Kadın gibi polisiye yazmak
"Bugün milyonlarca kız çocuğu ve kadın, kara kurgudan çok daha kara hayatlarda ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ve o kadınlar edebiyatta ve hayatta harcanabilir bir vahşet nesnesi değil, hayatını eline alan ana kahraman olmak için tutuşuyor." Elçin Poyrazlar edebiyatın belki de en eril bölgesi olan suçun, adaletsizliğin ve polisiyenin topraklarında "kadın kahraman olmak" ve "kadın yazar olmak" üzerine bir çıkış noktası arıyor.
Elçin Poyrazlar
Adamın biri bana ‘Evlisin, çocukların var, çok para kazanmıyorsan ne gerek var yazarlığa?’ diyeli beri, kalemimden birkaç polisiye roman, yüzlerce haber ve makale çıktı. Beni koyduğu ‘münasip kadın’ konumunu derdest ederek onun gibi düşünenlere, illa ki yazarak nanik yapma zevkini bana tattırdığı için memnunum.
Bir içki masasında kendisine sormadığım halde romanlarıma beş üzerinden üç puan vereceğini söyleyen ve kadınların polisiye metinlerde biraz zayıf kaldığını ima eden hüsranı yoğun, hürmete aç bir erkek yazarın bende yarattığı öfkeyle karışık acıma hissini de anımsıyorum.
‘Kadınlık ve romancılık! Peh! Peh!’ denmiyor artık açıkça.
Kimse o kadar siyaseten yanlış cümleler kuramıyor bugün. Ama o bıyık altından gülüş, ‘bunun daha kırk fırın ekmek yemesi lazım’ homurdanmaları, ödüller için erkekler kabilesinde dirsek temasları, yazar kadınlara hangi erkeğin sevgilisi ya da karısı oluşuna göre değer biçen, ağır edebiyat ağabeyleri tükenmedi henüz.
Bir de üstüne ‘ulvi edebiyat kurum’cularının burun kıvırdığı, popüler romana sokulan, yeterince edebi sayılmayan, polisiye gibi tür romanları yazıyorsanız, vay sizin kadın halinize!
Öyledir. Yazar ifadesi pek çok kişi için önce erkektir. Eğer bir eser kadınların kaleminden çıkıyorsa başına kadın, lezbiyen, feminist, anne, hatta istenirse cadı tanımlamaları da koyulur.
Suç edebiyatının geleneksel olarak erkek yazar-kahraman ağırlıklı dünyasında bir kadın olarak yer almanız için kaleminizin ucunun birkaç kat daha keskin olması gerekiyor ki önünüze itinayla yerleştirilen sert ve yüksek dikenli yolu açabilesiniz.
Polisiyenin dehalarından saydığım Amerikalı yazar Patricia Highsmith bir keresinde ‘Ben kadın değilim’ ifadesini kullanmış. Bunu bir yazar olarak mı, yoksa çalkantısı bol, ahlaki yapıyı rahatsız eden özel hayatında kendini konumlandırmak için mi söyledi hala emin değilim.
Ama ‘Tuzun Bedeli’ ya da yeni adıyla ‘Carol’ı, 50’li yıllarda lezbiyen bir çiftin, sosyal normları kurcalayan, birbirine haz ve aşk veren iki kadının arasındaki tehlikeye teşne, tekinsiz ilişkiyi anlattığı romanını, ‘lezbiyen yazar’ yaftasına katlanmamak için takma isimle yazmıştı.
Öyledir. Yazar ifadesi pek çok kişi için önce erkektir. Eğer bir eser kadınların kaleminden çıkıyorsa başına kadın, lezbiyen, feminist, anne, hatta istenirse cadı tanımlamaları da koyulur.
Erkek ile kadının her anlamda eşitliği sağlanana dek, yazarlıkta kadın kimliğini sahiplenmekte kendi adıma bir sakınca görmüyorum. Dahası, kadın gibi yazmak gerektiğini, bize dayatılan, öğretilen, kafamıza işlenen erkek sesleri susturmanın acil olduğunu düşünüyorum.
Elena Ferrante bir söyleşisinde ‘Bir kadın gibi yazmak ne demek’ sorusunu irdelemişti. ‘Gerçekten yazmak ana rahminin derinliklerinden konuşmak gibidir’ demişti sonra.
Ferrante kadın yazarlardan ‘söylenmeyecek bir şeyin bir anda mucizevi olarak sayfada belirmesini’ beklediğini eklemişti. Söylenmeyecek şeylerin genellikle kadınlara ait olduğunu, seslerini, bedenlerini, hayatlarını erkeklerin arzularına göre ‘ayarlamaları’ gerektiği beklentisini en iyi kadınlar bilir.
Ve o kayalaşmış bilgiyi sivri kalemleriyle vura vura parçalamak zorunda olan yine aynı kadınlardır.
Suç edebiyatı ya da kara romanlar için de aynı çaba geçerli.
Geçen yıl söyleşi yaptığım Amerikalı yazar Joyce Carol Oates Bıçak Sırtı-Kadın Yazarlardan Yeni Gizem ve Suç Hikayeleri kara öykü derlemesinin girişinde tam da bu soruyu soruyor; ‘Kendine özgü bir kadın noir’ı var mı?
‘Pek karamsar olmadığı kadar keskin bir şekilde realist, romantik illüzyondan bağımsız, daha tehlikesiz olanı bekleyen, en kötüsüne teslim olmuş. Noir popülist türden bir trajik vizyondur’ diyor Oates.
Suç romanı, edebiyatın en muhteşem eserlerinin filizlenmesine olanak sağlayan verimli topraklar ona göre. Katılıyorum. Geleneği rahatsız edici biçimde erkek ve cinsiyetçi olan bu ‘trajik vizyon’ tam da bu nedenle kadın polisiye yazarları için yaratıcı fırsatlara gebe.
Macera ve tehlikeden çekinen ‘kadın ya da dişinin’, pasifliğin, edilgenliğin, savunmasızlığın ve bir erkeğe muhtaçlığın hastalıklı romantizmine darbe vurmak için kadın yazarın kalemine büyük ihtiyaç var.
Macera ve tehlikeden çekinen ‘kadın ya da dişinin’, pasifliğin, edilgenliğin, savunmasızlığın ve bir erkeğe muhtaçlığın hastalıklı romantizmine darbe vurmak için kadın yazarın kalemine büyük ihtiyaç var.
Kadının toplumsal rollerini yeniden tanımlamak, öfkenin, yırtıcı olmanın ve bundan suçluluk duymamanın getirdiği özgürlük belki de karşı tarafın ‘kadın’ tanımını haklı olarak krize sokuyor. Ve o krizde erkeğin var olmaya çalışması kadınları ilgilendirmiyor, ilgilendirmemeli.
Şiddet, tecavüz, taciz, evlilik, aile, ‘kutsal’ annelik, kızkardeşlik, kadın dostluğu, çocukluk travmaları, fahişelik, kocakarılık, hastalık, cinayet, intikam ve adalet…Bunların hepsi ve daha fazlası kadınların konusu.
Bugün milyonlarca kız çocuğu ve kadın, kara kurgudan çok daha kara hayatlarda ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ve o kadınlar edebiyatta ve hayatta harcanabilir bir vahşet nesnesi değil, hayatını eline alan ana kahraman olmak için tutuşuyor.
O çoşkuyu kutlamak için kadınların kalplerinin karanlığına doğru yola çıkmalı. Çünkü ancak o kalplerde hayatın özü, kadının sadece kendine ait en saf dili bizi karşılayacak.
Comments