top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

"Edebiyat sanattan fazlasıdır"

Yazarın fotoğrafı: Şule TüzülŞule Tüzül

Şule Tüzül, Sandor Marai'nin İşin Aslı, Judit ve Sonrası üzerine yazdı: "Kaderini savaşların belirlediği aşk, dostluk, birey ve toplum hikâyelerinin içinden geçen okur, ilk sayfalardan itibaren, her anlamda büyük kayıplarla ömrünü geçiren bir insanın sesi ve duygusu nasıl olabilirse, o duyguyla sarıp sarmalanıyor."



Sandor Marai. 1900 yılında dönemin Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nda doğmuş. Doğum tarihi ve yerine baktığımızda durulmayan bir coğrafyada durulmayan bir yaşam öyküsünü tahmin etmek zor değil. Marai'nin ömrü, sadece iki büyük dünya savaşına değil, ülkesindeki iş savaşlara, işgallere, hem faşist hem komünist rejimlerin baskısına tanık olmakla ve tüm bunların ağırlığına dayanmakla geçiyor. Bir ömür boyu, içindeki vatan sevgisini korumaya çalışıyor; sürekli yıkılan, parçalanan, yeniden kurulan ve yeniden parçalanan vatanına olan sevgisini. Ülkesinde yaşama şansı kalmadığı dönemlerde, hep bir gün geri dönmek, hayal ettiği ülkede yaşamak umuduyla Avrupa'nın farklı şehirlerinde yaşıyor. 1926'da Türkiye'ye de gelmiş kısa bir süre. 1948'de hiç umudu kalmayınca Amerika'ya göç ediyor. Hayalini kurduğu vatan hiçbir zaman var olmayacaktır. 1989'daki hazin ölümüne kadar Macar dilini vatanı kabul edip Macarca yazmaktan vazgeçmiyor: "Benim vatanım anadilimdir," demiş. Elliden fazla romana imza atıyor. Macarca yazma inadının da büyük payı olmalı; ancak ölümünden sonra tanınmaya başlıyor, Macaristan ancak ölümünden sonra ona sahip çıkıyor. Yaşarken kıymeti bilinmeyen nice insan gibi. 


Türk okuru da onu tanıdıkça sahiplenmeye başladı. Her geçen gün okur sayısı hızla artıyor. Ben de İşin Aslı, Judit ve Sonrası isimli romanıyla onu tanıdım. Bir romanını okuduğunuzda diğerlerinin peşine düşeceğiniz yazarlardan. Bir edebiyatseverin okumazsa eksik kalacağı bir yazar diyebilirim rahatlıkla. İşin Aslı, Judit ve Sonrası, Esen Tezel'in çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanıyor. 


İşin Aslı, Judit ve Sonrası üzerine yazmak istediğim bu yazıya kısacık da olsa Sandor Marai'nin hayatı ile başlamak istedim çünkü roman onun hayatından izler taşıyor. Biyografik bir roman değil, ama savaşlar ve her anlamda büyük kayıplarla ömrünü geçiren bir insanın sesi ve duygusu nasıl olabilirse o ses ve duygu hâkim İşin Aslı, Judit ve Sonrası'na. Kaderini savaşların belirlediği aşk, dostluk, birey ve toplum hikâyelerinin içinden geçen okur, ilk sayfalardan itibaren o duyguyla sarıp sarmalanıyor. Çok hüzünlü, zaman zaman içimizi ezip geçen, etkileyici, sarsıcı, aynı zamanda çok çekici, karşı koyamayacağımız bir duygu bu. Çok insani, her insanın yakınlık duyacağı bir duygu. Belki de bu nedenle tutkuyla bağlanıveriyoruz Sandor Marai yazınına.  


