top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıPeyman Ünalsın Gökhan

Küçük Yuvarlak Taşlar

"Yaşam, tutunacak bir dal uzatır mutlaka. Fark etmek yeter." Peyman Ünalsın Gökhan, Melisa Kesmez’in parçalanmış bir ailenin bireyleri üzerinden sevgiyi arama ve umut hikâyesini anlatan novellası hakkında yazdı.


“İpi, koptuğu yerden bağlamağa çalışmalı. Denemeli, hiç değilse.”


Melisa Kesmez’in dördüncü kitabı Küçük Yuvarlak Taşlar, Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı isimli öykü kitabından bir epigrafla açılıyor. O an zihnimizde bir fener yanıyor. Kopan ipin ilmek dokusunu aydınlatıyor. İpin neden koptuğunu düşünmeye başlıyoruz. Bir kesik, sürtünme, eskilikten yıpranma… Liflerden oluşan ipin birleştirme, onarma, yeniden oluşturma gibi pozitif yapıcılığının yanı sıra kopmasıyla gücünü yitirecek hassasiyetine odaklanıyoruz. Metaforların büyüleyici etkisine kapılarak maddeselden felsefi olana geçiyoruz. İp bize aile bağlarını çağrıştırıyor. Upuzun yıllar boyunca her zorluğa dayanabilen, direnen güçlü bağlar olduğu gibi, her an bireyleri yarı yolda bırakabilecek hissiyatıyla zayıf, gevşek bağlar, daha aileyi kurarken cılız hislerle yola çıkılan bağlar, yaşananlarla sürtüne sürtüne aşınan çürük bağlar.



Daha önce öyküleri için yapılan, hikâyelerin sonu olmadığına, nedensellik bağlamında örgeyi tam kuramadığına dair eleştirilere rağmen ben Melisa Kesmez’in dilini çok seviyorum. Ilık anne sütü şifası niyetine, bir babanın güvenilir koruyucu kolları arasında, dışarda lapa lapa kar yağarken şömine ateşi başında kestane yemenin verdiği hazla okuyorum öykülerini. Biraz hüzün serpiştirilmiş duygusallıkla insan olmayı anlatıyor. Belli ki sorguluyor.


Küçük Yuvarlak Taşlar, Melisa Kesmez’in İletişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı. Öykülerindeki duygulu anlatımı novella türündeki bu kitabında da karşımıza çıkıyor. Melisa Kesmez sade, akıcı bir dille yazıyor. Okuru yormayan cümleler kuruyor. Sosyal medya paylaşımlarından da izini sürebileceğimiz üzere dönem dönem kullanmaktan hoşlandığı kelimeleri öykülerinin içine yediriyor. Merdümgiriz onun öykülerinden öğrendiğim bir kelimedir mesela.


Küçük Yuvarlak Taşlar, dağılmış bir ailenin her üç bireyinin birinci tekilden anlatısıyla dinlediğimiz üç hikâyeden oluşuyor.


Nergis’in Hikâyesi, kitaptaki en uzun hikâye. Zira Nergis ailenin kırılma noktası. İzleğinde, Mehmet’in eşi ve Elif’in annesi olmaya kendini hazır hissetmeyen bir kadının yalnızlığa teslimiyeti yatıyor. Nergis aile kurmaya hazır olmayan pek çok kadını temsilen tipik bir karakter. Mehmet’in sevgisine karşılık ona sunabileceği bir sevgisi de yok. Buna rağmen Mehmet’in karısı, Elif’in annesi oluverir. Sorumluluk korkusu ağır basınca aldığı ani karardan pişmanlık duyması ve alkolle avunma çabaları onun karakter özelliklerini sergiler. İşte o noktada uzun zamandır görüşmediği dostu Gülsüm ortaya çıkar. Gülsüm hikâyenin örgesindeki kilit isimlerden biri. Sevginin, birleştirmenin, uyumun sembolü. Çok sevmiş, sevilmiş ama sonu mutsuz bitmiş kendi hikâyesinin kahramanı.


Aileyi çok parçalı bir yapboz gibi düşünürsek sevgi, onu tamamlayacak en elzem parça. Tıpkı bir annenin varlığının, çocuğunun hayatındaki yeri gibi. Çocuk kaç yaşında olursa olsun annenin nefesini hep sağ omuzunda hissetmek ister. Nergis hep o nefesin özlemiyle geçirir Elif’e hamilelik sürecini. Annesi, geçimsiz babasından çok çekmiş ve babasından önce ebediyete uğurlanmıştır. Belki de Nergis’in Mustafa’ya karşı sevgisizliği de babasının mirasıdır. Erkeklere, evlilik kurumuna olan güvensizliğinin sebebi bu mirastır. Diğer yandan kendi annesiyle olan bağı, kızıyla kuramamış olması suçluluk duygusunu perçinler.


