"Bir romana başladığımda, ilerledikçe yavaş yavaş büyüyor, başka biri oluyorum"
Demet Eker, Dilvin Gerçek ile son romanı Leyla Geçidi odağında söyleşti: "Her kitapta sıfırdan bir dünya yaratıp içinde kaybolmak, kendini istediğin rolde içine dâhil etmek, serüven boyunca her sevinci, kederi, heyecanı ve dahi sancıları bizzat yaşamak benzersiz bir haz."
Dilvin Gerçek’in son romanı Leyla Geçidi, 29 Ekim’de Edisyon Yayınları'ndan çıkarak okuruyla buluştu. İnsanın geçmişiyle hesaplaşmasının ve kendini kabulünün, aflarının, kendini yeniden inşa etmenin mümkün olduğunun, Leyla karakteri üzerinden aktarıldığını gördüğümüz romanda Leyla’nın kendi geçmişiyle çarpışması anlatılıyor. Güçlü sevgi bağlarının, hatıraların, yapılan yanlışların, vazgeçmeden mücadele etmenin “kadınlık” arka planı ve kurgusuyla aktarıldığını görüyoruz. Yazar, hepimizin hayatına dokunan ve aşina olduğumuz karakterlerle derdini anlatırken okurunu romana çekiveriyor. Roman bittiğinde sormadan edemiyorsunuz, “Peki ben kendimi en son ne zaman affettim?”
Geçtiğimiz aylarda üçüncü romanınız Leyla Geçidi okuruyla buluştu. Geriye dönüp baktığımızda üç yıla üç kitap sığdığını görüyoruz. Yazma alışkanlıklarınız açısından değerlendirdiğinizde yazma hızınızı nasıl buluyorsunuz?
Söylediğiniz gibi, cismen üç yılda üç kitap gibi gözükse de aslında çok uzun yıllardır biriktirdiklerimin geç kalmış paylaşımları olarak adlandırmak benim için daha yerinde bir tanımlama olacaktır. Kurgumun iskeleti kafamda belirdikten sonra dosyayı tamamlamam, her gün çalışmak suretiyle toplamda yedi ile on bir ay aralığında vakit aldı bugüne kadar yazdığım tüm eserlerimde. Elbette hayat hiçbir şeyi kesintisiz sürdürmenize izin vermiyor. Ancak zorunlu, kısa aralar sonrasında romanın başına oturduğumda bıraktığım yerden akmaya devam ediyorsa sürekliliği bozmaması açısından hız kesmemeyi tercih ediyorum. Her yıla bir kitap şeklinde bu hızla devam eder mi bundan sonrası bilemem elbette fakat yazmaya durmaksızın devam etmek en büyük arzum.
“Rus Dili ve Edebiyatı” mezunusunuz, finansman alanında çalışıyorsunuz ve yazarlık yapıyorsunuz. Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazarlığın dönüştürücü gücü olduğuna inanır mısınız?
Mezuniyetim sonrasında değişik sektörlerde ihracat departmanında uzun yıllar çalıştım. Sonrasında on yıllık Ege hayatımın yaklaşık yedisinde özel eğitim kurumlarında yöneticilik görevi üstlendim. Ta ki pandemiye kadar… Eğitime verilen ara nedeniyle ilk kez kendime ve kendimi bildim bileli en büyük hayal hatta hedefim olan yazmaya tümüyle eğilme fırsatım oldu. O ilk günden beri artık sadece yazıyorum. Benim için yazmak, ifade biçiminin en kusursuz ve büyülü hâli. Her kitapta sıfırdan bir dünya yaratıp içinde kaybolmak, kendini istediğin rolde içine dâhil etmek, serüven boyunca her sevinci, kederi, heyecanı ve dahi sancıları bizzat yaşamak benzersiz bir haz… Yazarlığın gücü dönüştürmekten çok daha fazla benim nazarımda. Bir romana başladığımda, ilerledikçe yavaş yavaş büyüyor, başka biri oluyorum. Bittiğinde sıfırlanmak, o dünyadan peyderpey çıkmak, gerçek dünyaya dönmek bütünüyle büyük bir başkalaşım. Ve bir süre sonra yeni kurgu, yeni roman, yepyeni bir dünya daha… Sanırım bu yüzden kendimi sürekli olarak yazmaktan alıkoyamıyorum.
