top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

İnsan niçin anlatır?

Yazarın fotoğrafı: Şule TüzülŞule Tüzül

Şule Tüzül, İsmail Gezgin'in Homo Narrans isimli kitabı üzerine yazdı: "Kitap, anlatma arzusunun çağlar boyunca süren hikâyesini anlatıyor."



Bugün neredeyse herkesin yazar, herkesin şair, herkesin hikâye anlatıcısı, herkesin farklı biçimlerde bir şeyler anlattığı bir dünyadayız. Herkes anlatma derdinde. Nedir bu derdimizin kaynağı?


İsmail Gezgin'in Pinhan Yayınları tarafından yayınlanan Homo Narrans isimli kitabı, bu derdimizin kaynağını yüzbinlerce yıl öncesinden bugüne getirip masaya yatırıyor. Kitapta görüyoruz ki, anlatma arzusu insanın doğadan kopuşu ve dilin doğuşu ile doğuyor, yüzbinlerce yıl boyunca insanı değiştirip dönüştürerek bugünlere geliyor. 


Arkeolog, akademisyen ve yazar İsmail Gezgin, hem verdiği derslerle hem de kitaplarıyla yüzbinlerce yıllık geçmişimizin izini sürerek bugünümüze ışık tutuyor. Homo Narrans, anlatma arzusunun çağlar boyunca süren hikâyesini anlatıyor. Homo narrans, hikâye anlatan insan demek. Kitap kapağında iki alt başlık daha yer alıyor: İnsan Niçin Anlatır? ve Mit, Masal ve Hikâyenin Arkeolojisi.


Homo Narrans, çok yoğun bir kitap. Çok sade ve anlaşılır bir dili var ama neredeyse her cümle altı çizilecek kadar önemli. Bu nedenle kısa bir yazı ile bu kitabı anlatmak mümkün değil. Bu yazıda benim için öne çıkan birkaç konuyla kitabı tanıtmaya çalışacağım.


Kitap iki ana bölüme ayrılıyor: Evren Kuran Mitler ve Kültür Kuran Mitler. Konu o kadar geniş bir yelpazeye sahip ki bu iki ana bölüm de birçok alt bölüme ayrılarak, bugünümüzü biçimlendiren sınıf toplumu, cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri, aile, mimari, şiddet, yaşam ve ölüm gibi birçok kavram ve mesele anlatılıyor. 


İsmail Gezgin, mitos ve logos kavramlarını açıklayarak konuya giriş yapıyor. Her iki kavram da dille ortaya çıkıyor elbette. Her ikisi de insanın anlam arayışında söz ve anlatmaya, hikâyeye karşılık gelseler de mitos hayal ürünü, ayakları yere basmayan bir özellik taşırken, logos her şeyi mantık ve akıl çerçevesinde anlatmaya yönelik bir kavram. Bu nedenle logos insanın en büyük sorunlarından biri. Bu sorun, insan kendini hayvandan ve doğadan ayırdığı, "insan nedir?" diye sorduğu noktada başlıyor. Böylece, doğanın bir parçasıyken doğadan kaynaklı bir bilgeliğe sahip olan insan, doğadan koptukça bu bilgeliğini kaybediyor, o boşluğu doldurmak için, varoluşuna bir anlam kazandırabilmek için bilgi ve anlam arayışına giriyor. Dil insanı doğadan koparıyor, anlam arayışına sürüklüyor. İşte insanın kendini ve çevresini anlamak için ürettiği mitler, kendisine kurmaya çalıştığı evrene ait mitler. 


Bu anlam arayışı belki ilk başlarda masumdu. İnsan ilk başta topluluklar halinde yaşamıyordu. Ancak insanlar bu anlam arayışı içerisinde tarım toplumuna ve yerleşik hayata geçmeye, topluluklar oluşturmaya, birlikte yaşamanın gerektirdiği koşullara uyum sağlamaya başladıkça, anlam arayışının sonuçları masumiyetini de kaybetmeye başlıyor. Binlerce yıl içerisinde oluşan uygarlık, dil aracılığıyla kitleleri yönetmeye, adalet adı altında adaletsizliği, eşitlik adı altında eşitsizliği, beraberinde cinsiyetçiliği, türcülüğü, iktidar sorununu, sınıf çatışmasını ve savaşları getiriyor. Dil, insanı diğer canlılardan ayırırken, güçlünün güçsüzü ezdiği korkunç bir dünyanın kitleleri yönetme araçlarından birine dönüşüyor. 


