"Herkes bu kadar iyiyse kötüler nerede?"
Şule Tüzül yazdı: "Figen Şakacı, İletişim Yayınları'ndan çıkan son romanı HınçAhınç ile çaresizliğimize, öfkemize, çözüm ve anlam arayışımıza tercüman olmuş."
Türkiye'nin özellikle son 20-30 yılı her konuda korkunç bir değer yitimi ile geçti, geçiyor. En dehşet verici olanı ise insani değerlerin yok oluşu. Bundan on yıl önce izlesek akıl tutulması yaşayacağımız haberlere kanıksamış biçimde bakıyoruz. En dokunulmaz dediğimiz bebeklerin, çocukların bile yaşamadığı dehşet hikâyesi kalmadı. Çaresizce izliyoruz. Biriken öfkemizle. Kaybımız çok ve büyük. En fenası birbirimizi kaybediyoruz.
Figen Şakacı, İletişim Yayınları'ndan çıkan son romanı HınçAhınç ile çaresizliğimize, öfkemize, çözüm ve anlam arayışımıza tercüman olmuş. İçimden taşanları buldum HınçAhınç'ta. Bir çeşit dertleşme. Bir çeşit birbirine sarılma, birbirine tutunma halini buldum.
HınçAhınç, 16 yaşlarında üç yoksul gencin çevresinde örülmüş bir hikâye. Türkiye'nin hikâyesi. Gençlerin yaşadığı Yeni Mahalle üzerinden Yeni Türkiye'yi okuyoruz. Diğer yandan sadece bu coğrafyaya özgü bir roman demek HınçAhınç'a haksızlık olur, anlattığı insanlık durumu ile evrensel bir roman; dünyanın tüm coğrafyalarında yaşanan yoksulluğu ve adaletsizliği anlatıyor Serde, Arif ve Demâr'ın hayat hikâyeleri.
İnsanlık tarihi dediğimiz şey güçlünün güçsüzü ezdiği ve sömürdüğü düzenin hikâyesi. Bu nedenle bu hikâye edebiyatın ve diğer sanatların ana konusu olmaya devam edecek. Binlerce esere konu olmuş bu hikâyeyi bir kere daha yazmak, okunası bir şekilde yazmak elzem olduğu kadar zor elbette. Figen Şakacı, romanı ortaya çıkaran dili, anlatımı ve kurgusu ile bunu ziyadesiyle başarmış. Romanın nasıl bir titizlikle ve hassasiyetle örüldüğü her cümlede okura ulaşıyor.
Romanın en etkili yönlerinin başında dil geliyor. Figen Şakacı bugünün Türkiye'sinde sokağın dili neyse onu olduğu gibi romana taşımış. Ancak bunu yaparken edebiyatından taviz vermemiş. Çevremizde, haberlerde, maruz kaldığımız olaylarda ne yaşıyorsak bu dil sayesinde hepsi okurken yüzümüze çarpıyor. Evet, bol bol argo sözcükler, cümleler vuruyor yüzümüze. Bugün ülkenin hemen her yerinde yaşayan ve bu dili konuşan gençleri temsil ediyor Arif, Serde ve Demâr'ın sohbetleri, yaşam biçimleri. Rahatsız etmiyor mu, ediyor. Öfkelenmiyor muyuz, öfkeleniyoruz. Ama aynı zamanda anlamaya, empati kurmaya başlıyoruz HınçAhınç sayesinde bu gençlerin, Serde'nin, Arif'in ve Demar'ın öfkesini de. Yalnızlıklarını, çaresizliklerini, hırs ve hınçlarını. Romanın Yeni Mahalle'sinde bu gençlerin tutunacakları hiçbir şey yok. Belki biraz birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar. Ama yarın hepsi onlara bu dünyayı miras bırakan yetişkinlere dönüşecekler. Ve bu düzen böyle sürüp gidecek. Sürüp gidecek mi? Bir yerde soruyor romanın üçüncü tekil anlatıcısı:
"Herkes bu kadar iyiyse kötüler nerede?"
