top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Bilmek ya da bilmemek ya da başka şeyler

Yazarın fotoğrafı: Şule TüzülŞule Tüzül

Şule Tüzül, Javier Marias'ın Beyaz Kalp adlı romanı üzerine yazdı: "Sanki romanını kafasındaki düşünceleri birilerine aktarmak için yazıyor, olay örgüsünü bu anlattıklarının içine ekleyiveriyor. Bu da yetmiyor, bir Shakespeare hayranı olan yazar her romanını bir Shakespeare eserine yaslanarak kurguluyor."



Javier Marias okumak hiç kolay değil, ama romanlarının o büyülü ve özel dünyasına girmeyi başardıktan sonra enfes bir edebiyat yolculuğuna çıkarıyor okurunu. Beyaz Kalp o romanlardan biri. 


Ülkemizde Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan Beyaz Kalp, Marias'ın okuduğum ikinci kitabı. İlki Yarınki Yüzün'dü. Üç cilt olan Yarınki Yüzün'ü okurken Marias'ın beni içinde yaşadığım ortamdan alıp, bambaşka bir dünyaya götürdüğünü hatırlıyorum. İyi kitaplar bunu yaparlar. Lewis Carroll'un Alice'i gibi, kitabı elinize alıp kapağını her açışınızda Marias'ın dünyasına geçiveriyordum. Bin küsür sayfalık üçleme su gibi akıp gitmişti. Ne anlatıyor diye sorsanız anlatmakta zorlanabilirim. Olay örgüsüne, birbirini kovalayan onlarca hikâyeye dair bir şeyler söyleyebilirim ama bunlar ne üçlemeyi ne de Marias'ı anlatabilir. Marias sayfalar boyunca anlattıkça anlatmıştı, hiç sıkılmadan dinlemiştim. 


Beyaz Kalp'te de benzer bir durum var. Marias'a bir kurgu yazarından çok filozof demek daha doğru sanırım. Elbette okuduğum her iki roman da şahaneydi, Marias'ın büyük bir roman yazarı olduğunu da yadsımıyorum ama bence Marias romanlarını felsefe yapmak için yazıyor sanki. Bir kavrama, bir meseleye takılıyor, uzun uzun cümlelerle o kavram ya da meselenin etrafında dolaşmaya başlıyor, sonra siz farkına varmadan başka bir konuya geçiyor, sonra o konunun etrafında uzun uzun cümlelerle dolaşmaya başlıyor, sonra bir başkası. Siz ipin ucunu kaçırdığınızı düşünürken ummadığınız bir anda o en baştaki meseleyi tüm anlattıkları ile buluşturuveriyor. Sanki romanını kafasındaki düşünceleri birilerine aktarmak için yazıyor, olay örgüsünü bu anlattıklarının içine ekleyiveriyor. Bu da yetmiyor, bir Shakespeare hayranı olan yazar her romanını bir Shakespeare eserine yaslanarak kurguluyor. Beyaz Kalp'te, bir bakıma Macbeth'i günümüz dünyasına uyarlıyor. Marias romanlarının isimlerini de Shakespeare eserlerinden alıyor. Beyaz Kalp ismini Macbeth'deki bir cümleden alıyor:

"Ellerim senin renginde; ama bu kadar beyaz bir kalp taşımaktan utanıyorum."


Yazarlığının yanı sıra çevirmenlik yapan Marias'ın romanlarındaki ana kahramanlar da çevirmen ya da tercüman, romanların birinci tekil anlatıcısı da onlar. Kahramanlarının isimleri tüm romanlarında benzerlikler gösteriyor, hatta bir romandan diğerine konuk olabiliyorlar. Adını romanın sonlarına doğru öğreneceğimiz Beyaz Kalp'in ana kahramanı ve anlatıcısı Juan da bir tercüman. Eşi Luisa da öyle. Roman, Marias'ın uzun cümlelerinden biri ile başlıyor, cümlenin başı ise şöyle:


"Bilmek istemezdim ama artık biliyorum......"


Marias, okurunu polisiye bir olay örgüsünün içine çekerken bilmek ve bilmemek meselesi üzerine konuşmaya başlıyor. Bu mesele romanın sonuna kadar sürüyor ama araya başka meseleleri de alarak; dürüstlük, ilişkiler, sevgi, politika, eşitlik, adalet, ahlak, ölüm, yaşam, yalan, gerçek ve daha nicesi. Aslında romanın ana meselesi ilişkiler; iki insan arasındaki aşk ilişkisi, iki dostun ilişkisi, birey ve toplum ilişkisi, yakın ve uzak ilişkilerimiz, vs. Marias roman boyunca bir ilişkinin tüm olasılıklarını irdeliyor. Örneğin "yatakta her şey anlatılır," sözünün ne anlama geldiğini, neden yatakta her şeyin anlatılabileceğini, iki insanın yataktaki ruh hallerini, birbirlerine karşı hissettikleri duyguları, sorumlulukları, tepkileri bir cerrah titizliğiyle irdeliyor. Bunun felsefesini yapıyor.


Konudan konuya geçerek felsefe yaparken polisiye bir olay örgüsünü bu felsefe yolculuğuna paralel biçimde romana eklemliyor. O uzun uzun anlatımların arasında aynı zamanda büyük bir gerilimi de eklemiş oluyor böylece. Romanın daha en başında birinin öldüğünü bilmemize, ölümün sebebine ve buna neden olanlara dair pek şeyi kolayca tahmin edebilmemize rağmen okuruna bu gerilim duygusunu yaşatmayı başarıyor Marias. 


