top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıOylum Yılmaz

2024 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Han Kang’ın insanı: Dehşet ve masumiyet!

“Dupduru, sade bir dili vardı ve insani varoluşun dehşeti, yeryüzünün şiiriyle aynı anda ses buluyordu bu dilde. Su kadar duru ve yine en az su kadar gizemli bir ses… Soruyordu: İnsan olmaktan kurtulabilir miydi insan? Ve nasıl?”

Oylum Yılmaz, birbiri ardına yazdığı romanlarla insanlığın vicdanını arayan Koreli yazar Han Kang’ın kısa bir portesini kaleme aldı.



Onu, Kore’nin ötesinde, tüm dünyayla birlikte bir roman aracılığıyla tanıdık. Hem çok farklı hem de çok tanıdık bir sesi vardı. Bu ses bunca kötülüğü ve iyiliği aynı anda kucağında taşıyan dünyamızı sevebilmeyi becerebilecek miyiz diye soruyordu sanki insanlığımıza ve eğer varsa hala öyle bir şey, vicdanlarımıza sesleniyordu… Adı Han Kang’dı, romanı ise Vejetaryen. Büyük reklam kampanyaları, kollarını sıvamış aracı ajanlarla falan parlayan görkemli bir çoksatar ateşi değildi onunki. Edebiyatseverlerin birbirine kulaktan kulağa fısıldadığı ve çabucak yayılan bir sır gibi romanı elden ele dolaşmaya başlıyordu. Sıradan bir ev kadınının farkındalık, uyanış ve delirişinin hikayesini anlatıyordu bu romanında Han Kang. Romanın kahramanı Yonğhe, insan değil bitki olmak istiyordu. Önce içindeki insani vahşetten kurtulmak için de bir gün aniden et yemeyi bırakıyordu. İnsanın ve kadın cinsinin kendi bedenine kültürün, dinin, ataerkinin çizdiği sınırların ötesinde sahip olmaya çalışmasının nasıl bir imkansız hayal olduğunun hikayesiydi bir yanıyla Vejetaryen. Söz gelimi damadına daha fazla mahcup olmamak için kızını döverek ona zorla et yediren babanın sahnesinin okurun aklına kazınmaması imkansız ya da iş yemeğinde onun et yememesi üzerine dönen korkunç sohbeti. Bu ve benzeri sahneler için Han Kang Elif Bereketli’ye verdiği söyleşide şöyle diyordu: “Roman, hem bir soru hem de bir alegori içeriyor. Yani insan olmayı bu denli istemeyen bir kadın var ve o kadının tercihi o kadar kati ki ölümden bile korkmuyor. Onu anlayabilecek kimse de yok. O yüzden tuhaf ve aşırı bir alegori kullanıyor ve okuru insanoğluna dair birlikte düşünmeye davet ediyor.”

Bitki olmak isteyen ev kadınının sesini roman boyunca bize hiç duyurmadığı bir teknik kullanmıştı Han Kang. Üç farklı anlatıcı Yonğhe’nin uyanışını, kendinden vazgeçişini ve delirişini kendi bakış açılarından anlatıyorlardı. Kahramanın sesi sadece bu kişilere anlattığı rüyalarda duyuluyordu. “Rüyamda, tam kesilmediği için sallanan kafayı tutup son bıçak darbesini vurduğumda, kaygan surat kısmını avucumun içine aldığımda, bu haldeyken uyandığımda. Gerçek hayatta, yalpalayarak önümden geçen güvercini öldürmek istediğimde, uzun süre gözlemlediğim komşunun kedisinin boğazını kesmek istediğimde, bacaklarım zangırdayıp soğuk terler döktüğümde, sanki başka biriymişim gibi hissettiğimde, başka biri içimden fışkırıp beni yuttuğunda, işte o zaman...” Peki her şeyiyle dehşete yakın bu hikayenin en çarpıcı yanı neydi? Bitki olmak isteyerek deliren sıradan bir kadının hikayesi bütün dünyayı neden böylesine ilgilendirmişti?


İnsan olmaktan kurtulabilir mi insan?