Figen Şakacı'nın Bitirgen, Pala Hayriye ve Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı? isimli romanlarından oluşan üçlemesi, Kesekli Tarla isimli bir öykü kitabı, senaryo ve tiyatro çalışmaları var. Yazar kimliğinin en önemli özelliklerinden biri: en üzücü, en acı veren, en olumsuz durumlarda bile mizah ve ironiyi çok iyi biçimde kullanması. Okurunu gerçeklerle yüzleştiriyor ama dibe sürüklenmesine, enseyi karartmasına izin vermiyor. HınçAhınç yayınlandığında sosyal medyada yayınladığı şu mesaj onun hayattaki ve edebiyattaki duruşuna dair çok şey söylüyor bize: “Gençlere gelecek veremem, içimizdeki hıncı seyreltemem, boğazımıza kadar battığımız kötülüğü yok edemem ama umarım iyilikten, güzellikten konuşmaya vesile olurum. Bir daha hiç yürüyemeyecek ve yazamayacağım sandığım zamanları bu kitapla aştım, umudu birlikte yüceltmek dileğiyle.”
HınçAhınç, klasik roman özelliklerinin dışında bir roman. Kendine ait başlıkları olan birçok bölümden oluşuyor. Bu bölümler kronolojik ve birbirine bağlı bir sıra izlemiyor. Her biri bir film sahnesi gibi. Kamera bir sahneden diğerine çeviriyor objektifini. Sadece Serde, Arif ve Demar'ın değil, mahalle sakinlerinden birçok karakterin hayatlarına konuk oluyoruz bu bölümlerde. Ayrıca çok anlatıcılı bir romanla karşı karşıyayız. Hikâyeyi farklı kahramanların ağzından da dinliyoruz. Üçüncü tekil anlatıcımız da zaman zaman kişisel fikirlerini ifade ederek anlatım diline farklı bir ivme kazandırıyor. Tüm bu teknik tercihler hikâyeyi güçlendiriyor.
Doğrudan belirtilmese de anlatılanların 2016 Türkiye'sinde geçtiğini anlıyoruz. HınçAhınç, bugünlere nasıl geldiğimizi hatırlatıyor bir bakıma... Her şey olup biterken toplumun, bizim, hepimizin nasıl uykuya yatırıldığının hikâyesini okuyoruz biraz da. Din elbette en önemli etken. Ama birçok başka araç da var. Örneğin futbol. Gençlerin ve yetişkinlerin, okumaması, eğitim almaması, çok yönlü yaşamaması için kurulmuş bir sistem var. Bu sistemin en başarılı olduğu konu ise sevgisizlik. Aileden başlayarak tüm yaşama yayılmış bir sevgisizliğe maruz kalan çocuklardan ne bekleyebiliriz?
"Hıncın harcı sabırla karılır kardeşim, haklı olanın acelesi yoktur."
Figen Şakacı, kitabın yeni çıktığı günlerde Deniz Yüce Başarır ile yaptığı bir söyleşide, bu karanlığın içinde ışığı görebilir miyim, bu mahallede birbirimizi sevebilir miyiz, sorularının peşine düştüğünü söylüyor. Okurlar HınçAhınç'ı tam da bu nedenle seviyorlar sanırım, o küçük umut ışığı ihtimalini hatırlattığı, bunu düşünmemize vesile olduğu için. Bu romanı okuyan sokak kedilerine çeşme suyu veremez, artık yemek veremez. Bu romanı okuyan, sokakta yanından küfür kıyamet geçen gençlere eskisi gibi kızamaz. Bu romanı okuyan sokakta gördüğü garip ve deli kadınlara garip ve deli diye bakamaz. Bir yerde kulağınıza Müslüm Baba'nın "Yakarsa dünyayı garipler yakar," diyen sesini duyarsanız kayıtsız geçip gidemezsiniz, artık yüreğinizde bir yere dokunacaktır o ses. Figen Şakacı, edebiyatın ana meselesini şahane biçimde kotarmış HınçAhınç'ta: ötekileştirdiklerimizi, yalnızlaştırdıklarımızı anlama yolculuğuna ortak ediyor okurlarını. Ve diyor ki buna ihtiyacımız var, çok ihtiyacımız var.
