top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

“Ben ne yazıyorsam oyum”

Mahmut Yıldırım, İlay Bilgili ile üçüncü öykü kitabı Onca Günah Varken üzerine söyleşti: "Onca Günah Varken, doğanın ya da dünya dengelerinin acımadan sarstığı insanın, en basit yanlarına tutunarak bu karmaşaya galip gelebileceğini anlatan, temelimize tutunan bir kitaptır."



İlay Bilgili, diğer öykü kitaplarına kıyasla daha sakin ve durgun bir pencereden baktığını belirtiyor ve “Ben ne yazıyorsam oyum,” diyerek giriş yapıyor söyleşimize.


Onca Günah Varken adlı öykü kitabınızdan ve kendinizden bahseder misiniz? Okurlarınızı neler bekliyor?

Yirmi üç yıldır İngilizce öğretmeniyim ve Ayşe adında on üç yaşında bir kızım var. Aslen Antakyalıyım, üniversite için İstanbul’a gelene kadar Adana’da yaşadım ve o şehir hemen her şeyime nüfuz etti. Bunu sıkça belirttiğim için beni genelde Adanalı sanırlar. İlk öykü kitabım Talan, 2019 yılında Monokl Yayınları tarafından yayımlandı. Yaklaşık üç yıl sonra İthaki Yayınları tarafından yayımlanan ikinci öykü kitabım Leyla, Mektubum Eline Ulaştı mı? okurla buluştu.


Üçüncü ve son öykü kitabım Onca Günah Varken 2024’ün sonuna yetişti ve Metinlerarası Kitap tarafından yayımlandı. Onca Günah Varken, aslında daha önce yaptığım her şeyi kapsamakla beraber, edebiyatıma daha sakin ve durgun bir yerden baktığım bir öykü toplamı. Her ne kadar savaş, deprem, kadın cinayetleri gibi derin ve yorucu konuları işlemiş olsam da aslında hemen her öyküde tüm bu karanlığa rağmen hayatın devam ettiğini, etmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştığım ince detayları işlemeye çalıştım. Ağlamak ya da isyan etmek veya sürekli yargılamak yerine kolektif bir bakış açısına sahip olmamız gerektiğini, o bakış açısının hepimizin hikâyesinde iyileştirici bir unsur olduğunu kendimce göstermeye çabaladım. Onca Günah Varken, doğanın ya da dünya dengelerinin acımadan sarstığı insanın, en basit yanlarına tutunarak bu karmaşaya galip gelebileceğini anlatan, temelimize tutunan bir kitaptır.


Savaşın, depremin, şiddetin yıktığı hayatları, var olma mücadelesini, günahlarla dolu bu dünyada insan olmanın anlamını ve dahasını dile getiriyorsunuz bu üçüncü öykü kitabınızda. Osho, “Tek günah, farkında olmamaktır. Ve tek erdem farkındalıktır,” der.

Buradan hareketle, onca günah gerçekten varken, bunları yapayalnız sırtlayan kişilerin azlığını, yazarak, onlara dokunarak çoğaltabilir miyiz? Yazar olarak bir nevi bu durumları görev bilinciyle mi düşünüyorsunuz?

Yıllardır süregelen sanat, kimin içindir sorusuna hiçbir zaman net bir cevap alamadık. Sanatın, kendini açıklamak gibi bir zorunluğu yok elbette. Çok güzel anlatıldığında duvarda asılı bir tabloyu sayfalarca anlatmak nasıl iyi sanat olabilirse toplumsal bir konuyu ele almak da iyi yapıldığında nitelikli edebiyata dönüşür. Her sanatçı öyle ya da böyle icra ettiği sanata kendi bakış açısının gölgesini düşürür. Ben ne yazıyorsam oyum. İzlemeyi sevdiğim filmlerin, okumayı sevdiğim kitapların ya da dinlemeyi tercih ettiğim müziklerin bir toplamıyım. Dünyayı kurtarmak politikacıların görevi, sanatıma böyle bir görev atfetmiyorum fakat ben, sanatın bana dokunan her dalından beslendim ve bu yol ile dönüştüm, olduğum kişi hâline geldim. Demem o ki, iyi yazılmış birkaç satırın dünyaya nasıl tesir edebileceğine bazen şaşırıp kalırız. 


“Dilin senin atındır. Sen ona iyi bakarsan o da sana iyi bakar, gideceğin yere götürür,” atasözünden yola çıkarak, kitaptaki dilinizin gücüne yaslanalım. Dil hassasiyetinden ve dilin sonsuz olanaklarından konuşalım isterim.