Peki tersi olamaz mı? Dil, daha iyi bir dünya kurmanın aracı olamaz mı? Bunun için geç mi kaldık? Bunun için hepimizin dili, olanaklarını, anlamı sorgulamamız gerekiyor. Her türlü iktidarın ve eril dünyanın diline karşı, alternatif diller oluşturmalıyız. Bugün birçok bilim insanı, düşünür ve yazar buna çalışıyor. Homo Narrans'ı okuduktan sonra Ursula K. Le Guin'i, John Berger'ı, Latife Tekin'i, Mine Söğüt'ü, Deniz Gezgin'i ve daha nice dille derdi olan, dili iktidarların ve erilliğin tekelinden kurtarıp değiştirip dönüştüren, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün tüm canlılar, tüm dünya için anlamını ortaya çıkarmaya çalışan yazarları daha iyi anlıyorum. 


"Homo sapiens'in trajedisi, bitmek tükenmek bilmeyen nafile anlam arayışıdır," diyor İsmail Gezgin. İnsan, doğadan koptuğunda kaybettiği bilgeliği, dil ile kazanmaya çalışıyor. Bu nedenle konuşmaya, anlatmaya devam ediyor. Hikâyeler, masallar, mitler anlatıyor. İsmail Gezgin devam ediyor:

"Dil bir özgürleşme ve bireyleşme alanı değildir; bir aidiyet, mahkumiyettir, anlatılan bütün öykülerdeki kimliklere, inanca, değerlere dil yoluyla prangalıdır insan." 

Dil aynı zamanda yaşam anlamına geliyor. Çünkü doğada ölüm diye bir şey yok, sadece insan öleceğini biliyor. Kitapta geçmişten günümüze değişerek de olsa gelen çok sayıda mite ve hikâyeye yer veriliyor. Bunların bazıları Gılgamış, Dede Korkut gibi tanıdık hikâyeler. Bu hikâyelerden günümüze kadar gelenlerden bir kısmı ölülerin gömülmesi ile ilgili mesela. Ölümün ardını açıklayan mitlerle dolu insanlık tarihi. Gezgin, ölülerin gömülmesi konusunda, insanın geçmişten geleceğe bıraktığı en çarpısı eski eserdir, diyor. Bu dünyanın en eski miti. 


Kitabın en ilginç konularından bir diğeri cinsiyet. Gezgin, Kültür Yaratan Mitler bölümünde bu konuda şunu söylüyor: "Bugün artık biliyoruz ki cins de cinsiyet de bedene içkin doğal özellikler değildir, hâkim ideolojiler tarafından bireylerin bedenlerine atanırlar." Hem toplumsal uyum hem de hâkim ideoloji istediğini yapabilsin diye insanlar önce ikili cinsiyete, sonra aile kurumuna mahkûm ediliyor. Mahremiyet bu sürecin en önemli araçlarından biri, böylece kadın ve çocuklar dört duvar arasına hapsedilirken erkek de o dört duvarın varlığını sürdürmesi için dışarıda kendine biçilen rolü gerçekleştirmek zorunda. Tüm bunlara neden olan mitler, hikâyeler ve masallar hücrelerimize öyle işlemiş ki, yalnızlık insanın en büyük korkularından birine dönüşmüş. İşte kültür yaratan mitler de insanın nasıl yaşayacağını anlatıyor. Mimariye dair mitler, insan ilişkilerini hâkim ideolojinin isteği yönünde etkilerken, biz ve öteki kavramlarını ortaya çıkarıyor, hakim ideoloji varlığını sürdürmek için bunları kullanıyor. Böylece erkeğin iktidar olduğu bir toplumsal yapıyı temel alarak kurulmuş bir kültür bugünlere kadar geliyor. 