"Genel izleyiciye sor bakalım, cevap verebilecekler mi: Herkes bu kadar yalnızken neden herkes bu kadar yalnız?"
Romanın bir yerinde Müslüm Baba'nın sesini duysak da HınçAhınç baştan sona rap müziğinin ritmini taşıyor. Arka fonda hep bu müzik duyuluyor.
Roman kısacık ama içinde o kadar çok konuşacak mesele var ki. Aile, yalnızlık, sıkışmışlık, kadın olmak, yoksulluk, politik ortam ve daha nicesi. HınçAhınç bu coğrafyayı anlatsa da dünyanın bütün coğrafyalarında kadın olmanın çilesini anlatıyor. Arif'in taktığı ismiyle annesi Ananın A'sı, mahallenin yaşlı ve yalnız sakinlerinden Gülistan, tabii ki Demâr, Demâr'ın annesi Üveyik. Yok gibiler ama varlar işte. Deli görünüyorlar, ama değiller. Şefkatsiz ve sevgisiz görünüyorlar, ama değiller.
"Kaybı yokluk olarak tarif edersek kaybettiğimiz şeyin kalbimizdeki yerini de söküp atmış oluruz."
Figen Şakacı, Bitirgen, Pala Hayriye ve Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı? üçlemesinde küçük bir kız çocuğundan yetişkin bir kadın olma yolculuğundaki kahramanının büyüme hikâyesini anlatıyordu. Fonda yine Türkiye vardı. Söyleşilerinde bu üçleme için, bir çocuğun büyümeme inadının hikâyesi, diyor Şakacı. HınçAhınç'ta da bu hikâye devam ediyor diyebiliriz; bir çocuğun ihtiyacı olan her şeyden yoksun üç gencin büyümeme inadı.
Karagöz. Ah Karagöz. Canım Karagöz. HınçAhınç'ın ana kahramanlarından, mahallenin kedisi. Romanda bir bölüm ona ayrılmış, o da anlatıcı oluyor. Bugün ne çekiyorsak, insanlık tarihinin doğadan ve hayvanlardan uzaklaşmasının bedeli bu. İşin en fenası; bu bedeli de doğa ve hayvanlara ödetiyoruz yeniden. Onların yer bulamadığı edebiyat, eksik bir edebiyat olmaz mı?
Figen Şakacı'nın kullandığı dil ve yukarıda sözünü ettiğim anlatım ve yazım tercihleri ile HınçAhınç'ta yaptığı çok önemli bir şey var. Her zerresi ile eril olan bir dünyanın dilini hikâyesine taşırken bu eril dünyayı eleştiren ve eril olmayan bir anlatıma sahip HınçAhınç. Aynı zamanda insanı merkeze alan türcü bir anlatım da değil bu. Diğer yandan edebiyatın köşe başlarını tutmuş eril hakimiyete karşı da bir duruş sergiliyor; genel kabul görmüş, okurun alıştığı ya da "alıştırıldığı" türde roman özellikleri taşımıyor HınçAhınç. Okura oynamıyor. Yeni Mahalle'nin yaşamından kesitler sunuyor, arada boşluklar, kameranın arkasında kalan hikâyeler var. Bu ülkede yaşayan herkesin bildiği ya da bilmesi gereken hikâyeler. Bunları tamamlamak ya da tamamlamamak okura düşüyor.
HınçAhınç, sözünü sakınmayan, çok gerçekçi bir roman. Bu ülke hala devam edebiliyorsa siyaset ve ekonomi sayesinde değil, bir avuç insanın yaşatmaya çalıştığı edebiyat, sanat ve bilim sayesinde. Çünkü tutunabildiğimiz, birlikte olmayı başarabildiğimiz yegâne yerler buralar. HınçAhınç o çabanın ve çalışmanın ürünü. Yolu açık, okuru bol olsun. Çok teşekkürler Figen Şakacı, yaramıza dokunduğunuz, içimizden taşanlara ses olduğunuz için.
תגובות