İşin Aslı, Judit ve Sonrası'nın ana meselesi sınıf çatışması. Burjuvazi, küçük burjuvazi ve proletaryanın bitmeyen mücadelesi. Sandor Marai bu çatışmayı karşılıksız aşklarla birbirine bağlanan üç karakterin hayatları üzerinden anlatırken, eleştirmekten ziyade olabildiğince tarafsız bir gözle her sınıfı anlamaya yönelik bir yol haritası üzerinden ilerliyor. O kadar ustaca kurgulanmış bir harita ki bu; sadece sınıf çatışmasının değil, insan doğasının çaresizliğinin ve sonu olmayan var olma çabasının, insan doğasındaki tekinsizliğin, yaşamın mucizelerinin ve dehşetinin, savaşın, dostluğun ve aşkın romanı da diyebiliriz İşin Aslı, Judit ve Sonrası için.


Aynı zamanda bir karakter romanı bu. Üç ana karakterin ağzından dinliyoruz hikâyeyi. Üç anlatıcımız var. Üç monologdan oluşan bir roman. İlk bölüm İlonka'nın, Peter'ın karısının. Ilonka kocasına aşık. Peter ise Judit'e. Judit'ten pek emin değiliz, belki Peter'a, belki hayatına kolaylaştıran sevgililerine, bilemiyoruz. Çünkü Judit, büyük burjuva Peter henüz evli değilken, Peter'ın anne babası ile yaşadığı malikaneye çocuk yaşta gelen bir hizmetçi. Onun yüreğinde hırs ve nefret, aşktan daha yoğun ve güçlü. Neden mi? Bu üç karakter arasında yıllarca sürecek aşk mücadelesinde Ilonka ile Peter'in tuzu kuru, onlar burjuva, her şeye sahipler. Ama Judit'in yaşamak için mücadele etmesi gerek, gece gündüz, uyurken bile mücadele etmesi gerek. Çocukluğu, anne babası ve kardeşleriyle birlikte, bir çukurda, kelimenin tam anlamıyla toprağa kazılmış bir çukurda, tarla fareleriyle birlikte geçen bir çocuk, canları ne isterse sahip olabilen insanların yaşadığı kocaman bir evdeki yaşamı gördüğünde, o yaşama nasıl bir hırs, nasıl bir bilenmişlikle ulaşmak isterse öyle ulaşıyor Judit de. Aştan daha güçlü bir hırs ve nefretle. Hırs ve nefret, farklı nedenlerle Ilonka'nın da içini dolduran duygular. Tüm yaşananlardan sonra belki bu yüzden "gerçek aşk daima ölümcüldür" diyor Peter.


İkinci bölümde Peter'ın, üçüncü bölümde Judit'in monoloğunu dinliyoruz. Her biri yaklaşık yüz sayfa süren bu monologlardan sıkılmak mı dediniz? Mümkün değil çünkü Sandor Marai'nin, aşkı, insanı, yaşamı anlatan cümlelerinin hangi birinin altını çizeceğimizi şaşırıyoruz. Ayrıca her monologda anlatılan hikâyeler sinematografik sahnelerle dolu. Merak ve heyecan kitap bitene kadar azalmıyor. Bir de yukarıda sözünü ettiğim Marai'nin okuru sarıp sarmalayan sesini ve duygusunu unutmayın sakın. 


Hikâyenin elbette sadece üç karakteri yok. Ilonka, Peter ve Judit, hikâyelerini karşılarındaki birine anlatıyorlar, hayatlarına giren diğer insanlardan da bahsediyorlar. Ayrıca roman bu üç karakterin hikâyesi değil sadece; bir ülkenin tarihine, Avrupa ve dünya tarihine de tanıklık ediyoruz. Okurların kalbini çalan iki karakter daha öne çıkıyor anlatılanlarda: Peter'ın dostu Lazar ve Peter'ın annesi. Anne kalbimizi çalışıyor çünkü O burjuvazinin gerektirdiği kurallar dünyasında mutsuzlukla ömrünü tüketmiş bir kadın ve oğlunun aynı mutsuzlukla ömrünü tüketmesini istemiyor. 