Kültür kuran mitlerin en etkili olanlarının insanı insandan ayıran mitler olduğunu görüyoruz. Bu mitlerin temel hikâyesi, insanın göksel bir varlığın yeryüzündeki yansıması olduğu üzerine. Bu ise kimin kim olduğu sorunsalını ve etnik kimlikleri ortaya çıkarıyor. Birçok savaş bu nedenle çıkıyor. İnsanın kendine ve başkalarına yabancılaşması da aynı nedenle ortaya çıkmış. Bugün gelinen noktada,

"Ne seçimlerimiz ne de davranışlarımız bize aittir, onların hepsi bize dil yoluyla dikte edilen kültürel göstergelerdir," diyor Gezgin.

Mitler, eril bir dünya kurmakla kalmamış, insan merkezli bir dünya da kurmuş. Tüm hayvanlar öteki olarak kodlanmış. Tufan hikâyelerinde kurtulan ve bugün varlığını sürdüren hayvanlar insana fayda sağladıkları için kurtulmuşlar. Diğer türler yok edilmiş. Yılan insanın cennetten kovulmasının nedeni, şeytanla bir tutulan hayvanlardan biri olarak anlatılmış binlerce yıl. Bir mitte bir insan hayvana dönüşüyorsa muhakkak ya cezalandırılmış ya da komik duruma düşürülmüş, dalga geçilmiş. Bugün de birini aşağılamak için hayvan isimleri kullanılıyor. Bugün hayvanların nankörlüğü, kötülüğü, uğursuzluğu, akılsızlığı, değersizliği üzerine var olan tüm söylemler binlerce yıl öncesinden geliyor ve bu nedenle binlerce yıldır onlara eziyet etmeye devam ediyoruz. Kitapta en çok bu gerçek yaraladı beni. 


Bugün hepimiz için önemli olduğunu düşündüğüm birçok değer de mitler nedeniyle, dolayısıyla hâkim ideolojiler için yaratılmış. Onur, ahlâk, vicdan, vatan sevgisi, kahramanlık, vefa, umut bunlardan bazıları. Örneğin umut olmazsa bir toplumu uyumlu biçimde bir arada tutamayız. Savaşlarda ölümü göze alma kahramanlığı hep askerlerden beklenir, krallardan beklenmez, onlar zaten konumları nedeniyle kahramandır. Ayrıca kadınlardan kahramanlık beklenmez, güzel olmaları beklenir, kadınlar erkek kahramanları beklerler, bir erkek kahraman olduğunda güzel kadınları hak eder. Günümüze kadar ulaşan mitlerin hemen hepsinde kadının kimliği yok, sadece erkeklere hizmet için hikâyelerde yer alıyorlar. Ayrıca kadın kimliği kötülükle birleştirilmiş, dünyaya kötülüğü getirdikleri söylenmiş. Yine kitaptan öğreniyoruz ki; Platon kadın bedeninden uzak durulmasını öğütlemiş, Aristotales kadının rahimde erkeğin deforme olmasından kaynaklı hatalı bir form olduğunu ileri sürmüş. İnsanlık tarihinin öne çıkan felsefecilerinin, düşünürlerinin, yazarlarının, ressam ve sanatçılarının neden hep erkek olduğunu da anlıyoruz böylece. Tüm bu mitler de görülen diğer gerçek ise, öznesi erkek nesnesi kadın olan eril şiddetin günümüze kadar nesiller boyu aktarılmış olduğu... 


"Öyle ya! Herkesin bir hikâyesi vardır," diye bitiriyor kitabını İsmail Gezgin. Bizi, hikâyelerimizin nereden ve nasıl geldiğine dair bin bir soruyla baş başa bırakarak. Okuduklarımıza ve yazdıklarımıza, anlattıklarımıza, bambaşka gözle bakmamıza neden olarak... 



HOMO NARRANS

Pinhan Yayıncılık, 2024

İsmail Gezgin

Tür: Arkeoloji

200 s.

Comments


bottom of page