Son kitabımdan daha sakin, daha olgun bir öykü toplamı derken aslında dil kullanımının daha oturaklı olmasını kastetmiştim. Bunu sağlayabilmek benim için her yazar için olduğu gibi oldukça önemli. Kendimi bu anlamda geliştirebilmek için yaptığım en önemli şey çok ve nitelikli okumaktır. Okuma yaparken farklı tür, yazar ve coğrafyaları tercih eder; satırlar, cümleler arasında gezinirken okuduğum ve beğendiğim yazarların metinlerinin röntgenini çekmeye çalışırım. Tarık Dursun K. ve Salinger benim için diyalog yazma ustalarıdır. Güncel edebiyatı ise çağın sesini elden bırakmamak ve bunu kendi öz dilimden kopmadan çağa monte edebilmek için özellikle takip ederim. Han Kang sadeliğinden çok şey öğrenebiliriz örneğin. Özetle, dilin olanakları ile iç içe olmanın bana göre en iyi yolu çok okumaktır, ben de elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyorum.


Günümüzde fazlasıyla öykü kitabı yayımlanıyor fakat çoğu öykü girişlerinde şuna denk geliyoruz; herkes güneşi bir başka doğuruyor ya da yağmurun yağışını bir başka klişe şekilde anlatıyor vs. Hâliyle bu da bizi sıkıyor. Bu anlamda öykü anlayışınız üzerine neler söylersiniz?

Açıkçası ben okurken de çok seçiciyim. Maalesef öyle kolay kolay beğenemiyorum. Sevgili dostum Polat Özlüoğlu’nun çok güzel bir cümlesi var. “Okumak istediğim gibi şeyler yazıyorum,” diyor. Harika bir anlatım. Sıradan ve konfor alanında olmaktansa kendi delilik bahçemde gezinmeyi severim. Yazdığım şeyi yayımlatmak için ilk kriterim önce benim beğenmemdir.


Üslubunuzu belirlerken nasıl bir okur profili hedeflediniz ya da bunu dikkate aldınız mı?

Hayır, böyle bir şeyi asla planlamadım. Okur, her zaman beni şaşırtmıştır bu anlamda kiminle ya da neyle karşılaşacağımı bilmemek oldukça heyecan verici açıkçası. 


Son olarak onca günah üzerine düşünen bir yazarın aklından neler geçiyor? Yazmak istediğiniz konular, teknikler, okuma listeniz vs. bahseder misiniz?

Ben, dünyanın ve kolektifin çoğu zaman popüler olanın sağanağında ıslandığını, onunla beraber aktığını düşünür ve buna üzülürüm. Oysa, insan olmak pratikte hemen hepimizin aynı şeyleri yaşama ihtimali üzerine şekillenir o sebeple de yargılamayı ve yargılayanı hiç sevmem. Yarın kendini aynı hikâyede bulma ihtimalin çok yüksekken, insan başka taraflara bakarak değil tüm enerjisini kendine vererek yaşamalı sanki. Herkes önce kendi bahçesini temizlese zaten her yer temiz olur hesabı diyelim.


Bir roman yazma planım var çünkü roman yazmam konusunda ısrarcı olan bir okur kitlesi var. Zaten ikinci öykü kitabıma adını veren Leyla, Mektubum Eline ulaştı mı? öyküsü de bir novella mıdır, bir uzun öykü müdür tartışmaları hala devam etmekte… Elbette bunu benim içimde de isteyen bir taraf var o sebeple en kısa zamanda roman fikri üzerine yoğunlaşacağım. Bir de neden bilmem kafamda hep bir polisiye yazma fikri var. 

Enteresandır ki bir öykü yazarı olmama rağmen neredeyse son iki yıldır yüksek oranda roman okuyorum, okumalarıma bakınca okuduğum öykü kitabı sayısı roman sayısının neredeyse beşte biri diyebilirim. Şu an elimde Coetzee’nin Demir Çağı kitabı var, ne şans ki çevirmeni İlknur Özdemir ile de son Tüyap Kitap Fuarı’nda yüz yüze tanışma şansım oldu. Bu sebeple özel bir ilgi de göstererek okuyacağım. Onun yanında henüz okumadığım birkaç Ayla Kutlu kitabı da listemde, ilk hedeflerim bu şekilde.

Comments


bottom of page