Yazarlık ve okurluk birbirinden ayrılmaz kavramlar. Sizin için yazarlık ve okuma halleriniz arasında nasıl bir bağ var? Okurluğun yazarı dönüştürdüğünü düşünüyor musunuz?
Her yazar çok ciddi birer okur olmak durumunda. Bunun başka bir yolu asla yok. Ben kitap yazma sürecim boyunca algımı dağıtmamak ve etkilenmemek adına okuma yapmıyorum. Dosyam bitip baskıya girdikten itibaren ise yeni projeye kadar aralıksız okuyorum. Güçlü eserler ufkumu açıp neyi nasıl yapmam konusunda yolumu aydınlatırken, istediğim keyfi alamadığım kitaplar ise neyi nasıl yapmamam gerektiğini öğretiyor yolculuk esnasında. Gerek yazar gerekse birey olarak okuduklarımızdan alacaklarımız hiç bitmiyor. Dolayısıyla okudukça, özellikle de yazar olarak şekillenmek kaçınılmaz.
Prens Çıplak, Son Sardunya ve şimdi Leyla Geçidi. Sizi yazmaya yönlendiren motivasyon nedir, hangi durum, olay, duygu ya da düşüncenin peşinden gidersiniz? Sizi peşinden sürükleyen, işte budur, dediğiniz ve sizi harekete geçiren motivasyon kaynaklarını, özellikle Leyla Geçidi ekseninde öğrenmek isteriz.
Benim olumsuz anlamda değişen, dönüşen insan ilişkileri ile ilgili derdim var. Bunun dışında yaşama dair çarpıklıklar, düzene çomak sokan yanlışlar, hayatla ilgili her tür bozukluk itici güç olup diziliyor karşıma. Hâl böyle olunca, yaşanan, yaşatılan, gözlemlenen her şey yön veriyor ister istemez. Tüm bunları haykırmak, her şeyin düzeldiğini hayal etmek, hata yapanların ve maruz kalanların zihninde farkındalık yaratabilme imkân ve ihtimali benim en büyük motivasyonum sanırım. Leyla Geçidi’nde insanın en büyük yanlışının geçmişiyle kavgasını sürdürmek olduğunu vurguluyorum. Evet, üzüyorlar, kırıyorlar, yolumuzu, yönümüzü değiştirmeye çalışıyorlar ama hayatta her şey bizim izin verdiğimiz kadarıyla gerçekleşiyor. Kendimizi affetmekle ve hiçbir şey için geç olmadığını özümsemekle başlıyor ayağa kalkmak. Leyla Geçidi’nin son sayfasını okuyup bitirdiğinde böyle hissedebilen okurlarım çoğunlukta ise, başardım demektir.
Tanıtım bülteninde de yer aldığı üzere her kadın aslında birçok kadından oluşuyor. Ne dersiniz? Sizin kadınlık halleri ve rolleri ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Kadın çok katmanlı bir ruh özünde… Her yaş dönümünde üzerine biçilen, giydirilmeye, zorla sevdirilmeye çalışılan kıyafetler başka. Fakat içi bambaşka… En güçlü olanımızı, en sağlam duranımızı bile bileklerinden sıkı sıkıya tutan görünmez bir güç var. Bundan sıyrılamadığımız sürece üzerimize giydirilen tüm giysileri beklentiler ölçüsünde taşıyan mutsuz insanlar güruhu olarak devam ediyoruz yaşamaya. Oysa kadın olmak büyük bir lütuf, tüm üretkenliği ve yaratıcılığı ile hakkını verebildiğiniz sürece.
Romandaki karakterlerin isimlerinin, yaşları ve yaşadıklarıyla bağlantılı olduğunu görüyoruz. Adıyla müsemma, söylemine katılır mısınız?
Kesinlikle, o bağlantı özenle çalışılmış bir unsur. “İsmiyle müsemma” benim sevdiğim ve sık kullandığım bir söylemdir. İsim konusuna özel bir hassasiyetim var üstelik. Her ismin, ait olduğu kişiye etkisinin büyük olduğunu düşünürüm. Dolayısıyla her romanımda kullandığım isimlerin mutlaka gizli de olsa derinliği oluyor.
