“Hani kedi? Hani beşik?”
Ayşe Başcı, Mahir Ünsal Eriş'in çevirisiyle yeniden basılan Kurt Vonnegut Jr.’ın dördüncü romanı Kedi Beşiği üzerine yazdı. “Kedi Beşiği dinlerin, siyasetin, iktidarın, bilimin, ailenin ve insan tabiatının bir eleştirisi.“
Bugünün çocukları ip oyunlarını biliyor mu emin değilim. Nesilleri bıçakla kesilmiş gibi birbirinden ayıran kuramlara göre bir X Kuşağı mensubu olarak bu oyunları babaannemden öğrenmiştim. İp oyunu derken şunu kastediyorum: Uzunca bir ip alınır, iki ucu birbirine bağlanarak kapalı bir çembere dönüştürülür. İki elinizi başparmaklarınız dışarıda kalacak şekilde bu çembere geçirip iyice gerer, ellerinizi bilekten çevirerek ipi birer tur elinize dolarsınız ve oyun başlar. Bundan sonra ister sağ elinizin orta parmağını sol elinizdeki halkaya geçirir ister başka numaralar yapar, bir şekil ortaya çıkarırsınız. Sıra karşıdaki oyuncuya geçer. İpleri tutup içten dışa, dıştan içe, önden arkaya, akla hayale gelmeyecek şekillerde çevirerek sizin oluşturduğunuz şekli bozar ve ipi kendi eline geçirerek yeni bir şekil üretir. Ve sıra yine size gelir… Bir olasılıklar oyunudur bu. Ve oluşan şekillerin isimleri vardır ama bu isimlerin anlamlı olması gerekmez. Mesela “kedi beşiği”. Neden?
Kurt Vonnegut Jr. Kedi Beşiği romanında cüce karakteri Newt’a bunu sorgulatır:
“Çocukların zıvanadan çıkmasına şaşmamak lazım. Kedi beşiği denen şey birinin ellerinin arasındaki çarpı işaretlerinden başka bir şey değil, çocuklar bu çarpı işaretlerine bakar, bakar, bakar…”
“Ve?”
“Ne kedi görürler ne de beşik.” (s. 188)
Romanda, görünenin ya da söylenenin sorgulanmadan kabul ya da reddedildiği durumlarda da tekrarlanıyor bu söylem: “Hani kedi? Hani beşik?”
Kurt Vonnegut Jr.’ın dördüncü romanı olan Kedi Beşiği aynı zamanda yazarın tanınmasını da sağlayan kitap. Hatta romandan yaklaşık 15 yıl önce Amerikan yerlilerinin Hayalet Dansı ayinleri üzerine hazırladığı antropoloji yüksek lisans tezini “çok basit ve eğlenceli olduğu” gerekçesiyle reddeden Chicago Üniversitesi, 1971’de Kedi Beşiği'ni yüksek lisans tezi olarak değerlendirip yazara diplomasını gecikmeli olarak vermiş. İnsan bunu öğrenince yine sormadan edemiyor: Hani kedi? Hani beşik?
Gelelim kitabın konusuna. “Moby Dick”’in girişindeki “Bana Ishmael deyin” cümlesine atıfla, “Bana Jonah deyin” cümlesiyle başlayan roman, dini öğelerle işlenmiş bir metinle karşı karşıya olduğumuzu daha en baştan gösteriyor. Eski Ahit’te Jonah’ın (İslamiyet’teki Yunus peygamber) balinanın karnındaki seyahatine ve bazı Hıristiyanlık öğretilerine roman içinde yer yer değiniliyor. Ama bu roman bir Hıristiyanlık eleştirisi değil. Kitabın arka kapak tanıtımında yazdığı gibi “küresel bir felaketin her zaman ne kadar yakınımızda olduğuna dair acı ironi”den ibaret de değil. Kedi Beşiği dinlerin, siyasetin, iktidarın, bilimin, ailenin ve insan tabiatının bir eleştirisi.
