersiniz ve asıl olarak –eğer varsa- bu öykü seçkinizin diğerinden farkı/farkları neler olsun istediniz? 

Güvenli, kimsenin ses etmediği sokaklarda gezinmeyi sevmiyorum. Daha önce hiç uğramadığım, karşıma nelerin çıkacağını bilmediğim sokaklara girmeyi seviyorum. Farklı türde öyküler-kurmacalar… Deneyerek öğreniyorum aslında. Her öyküde işaret etmek istediğim bir yer olmadı şimdiye kadar; her biri kendi içinde ayrı bir yere işaret etmeye çalıştı. 



Şehri Terk Eden, Julio Cortazar’dan çok güzel bir alıntı ile başlıyor. “Hiçbir şey olmamasının korkunçluğu” üzerine bir alıntı bu. Fakat kitabın ilk öyküsü Benim Küçük, Titrek Hayvanım daha ilk cümleleriyle birlikte son derece hareketli, okurken soluk soluğa kaldığımız yerlerle çok fazla şeyin üst üste gerçekleştiği bir öykü olarak karşılıyor bizleri. Sizin yüksek tempolu öyküleriniz bir türlü sakinleşemememize, çağın sorunu olarak ne yaparsak yapalım (telkin, yoga, nefes egzersizleri, her konuda çok bilinçli olma hali vb…) yavaşlayamıyor olmamıza yaptığı vurgularla ön plana çıkıyor. Çağın paralize, demoralize olmuş, endişeli, gerilimli insanı tam da böyle, korkunç olan hiçbir şey olmaması veya olması değil tam da bu durum aslında diyebilir miyiz?   

Çok şey olması bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Cortázar da bunu işaret ediyor aslında. Günümüz insanı küçük bir çemberin içinde oyalanıyor sadece. Her güne yeni bir yasakla, zamla uyanıyorken kimsenin ses çıkarmamasının nedeni de bu. Sosyal medyanın gücüne inanıyorum fakat atılan bir tivitle düzenin değişeceğine inanmıyorum. Yoga veya nefes egzersizleriyle ancak kendimizi mutlu edebiliriz, toplum olarak mutlu olmak istiyorsak bir şeyler yapmalıyız.

Öykülerimde okuru diri tutmak için hareketi esas alıyorum. Diken üstüne ilerlenen, nereden neyin çıkacağı belli olmayan kurmacalar okumayı ve yazmayı seviyorum. Durağan, içsel, aforizma üretmekten başka bir amacı olmayan metinler bana göre değil.



Hemen öykülerinizdeki baş karakterleri, hayvanları konuşmak istiyorum. Öykülerinizde hayvanlardan hiç vazgeçmiyorsunuz. İnsanın aslında vahşi, ilkel, sürekli endişeli ve tetikte olan tarafını sembolize etmek istemenizden kaynaklı olduğunu düşünüyorum bunun, ne dersiniz? Bir yandan evcilleştirmek (içimize yerleştirmek) bir yandan duygularımız dışa vurulduğunda direkt vahşi hayvana dönüşmemiz derken bir türlü bütünlenemiyor oluşumuz sizin öykülerinizde hayvanların varlığı ile çok iyi ortaya çıkıyor. 

Tespitinizde haklısınız. İnsanın özü bu. Bizler de birer hayvanız. Diğer hayvanlardan farkımız doğaya uyum sağlamak yerine ona hükmetmeye çalışıyoruz. Neticede önümüze çıkan her canlıyı-nesneyi yok ediyoruz. Toplumsal kurallar ve diğer kurallar bütünü bir nebze de olsa içimizdeki vahşi tarafı bastırıyor fakat bu vahşi duygular ne yapıp edip bir şekilde ortaya çıkıyor. Bazı öykülerimde bu dışavurumu göstermeye (sembolize etmeye) çalıştım. 



Kitaptaki tüm öykülerinize baktığımızda -ama direkt ama dolaylı- insan hakları adına alternatif bir yaşam, bir arayış, kaçış, yanı sıra güvenli alandan çıkıldığında ne yapacağını bilememe, özne olarak kendine yabancılaşma, öteki konumuna düşme korku ve endişe söz konusu. Benim Küçük, Titrek Hayvanım, “Çöplükteki Patron”, Şehri Terk Eden, Gölge bu anlamda bu temaların en öne çıktığı öyküler desem, ne söylemek istersiniz?

Kaçmak-kaçamamak, savaşmak-savaşmaktan yorulmak, cesaret-korku, ne yapacağını bilmek-nasıl yapılacağını bilememek… Zıtlıklar ve bunların üzerimizde yarattığı baskı. Sanırım en çok üstünde durduğum kavram bu oldu. Yaşadığımız toplumun büyük bir hapishaneye dönüşmesi, gün geçtikçe özgürlüklerin yok olması, tahakküm, mobbing… Bütün bunlardan kurtulup derin bir oh çekme isteği ama bir yandan da bizleri bulunduğumuz yerlere bağlayan zincirler. Ne yaparsak yapalım bu zincirlerden kurtulamayacağımızı anladığımız an yaşadığımız o korku ve panik hali. Dosyayı oluştururken aklımda olanlar bunlardı diyebilirim.   



Kurgu ve biçim olarak da konuşmak istiyorum aslında bu öykülerinizi. Mesela “Çöplükteki Patron”da farklı bir biçim deniyorsunuz. Üzeri çizilen ifadeler, cümleler konuya farklı bir boyut kazandırıyor. Gölge kitabın son öyküsü fakat öyküdeki gerilimli kurgu hikâyeyi etkili kılıyor, hatta çarpıcılığı ile ters köşeye yatırıyor. 

Bir yazar olarak farklı denemeler yapmak hoşuma gidiyor. Güvenli olduğum köşeden uzaklaşıp yeni yerler keşfetmeye çalışıyorum. Yazarlığım adına olması gerekenin bu olduğunu düşünüyorum açıkçası. Her türden öyküler yazmak, her tekniği denemek, iyisiyle kötüsüyle, eksikleriyle yol almak en büyük amacım. Bundan sonraki öykülerimde de denemelerime devam edeceğim.



Asıl ilgilendiğiniz şiddet unsurlarından ziyade gerilim öyle değil mi? Her birimiz için ayrı ayrı sebeplere ilişkin olan ve bizi mahveden, adlandıramadığımız belirsiz son derece köklü öfkelerimiz. 

Korku, heyecan, hüzün, sevinç… Okura duyguları tepe noktalarda hissettirmek istiyorum. Gerilim okuru diri tutar ve metninizin kuvvetini artırır. 



Öykü yazmaya devam etmeyi düşünüyor musunuz? İlerde gün ışığına çıkacak farklı türlerle flört ediyorsunuzdur belki diye sormak istedim. 

Öykü hayatımda hep olacak. Küçük alanda yoğun metinler yazmak beni oldukça fazla tatmin ediyor. Diğer türlere de yönelmek istiyorum ayrıca. Şu an bir novella üstünde çalışıyorum. 



Başucu kitaplarınız, yazarlarınız neler? Klasik, modern çağdaş hangi dönem kitaplarını okumayı seviyorsunuz?

Kafka ve Marquez’in tüm kitapları başucumdadır. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay da en kıymetlilerimden. Çağdaş yazarları sıkı takip ediyorum. Yeni çıkan kitapları mümkün olduğunca okumaya çalışıyorum. 

Comentarios


bottom of page