Lazar. Ilonka, Peter ve Judit'in hayatlarında ve romanın merkezindeki karakter O. Yazarlar kendilerinden parçaları yazdıkları roman karakterlerine dağıtırlar ya, Sandor Marai de öyle yapmış ama çoğunu Lazar'a vermiş olmalı. Sandor Marai'nin yaşamını öğrenince Lazar'ın Sandor Marai olduğunu düşünüyorum elbette. Lazar da yazar. Yaşamı çözmüş çok özel bir karakter. Savaşın en yoğun günlerinde herkes sığınaklara koşarken evinde kitap okumaya devam ediyor. Hiçbir şeyi umursamıyor, umursadığı tek şey kültür, gerçek anlamıyla kültür. Savaşın onu üzen tek nedeni de bu: kültürün yok oluşu. Bir kültürün yok oluşu demek bir vatanın yok oluşu demek. Judit ondan bahsederken "Onun için vatan, Macar diliydi," diyor. Tıpkı Sandor Marai için olduğu gibi. 


İşin Aslı, Judit ve Sonrası, Lazar'dan dolayı bir dostluk romanı aynı zamanda. Lazar, Peter'ın dostu olsa da kısa bir süre için Ilonka'nın, daha sonra Judit'in de dostu oluyor. Her üç ana karakterin yaşamlarını etkiliyor, onları dönüştürüyor. Ilonka, Peter ve Judit, üçü de Lazar sayesinde olup bitenleri anlamlandırabiliyor, ne yöne gideceklerine karar verebiliyorlar. 


Sandor Marai eril dili olan bir yazar mı emin olamıyorum. Roman boyunca kadınlar eril dünyanın kalıplarına sıkışmış bir biçimde yaşıyorlar. Erkeklere tabiymiş gibi görünüyorlar. Peter'ın pek çok konuda kadınları erkeklerden daha yetersiz bulduğunu görüyoruz. Bazı cümleleri, Peter'dan nefret etmeme neden oluyor zaman zaman. Diğer yandan romanı bitirdiğimde romanın en güçlü en sağlam karakterlerinin Ilonka, Judit ve Peter'ın annesi olduğunu fark ediyorum. Sandor okuruna bir oyun mu oynadı acaba diyorum. Çünkü bu romandan sonra Mumlar Sonuna Kadar Yanar ve Eszter'in Mirası isimli romanlarını okudum, onlarda da öyle, dil eril ama romanlar bitiyor bir bakıyoruz en güçlü karakterler kadınlar. Kadınlar devleşiyorlar gözümüzde. Ayrıca üç roman da o kadar iyi ki, eril dile tahammül edemeyen ben, Sandor Amca'yı sevmeye karşı koyamıyorum. 


İşin Aslı, Judit ve Sonrası, Marai'nin hayatından da izler taşıyor demiştim ya. Evliliklerinin bir döneminde çocukları oluyor Ilonka ve Peter'ın ama iki yaşında kaybediyorlar. Benzer durumu Marai de yaşıyor. Sandor Marai ve eşi sonra bir çocuk evlat ediniyorlar. Ancak Amerika'da yaşadıkları dönemde Marai 1986'da eşini, hemen sonrasında 47 yaşındaki bu oğlunu kaybediyor. Ne ülkesinin ne de Marai'nin yaşamı huzur bulmuyor maalesef. Kitapta beni en çok etkileyen sahnelerden biri, Peter'ın kitaplığının da yaşadığı evle birlikte yerle bir olduğu sahneydi. Aynı durumu Marai de yaşamış: 6000 kitaplık kütüphanesi savaş sırasında yerle bir olmuş. 