Dupduru, sade bir dili vardı ve insani varoluşun dehşeti, yeryüzünün şiiriyle aynı anda ses buluyordu bu dilde. Su kadar duru ve yine en az su kadar gizemli bir ses… Soruyordu: İnsan olmaktan kurtulabilir miydi insan? Ve nasıl? Han Kang Koreli orta sınıf geleneksel bir hayatı, evrensel bir hikayeye dönüştürüyordu.



Türkçeye çevrilen Vejetaryen’i, Çocuk Geliyor izledi sonra. Han Kang bu romanında da 1979 yılında Kore’de kanlı bir şekilde bastırılan muhalif bir ayaklanmayı merkeze alarak yine devletle, aileyle, kültürle olan dehşetli insani hesaplaşmasını sürdürüyordu. İnsanlık suçu ve insanlık onuru arasındaki o incecik çizgiye yerleştiriyordu sarsıcı hikayesini. Tıpkı Vejetaryen’de olduğu gibi Çocuk Geliyor’da da gündelik siyasetin ve yaşadığı zamanın/kültürün dışına çıkarak insana ve dünyaya dair evrensel bir soruyu roman haline getirmeyi başarıyordu.

Biz her ne kadar onu bu romanıyla tanımış olsak da Vejetaryen yazdığı ilk roman değildi ama. Yazar bir ailenin küçük yaştan itibaren yazdıkları ses getiren ve ödüller alan bir üyesiydi Han Kang, bu romanının İngilizceye çevrilmesiyle de ünü Kore’nin dışına taşarak tüm dünyaya yayılmıştı. 2016 yılında İngilizcede yayınlandığı yıl, Man Booker Ödülü’nün sahibi oldu. Bir önemli parantez açarak Han Kang’la bizi tanıştıranın onu Korece aslından çeviren Göksel Türközü olduğunu söyleyeyim. Yazarın ülkemizde de çok sevilmesinin ve okunmasının en büyük sebeplerinden biri de pek çok yazarın başına gelmeyecek bu şansa sahip olmasıydı, yani onu İngilizce çevirisinin üzerinden Türkçeye çevrilmiş haliyle değil, aslından çevrilmiş bir şekilde okuma fırsatı bulduk. Yazarın diğer iki romanı da yine aynı şekilde Korece aslından dilimize kazandırıldı Göksel Türközü sayesinde.


Şair, deneme, öykü, roman yazarı, bestekar, şarkıcı!


Hem bir şair hem bir öykü ve roman yazarı hem de bir müzisyen Han Kang. Kendi bestelerini seslendirdiği bir albümü bile var hatta. Deneme kitapları da yazıyor bütün bunların yanı sıra ve yaratıcı yazarlık dersleri veriyor. 1999 yılında yazdığı novellası Bebek Buddha’nın ve Vejetaryen’in beğenilen sinema uyarlamaları var ve yazdığı kitaplarla ona verilmiş olan on tane ödülün de sahibi.



Ve şimdi uzun zamandır beklenen romanı Beyaz Kitap’la yeniden karşımızda. Daha önce yazdığı kitapları okuyanlar Han Kang’ın romanlarında bir leitmotif olarak masumiyeti işlediğini fark etmişlerdir. Bu romanda ise masumiyet bir leitmotif olmaktan çıkıyor romanın kahramanına dönüşüyor. Yani, doğduktan sonra sadece iki saat yaşayıp ölen bir bebeğe, Kang’ın ondan önce dünyaya gelen ablasına. Bu yanıyla otobiyografik bir roman denilebilir Beyaz Kitap için. Daha doğrusu bu defa karşımızda tam anlamıyla bir roman da yok, belli konular ve kavramlar etrafında yazılmış pasajlardan oluşan bir metin söz konusu. Yazar, romanın her bölümünde bir imgeden yola çıkarak beyaza ve beyazın çağrıştırdığı nesnelere ve kavramlara yoğunlaşıyor. Ölen bebeğin son nefesi onun ilk nefesi olana dek, Varşova şehri tüm varlığıyla yeniden inşa edilen kendi bedenine dönüşene dek ilerliyor.


Beyaz Kitap belki tam anlamıyla bir roman değil ama hem insanı arayışta romanın sınırlarını zorlayan usta bir yazarı okumak açısından önemli hem de yazdıklarıyla vicdanın sesi olan bu dikkat çekici yazara yeniden kulak vermek açısından kıymetli.


Comments


bottom of page