Anlatıcımız Jonah, “Dünyanın Son Günü” adlı bir kitap yazmaya hazırlanıyor ve İkinci Dünya Savaşı’nda ilk atom bombasının Hiroşima’ya atıldığı gün bazı “büyük” Amerikalıların ne yaptığını araştırmaya başlıyor. Bombanın “baba”larından sayılan Dr. Felix Hoenikker de araştırma listesinde yer alıyor. Hoenikker’in çocuklarıyla temasa geçiyor ve böylece birbirine eklemlenen karakterlerle genişleyen, San Lorenzo adlı hayali bir ülkede son bulan hikâyemiz başlıyor.
Dr. Hoenikker’in bilimsel keşiflerinden biri olan “buz-dokuz” maddesi, suyla temas ettiği anda tüm canlıları mavi-beyaz bir buz tabakasıyla kaplayarak öldürüyor. Ve bu son derece tehlikeli madde, Hoenniker’in çocuklarının elinde bulunuyor. Doktorun çocuklarının izinde ve kaderin tuhaf cilveleriyle (!) San Lorenzo’ya giden Jonah, burada Bokonon diniyle tanışıyor ve o zamana kadar aradığı cevapları bu dinde buluyor. Çünkü Bokonon, olanın neden olduğunu araştırmanın asla sonuç vermeyeceğini, “anlamak” diye bir şeyin mümkün olmadığını söylüyor. Hatta Bokononcular hayatın karmaşık mekanizmalarının işleyişini “tıkır, tıkır, tıkır” diyerek tanımlıyor.
Bokonon, San Lorenzo’da resmen yasaklanmış, hatta çengele asılma cezasıyla sonuçlanan bir din olmakla birlikte aslında herkes Bokononcu ve bunu bilmeyen yok. O halde tekrar soralım. Hani kedi? Hani beşik?
Jonah bir noktadan sonra kitabı için malzeme toplamayı bir yana bırakıp Bokononculuğa ve “buz-dokuz”un gizemlerine odaklanıyor. Bu esnada neler görüyor?
· Dünya dediğimiz bu gezegendeki saçmalıkları (“Gerçekler öyle berbatmış ki, insanlara düşmanmış, Bokonon da insanları gittikçe güzelleşen yalanlarla oyalamayı iş edinmiş.” – s. 195)
· Güç dediğimiz kavramdaki tehdidi (“Bazen dünyanın asıl sorunu buymuş gibi geliyor bana: Yüksek mevkilerde çokça ölü soğukluğunda insan olması.” – s. 89)
· Devlet dediğimiz yapıdaki kötülüğü (“İzin verin, Devletimizin temellerini zincir eczanelerle, zincir manavlarla, zincir gaz odalarıyla ve milli bir oyunla atalım. Sonra sıra, Anayasamızı yazmaya gelir.” – s. 308)
· İnsan dediğimiz canlıdaki sersemliği (“İnsanoğlu kepazedir. Ne yapmaya değer bir şey yapar ne bilmeye değer bir şey bilir.” – s.192)
Bugün dünya bin bir türlü kötülükle, saçmalıkla, felaketle, vahşetle yüzleşirken, Mahir Ünsal Eriş’in nefis çevirisiyle “Kedi Beşiği”ni okumak belki de her zamankinden daha anlamlı. Vonnegut’ın karakterlerinden Julian Castle ile Jonah arasındaki diyalogda da yazıldığı gibi, edebiyatın tesellisine ihtiyacımız var.
“Bayım, edebiyatın tesellisinden mahrum kalmış bir insan nasıl ölür?”
“İki yolu var,” dedi, “ya kalbi çürür ya da sinir sistemi körelir.” (s. 254)
Dolayısıyla yazıya sığınmaya devam edelim. Bir sonraki yazının konusu, Hamdi Koç’un çevirisiyle “Mezbaha Beş” olacak.
KEDİ BEŞİĞİ
Kurt Vonnegut Jr.
Can Yayınları, 2021
Çeviri: Mahir Ünsal Eriş
312 s.
Comments