Leyla karakteri etrafında şekillenen Leyla halleri farklı isimlerle karşımıza çıkıyor ve hepsinin benzer yoğunlukta işlendiğini görüyoruz. Bir kadının her yaşı önemlidir, diyebilir miyiz, ne düşünürsünüz?
Benzer yoğunlukta işleniyor, söylediğiniz gibi. Çünkü ana kahramanımız Leyla, bu nedenle beş kahramanı var hikâyemizin. Kadın, baskılansa dahi, her jenerasyonu dâhilinde değişen bir varlıktır. İçinden taşanlara hayat verme şansı olursa yıldız, kabuklarını kıramaz ise kayıp olur yolculuğu içerisinde.
Romanın adı Leyla Geçidi ve romanda geçen Feride Geçidi. Geçit, romandaki ana metafor diyebilir miyiz yahut geçit, sizin için ne anlama geliyor?
Romanda geçit hem metafor hem de Leyla’nın hayatının dönüm noktalarıyla kesişen somut mekan olarak çıkıyor karşınıza. Dönüşmek için bazı yolları aşmak, ilerlemek ve var olduğunuz yerden bir ilerisine geçmek zorundasınız. Leyla da böyle yaparken, geçmişe dair her yüzleşmesinde hayatındaki geçitler ile karşı karşıya geliyor.
Romanı yazarken karşılaştığınız en büyük zorluk neydi? Hikâyenin gidişatını değiştirmenize neden olan herhangi bir dönüm noktası oldu mu?
Bu roman sürrealist olması sebebiyle baştan sona çok zordu. Kurgu aşamasında hatasız ilerleyebilmek bir yana; yapısını bozmadan, içindeki mevcut gerçekliğe zarar vermeden zamanda kırılmalar yaratırken bir yandan ânı koruyarak ilerleyebilmek, doğrusu hiç kolay olmadı. Tekdüze gitmemesi için; önceden planlamadığım fakat yeri geldiğinde ani kararlarla eklediğim birkaç sahne var ki onları burada açıkça belirtmeyeyim. Büyüsü kaçmasın isterim. Benim değil ama olay örgüsü içerisinde Leyla’nın birden fazla dönüm noktası oldu. İnanın, onların hepsini yazarken ben de bizatihi yaşadım.
Leyla Geçidi’ni yazarken ya da genel olarak gözünüzün önünden eksik etmediğiniz kitaplar var mıydı? Baş ucu kitaplarınız nelerdir, şeklinde genelleyebiliriz bu soruyu?
Başucu olarak adlandırabileceğim tek bir kitap yok. İnci Aral’ın tüm eserlerine hayranım. Ayşe Kulin, Ayfer Tunç ve Nermin Yıldırım’ın eserlerini büyük keyif ve hayranlıkla okuyorum sıklıkla. Leyla Geçidi’nin yazım aşaması bittiğinden beri ise en son üniversite yıllarında okuduğum Rus klasiklerine dönüş yaptım. Onları şimdiki aklımla sil baştan okumak büyük keyif veriyor.
Roman yayımlandıktan sonra aldığınız geri dönüşler nasıldı? Okuyucuların beklemediğiniz bir şekilde yorumladığı unsurlar oldu mu?
Bir roman nasıl yazılırsa, aynı hislerin okura da yansıdığına çok inanırım. İlk bölümlerde zorlandığını ancak sonrasında bütünüyle hikâyenin içine girdiğini söyleyenler oldu. Ki benim için de başlarken kurduğum ilk üç bölüm oldukça zorlayıcı olmuştu. İlk seferde içinde saklı gizi fark edemeyip ikinci kez okuduğunda çok farklı hissettirdiğini söyleyenler de oldu. Ancak bu yorumlar ile bir genelleme yapmam çok da mümkün değil. Leyla Geçidi hepimiz için çok önemli bir tarih olan 29 Ekim’de yayımlandı. Henüz çok yeni… Bu soruya beş, altı ay sonra çok daha sağlıklı bir yanıt verebilirim diye düşünüyorum.
Kommentare