Hayal Edilen Gerçeklik, Yazarak Yıkılan Çerçeveler
"Yazı yazmak bir zanaat olarak öğretilebilir elbette, ancak edebiyat salt “nasıl yazılacağını” öğrenerek yapılabilecek bir şey değildir kanımca çünkü yine en başa dönersek “Bilmediğimiz” çok şey vardır. Yıkılması gereken çerçeveler, aşılması gereken sınırlar vardır." Kerem Işık, Dünya Öykü Günü Foça Buluşması'nda yazarın gözünden öykünün yazılma süreçlerine bakıyor.
Kerem Işık
Bilmiyorum, ifadesiyle başlıyor her şey. Bilmiyorum. Bilmiyoruz. Bilmiyorlar. Aslında kimsenin bir şey bildiği yok. Salt bilimsel gerçekleri kastetmiyorum elbette. Yaşama uğraşı asıl derdim. Hakikat, gerçeklik ve hayal. Bu ve bunlar gibi "ağır" kavramlar da edebiyatın ilgi alanına girer elbette. Yazı yazmak bir zanaat olarak öğretilebilir elbette, ancak edebiyat salt “nasıl yazılacağını” öğrenerek yapılabilecek bir şey değildir kanımca çünkü yine en başa dönersek “Bilmediğimiz” çok şey vardır. Yıkılması gereken çerçeveler, aşılması gereken sınırlar vardır. Sözgelimi, daha başından söyleyeceklerimizi karşı taraf için ilgi çekici hale getirme zorunluluğu vardır bir edebi metinde. Ciddi anlamda bir şeyler karalamaya başladığımızda hepimiz başlangıçta yazdığımız şeylerin biricik olduğunu düşünür, onları eşi benzeri olmayan buluşlar ve çarpıcı düşüncelerle dolu bir panayır alanı gibi görmekten hoşlanırız.
Yazmak yalnız yapılan bir uğraş. Kimsenin bilmediği, görmediği ve hatta yazan kişiye dahi yabancı yerlere gidilmesini gerektiriyor. Başlıkta geçen Hayal Edilen Gerçeklik ifadesi aslında biraz da edebiyatın bu yanına işaret ediyor diye düşünülebilir. Bu yalnız olma halinin ve yabancı yerlerde tek başına dolaşma durumunun korkutucu bir yanı da var elbette. Ve sanırım her yazar zaman içinde bu durumu aşmanın yahut bu duruma alışmanın yollarını buluyor ki buna da üslup adını veriyoruz. Benim için bu durumu aşmanın yolunun gerçekliği bir miktar çarpıtmak olduğunu düşünmeye başladım. Yazdıklarıma baktığımda mutlaka fantastik ya da gerçek-dışı diye nitelendirebileceğimiz birtakım öğelerin metne sızdığını görüyorum. Bu aslında planlı programlı bir şekilde yaptığım bir şey değil. Yani bir metne başlarken şuraya da şöyle tuhaf bir şey ekleyeyim demiyorum. Ancak herkesin kaleminin kendini rahat hissettiği ve dönüp dolaşıp uğradığı bazı limanlar olduğu da yadsınamaz. Kalbi büyüyüp bedeninin dışına çıkan bir adam, gelecekte sektörlere ayrılan bir İzmir ve orada hükümet tarafından atanan Hayat Danışmanları’nın evlere yaptığı beklenmedik ziyaretler, bozkırın ortasında beliren bir balina ya da zihninin içinde sürekli radyoların ana haber bültenlerini duyabilen bir karakter. Tüm bunlar benim yazı evrenimin birer parçası ve her ne kadar içinde bulundukları öyküler salt bu özellikleriyle alakalı olmasa da gerçekliğin çarpıtılması sonucunda ortaya çıkan hayal edilen gerçeklik ortamı bizi bir şekilde içinde yaşadığımız dünyaya ve zamana farklı bir açıdan bakmaya zorluyor. Farklı açılardan bakıp bilmediğimiz şeylere kendimizce ve genellikle hayalî kahramanlar üzerinden yanıt arama uğraşı diye de nitelendirilebilir sanırım kurmaca yazmak. Bir kahraman var evet, ama o kahraman hakkında da aslında yazmaya başladığımızda pek bir şey bilmiyoruz, onu tanımıyoruz, bize yabancı biri o. Hakkında bildiğimiz şeyler çok sınırlı oluyor, cinsiyeti, adı sanı - ki bazen onu dahi bilmiyor ve adsız kahramanlar üzerinden anlatıyoruz hikayemizi - boyu posu vs. Genellikle daha ziyade fiziksel şeyler. Yazdıkça bu yabancı da şekilleniyor bir yandan. Yazarken yaptığımız seçimler, verdiğimiz kararlar ve yıktığımız çerçevelerle…
Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz. Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın bir yolu yok. Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi. Fakat yazarak ve okuyarak bambaşka hayatlarla karşılaşıyor, durmaksızın çoğalıyoruz. İyi ki…
Comments