Beklemek, Marai'nin okuduğum üç romanında da önemli bir yer tutuyor. İşin Aslı, Judit ve Sonrası'nda, Ilonka kocası Peter'ı geri kazanmayı, Peter Judit'i, Judit Peter'ı ya da Peter'ın sahip olduğu her şeye sahip olmayı bekliyor yıllarca. Mumlar Sonuna Kadar Yanar, kırk bir yıl birbirini bekleyen iki dostun hikâyesi. Eszter'in Mirası'nda Eszter de yıllarca sevdiği adamı bekliyor. Ancak 'beklemek' pasif bir eylem biçimi değil Marai için. Beklemek, bir olgunlaşma süreci. Bir ağaç gibi. Büyümek, toprağa kök salmak, daha sıkı tutunmak, diğer yandan gökyüzüne doğru uzamak, dallanıp budaklanmak gibi. Bireyler için de, toplumlar için de, ülkeler için de bunu söyleyebiliriz. İşin Aslı, Judit ve Sonrası'nda Peter şöyle diyor arkadaşına: "Hayatın belirleyici olayları zaman içinde, yani çok yavaş gerçekleşir. Hiçbir eylem gözle görülmez. İnsan yaşar, o kadar. Hayatta önemli olan durumlar daha fazla eylem içerecek diye bir şey yoktur." Okuduğum üç romanı sanki bu cümleleri kanıtlamak için yazmış Sandor Marai. Macarca yazmaktan asla vazgeçmemesini de bu sürekliliğin, başka türlü bir bekleyişin ifadesi olarak görüyorum. Romanda beni etkileyen sahnelerden birinde, savaş sırasında Judit ve Lazar, Buda ve Peşte arasında yıkılmak üzere olan bir köprüye gelirler. Judit, her şeye karşı umursamaz görünen Lazar'a sitem eder, "Köprüler için üzülmüyor musunuz? Ya insanlar için? Ya yok olan her şey için?" Lazar cevap verir: "Hiçbir zaman köprüler ve insanlar için üzülmekten başka bir şeyle meşgul olmadım." Bunu söylerken yaralanmış gibi nefes nefese ve gözyaşlarını tutamaz durumdadır. Lazar, Sandor Marai'dir. Bu sözler Sandor Marai'nin ömrünün özeti gibidir. İşte, hayatın o çok yavaş gerçekleşen belirleyici olaylarından birini anlatır bu sahne. Gün gelir bir cümleyle anlatılabilir bir ömür. 


Tüm romanlarında yüzümüze çarpan başka bir gerçeklik de insanın tekinsizliği. Roman karakterlerinin hepsinde görürüz bu tekinsizliği. Bunu çok ustaca işliyor Sandor Marai. Tekinsiz diyemeyeceğim tek bir kişi olduğunu söylemeliyim: Lazar. 


Hem İşin Aslı, Judit ve Sonrası'nı hem de Mumlar Sonuna Kadar Yanar'ı dilimize kazandıran çevirmen Esen Tezel'e bir okur olarak teşekkürü borç bilirim. Hele de yazının başında bahsettiğim Sandor Marai'nin yaşamından yansıyan o sesi ve duyguyu her iki romanda da bize ulaştırabildiği için. Elleriniz dert görmesin sevgili Esen Tezel. 


Deniz Yüce Başarır ve Esen Tezel, Ben Okurum isimli podcast programında Mumlar Sonuna Kadar Yanar'ı konuştular. Programda İşin Aslı, Judit ve Sonrası'na da bol bol yer verdiler. Ben çok faydalandım bu programdan. Dinlemenizi tavsiye ederim. 


Sandor Marai'yi sanırım en çok da, her ne yaşanıyor olursa olsun, edebiyatın sığınabileceğimiz tek liman olduğunu hissettirmesi nedeniyle sevdim. Vatanı ve yaşamı yıkımlarla dolu bir insan, neredeyse bir asrı dolduran ömrüne kendi istediğiyle son noktayı koyana kadar yazmaya devam etmiş. İşin Aslı, Judit ve Sonrası'da Lazar da öyle yapıyor, kalacak yeri kalmayınca, tutunduğu ne varsa yok olunca, Roma'ya gidip yazmaya devam ediyor. İki dostun sohbetlerinden birinde, her şeyi oyun olarak ve önemsemez görünen Lazar'a Peter soruyor: "Peki ya edebiyat?" Lazar cevap veriyor: "Edebiyat sanattan fazlasıdır, bir cevap ve etik duruştur." 


Bu cevabı tüm yaşamıyla veren Sandor Marai'ye saygıyla...



İŞİN ASLI, JUDIT VE SONRASI

Sandor Marai

Yapı Kredi Yayınları, 2019

Çeviri: Esen Tezel

Tür: Roman

312 s.


Comments


bottom of page