Julian Barnes nasıl yazıyor?*
- Litera
- 4 Oca 2021
- 2 dakikada okunur
İngiliz edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından biri, hiç kuşku yok ki Julian Barnes. Vanessa Guignery, Julian Barnes from the Margins: Exploring the Writer's Archive çalışmasında yazarın eserlerini meydana getirme pratiklerini ele aldı. Kitaptan bir bölümü Seda Ateş çevirdi.

Barnes’ın her bir romanı için tuttuğu arşivler, aynı yapısal motifi izler: Romanın içeriğine dair kimi notlarla başlar, el yazısıyla not edilmiş eklemeleri ve çıkarmaları içeren taslaklarla devam eder ve en sonunda Barnes’ın arkadaşı Dame Harmione Lee’ye gönderilen nihai taslakla son bulur, elbette bu nihai taslak da bazı düzeltmeler gerektirir. Barnes 2000 yılında verdiği bir röportajda şöyle der: “Genellikle IBM 19dc daktilomla yazdığım kopyayı neredeyse okunaksız hale gelene dek tekrar tekrar elle düzeltiyorum, sonra yeniden daktiloya geçiriyorum, yeniden tekrar tekrar düzeltiyorum. Böyle sürüp gidiyor.” Barnes’a göre yazmak, yeniden yazmak demektir, buna sıkı sıkıya inanır.

Dolayısıyla, “İlk taslak aslında büyük bir yanılgıdır. İlk taslağı yazınca, bu hikâyeyi anlatmanın -artık o hikâye her ne ise- epey kolay, hatta çocuk oyuncağı olacağını düşünürsünüz. Fakat sonra, kendinizi bir kez daha kandırdığınızı anlarsınız. Sonrasında da işin asıl kısmı, asıl yazma eylemi başlar.” Barnes’ın hem elyazısıyla hem de daktiloda yazılmış taslaklarındaki sayısız düzeltme, üslubunu nasıl bıkıp usanmadan ve titizlikle geliştirmeye çalıştığının göstergesidir, “düzyazı saça benzer, fırçaladıkça parıldar,” diyen Flaubert’le aynı fikirdedir. Bu sebeple, “en elzem şeyler bile en son anda değişebilir,” der, roman kahramanlarının isimleri, zaman kipleri hatta kurgu bile her an değişebilir çünkü “kitap daima düzeltilebilir.”
Barnes bazen, kahramanına dair anlattığı bölük pörçük parçaların tutarlı bir anlatı oluşturup oluşturmadığını görebilmek için kendi metnini yapısöküm yöntemiyle okur. Örneğin, Flaubert’in Papağanı’nın ilk taslağını bitirdiğinde kendine şöyle bir not yazmıştır: “Braithwaite’le ilgili kısımları tekrar okuyup anlatının tutarlılığına bir bak.” Seni Sevmiyorum’u yazarken de, Gillian’ın sesinin erkek karakterlerin birbirlerine meydan okuyan iç seslerinin arasında kaybolup gittiğini düşünerek benzer bir yöntem kullanmıştır: “Neredeyse bütün sayfaları tek tek çıkarıp, baştan sona yalnızca Gillian’ın hikâyesini okudum… romanın böyle parçalara ayrılabileceğini, sonra da her bir parçanın yerli yerine oturabileceğini görmek benim için önemliydi.” İngiltere İngiltere’ye Karşı’da, Martha Cochrane’in “hakikati zedelenen şahsi hayatıyla, adanın büyük, yarı-fars anlatısı”nın arasında doğru bir denge kurmaya çalışırken de benzer bir yöntem izler, “Bunu becerip beceremediğimden emin değildim, bu yüzden taslaktan Martha’yla ilgili bütün kısımları çıkarıp bağımsız bir hikâye gibi yeniden yazarak kitaba ufak tefek değişikliklerle sil baştan monte ettim.” Kitabının tamamlandığını nasıl anladığına gelince, şöyle der: “Yaptığım değişiklikler artık metnimi geliştirmek yerine zarar vermeye başladıklarında. O zaman biliyorum ki veda zamanıdır.”
* Vanessa Guignery, Julian Barnes from the Margins: Exploring the Writer's Archive, Bloomsbury Academic, 2020 (Çeviren: Seda Ateş)
Comments