Romanın ana kahramanı ve anlatıcısı Juan, her ne kadar Marias'ın sözcüsü olarak hayata dair iki yüz elli sayfalık felsefi bir metne imza atıyor olsa da, eril dili, olaylar karşısındaki pasifliği, aileden gelen zenginliğiyle tuzu kuruluğu gibi nedenlerle okuru zaman zaman çileden çıkarabiliyor. Juan her şeye, her insana, ki buna eşi Luisa da dahil, her olaya belirli bir mesafeden bakıyor. Uzaklaşmıyor, ama yakınlaşmıyor da. Tek derdi meseleyi irdeleyecek bilgileri almak ve üzerine sürekli konuşmak. Bir bilinç akışı konuşması. Ama romanın kurgusu felsefi yönü kadar güçlü. Marias, Juan'a okuru çileden çıkaran özelliklerini, aklındakileri aktarabilmek için veriyor. Kurguda ise dengeyi sağlıyor. Luisa, romanın en güçlü, ayakları yere en sağlam basan, akılcı, sorun çözücü bir karakteri olarak en önemli denge unsuru. Juan'ın yapamadıklarını o yapıyor. Sırların ve bilinmeyenlerin üzerine gidiyor, gitmekle kalmıyor, çıkabilecek olası sorunları da barışçı yollardan çözüveriyor. 


Marias bir söyleşisinde şöyle demiş:

“Roman bize sadece bir şeyler anlatmakla kalmaz, bir hikâyeye, birtakım olaylara yahut düşüncelere iştirak etme ve bu şekilde yaşananları anlama olanağı bahşeder” *


Marias, Beyaz Kalp'te tam da bunu yapıyor. Roman karakterlerini sürekli seçim yapmaları gereken durumlarla karşı karşıya getiriyor ve hangi seçimi yaparlarsa ne olacağı üzerine kafa yormalarına neden oluyor. İnsan neleri yapabilir ya da yapamaz, ne kadar ileri gidebilir, yaparsa ne olur, yapmazsa ne olur... Hiç kimseyi yaptıklarından ya da seçimlerinden dolayı yargılamıyor. Anlamaya çalışıyor, okuru da bu anlama sürecine ortak ederek. Suç ya da suçlu aramıyor.


Romanın sonuna geldiğimizde, Juan'ın ilk cümlesinin başına dönüyoruz ve soruyoruz kendimize: bilmeye gerek var mı? Bazı şeyleri bilmeden yaşasak daha mı huzurlu olurduk, daha iyi bir yaşamımız olur muydu? Marias'ın ne cevap vereceğini biliyoruz artık, biz de kendimize cevap veriyoruz: bu soruların cevabını asla bilemeyiz, çünkü bilmediklerimizi bilmiyoruz zaten, bildiklerimizi ise artık biliyoruz. Hayat böyle akıp gidiyor. 


"Sevmek bir alışkanlıktır," diyor Marias. Bunu romandaki iki üst düzey bürokratın konuşmalarının sonunda birine söyletiyor. Bu sonuca vardırmak için iki bürokrata, ilişkiler ve sevgi üzerine uzun uzun felsefe yaptırıyor. Herkes herkesi bir şeye zorlar. İlişkide biri zorlayandır, diğeri uyan. Böylece tüm ilişkilerde sevmek bir alışkanlığa dönüşür. 


Başka bir bölümde, sevdiğimiz kişiyi neden uyurken görmeyi sevdiğimiz, istediğimiz üzerine kafa yoruyor. 


Başka bir yerde gerçeklik ve anlatmak ilişkisine değiniyor. "Anlatmak çarpıtır," diyor. Gerçek anlatıldığı anda, görünür olduğu anda gerçekliğini yitirir, başka bir şey olur. Diğer yandan anlatmak, sevdiğin birine bir hediye gibidir, ne kadar çok sevdiğini her şeyi anlatarak göstermek istersin. Oysa bu kadar çok anlatmak bütün gizemi eksiltir. İlişkiyi tüketir. Bir süre sonra anlatmak yetmez olur, daha çok daha çok şey anlatmak gerekir, daha çok şaşırtmak. Ama daha fazlası yoktur, olamaz. 


Kısaca değindiğim bu meseleler üzerine sayfalarca anlatıyor Juan. Marias o kadar iyi yazıyor ki, hiç sıkılmıyorsunuz. Bu noktada romanın çevirmeni Bülent Kale'ye tebrikler ve teşekkürler. Bu kadar uzun cümleleri, bu kadar iç içe geçen konuşmaları bize bu kadar iyi aktarabildiği için. 


Beyaz Kalp, temelde ilişkileri, aşk, arkadaşlık, dostluk gibi ikili ilişkileri ya da toplumsal ilişkileri, yakın ya da uzak ilişkileri anlatıyor. Buradan yola çıkıp dürüstlüğü, yalanı ve gerçeği anlatıyor. Ama aslında bütünüyle yaşamı, yaşamın özüne ait şeyleri anlatıyor. Javier Marias'ın gözünden. Roman bittiğinde olay örgüsünün pek önemi kalmıyor. Geriye Marias'ın anlattıkları ve bunlar üzerine düşüncelerimiz kalıyor.




BEYAZ KALP

Javier Marias

Yapı Kredi Yayınları, 2025

Çeviri: Bülent Kale

252 s.


Comments


bottom of page