İkinci hikâye Elif’in Hikâyesi. Sarı lastik çizmelerini babasının evinde bırakıp, eli annesinin elinde o evden çıktığında gözlerinde hep babasının gözlerini taşır Elif. Bir süre sonra çizmelerin çağrısına kayıtsız kalamaz ve babasının yanına döner. Nergis ve Elif gerçek anlamda bir anne-kız olamazlar ama Elif Mehmet’in “yavrimu”su olur. Elif bunca yıl mutlaka bir iç çatışma yaşar; babasını terk ettiği için annesini suçlar, kendisini de yarı yolda bıraktığı için ondan gittikçe kopar. Günün birinde, hazır olmadığı bir hamilelik yaşadığında annesinin hislerine yaklaşır. Üstelik bebeğinin babası Burak ile yürütemeyecekleri bir ilişkilerinin olduğunu da aynı zamanlarda idrak etmiştir. Ailelerinden çocuklara her zaman sadece maddi miras kalmaz. Taşıması en zor manevi mirastır. Elif de annesinden kalan mirasın hamallığını yapar. Ağırlığıyla o kadar yorulur ki yeri ve zamanı geldiğinde yükünü öylece bırakıverir. Sonuçlarını irdelemez, çünkü benzer bencilliğin, düşüncesizliğin, korkaklığın pençesine düşer. Elif’in Hikâyesi’ndeki kilit isim ise Yasemin ve kızı İpek.


Üçüncü ve son hikâye Mehmet’in Hikâyesi. Nergis’in evi terk etmesiyle başlar onun acı hikâyesi. Ama en kısa hikâye onunkidir. O sevgiyi aramaz. Sevgi onun içindedir. Annesinden mirastır. Elif’in sahip olduğu genetik mirasın yarı hakkına sahiptir. İyi bir babadır Mehmet ve iyi babalığı onun aklına daha çok gençken Gülsüm sokar. Gülsüm aslında önce Mehmet’in, sonra Nergis’in dostudur. Ve bu hikâyenin de iyiliği işaret eden sembolüdür. Bir diğer sembol ise Nergis gittikten sonra Mehmet’in avunmak için geldiği Gabayemiş Koyu’ndaki Şevket Abi ile Mehmet’in annesi Lale’nin yıllar önce başlayan ve Lale ölene kadar devam eden sakin aşkları.


Her üç hikâye, ailenin dağılmasından sonra, kahramanlarının farklı dönemlerde yaşadıklarını lineer zamanda anlatırken geriye dönüşlerle bizi izleğin kendisine ulaştırıyor. Anne, baba ve çocuk olma, sevgiyi arama, sorumluluklar, kaçışlar, pişmanlıklar… İzleği bir tohum gibi düşündüğümüzde onu besleyip çoğaltacak metaforları da net bir şekilde görebiliyoruz. Gülsüm, Gülsüm ve Uğur’un sevgisi, Yasemin, onun evlat olarak seçtiği İpek, Elif’in uzun zaman önce aniden terk ettiği eski sevgilisi Evren, Evren’in annesinin dondurmacı dükkânına girip çıkan kedi Pakize’nin sokaktan toparlayıp getirdiği diğer yavrulara annelik yapmaya çalışması, Mehmet’in annesi ile sıcak ilişkisi, Mehmet’in annesi Lale ile Şevket Abi’nin usullacık yaşanan aşkı, bizi tohuma ulaştıran metaforlar. Her üç hikâyenin nihai noktası ise denize kavuştukları, doğayla kucaklaştıkları sahil şeritleri.


Elif’in karnındaki bebek sayesinde ilk iki hikâyenin sonunda umuda dokunuyoruz. Üçüncü hikâyenin umudu ise zaten anlatıcı karakterle ilintili olarak kendi mayasında mevcut. Bebek, koptuğu yerden bağlamaya çalıştığımız ipte ya da üst üste dizdiğimiz küçük yuvarlak taşlarda gizli umuttur.


KÜÇÜK YUVARLAK TAŞLAR

Melisa Kesmez

İletişim Yayınları, 2022

84 s.

Comments


bottom of page