top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Gözden Kaçanlar: Felaketler yüzyılının romanı

Litera Edebiyat olarak, yayımlandıkları dönemde heyecan yaratan, çok satılması beklenen ama birinci baskıdan ötesini göremeyen kitaplara dikkat çekmek için yeni bir başlık açalım dedik. 'Gözden Kaçanlar’da her hafta raflarda unutulan bir kitabı hatırlatmayı planlıyoruz. İlk kitabımız Aleksandar Hemon'un Lazarus Projesi'ni Doğuş Sarpkaya değerlendirdi.

Lazarus Projesi'nin orijinal basımdan, s.202

Doğuş Sarpkaya

Bütün bir sınıflı toplum tarihi örgütlü felaketler tarihidir. Yirminci yüzyıl ise bu felaketlerin daha bilimsel ve programlı bir şekilde gerçekleştirildiği bir dönem olarak anılabilir. Bosnalı yazar Aleksandar Hemon’un, Lazarus Projesi kitabı, yirminci yüzyılın başı ve sonundaki iki felaketi konu ediniyor. Bunların yarattığı toplumsal travmaları ele alarak, insan kötülüğünün sınırlarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu. Roman yüzyıl başında Rusya’daki pogromdan kurtulmayı başarmış Lazarus ile yüzyıl sonunda Bosna Hersek’te gerçekleşen soykırımdan önce ülkeden ayrılarak kurtulan Brik’in yaşamları üzerinden savaş, ırkçı nefret, önyargıların kurumsallaşması gibi konulara değiniyor.


Bosna Hersek’teki savaş çıkmadan önce ABD’ye göçmüş olan genç yazar Brik, 2 Mart 1908’de meydana gelmiş bir olayın peşine düşmeye karar verir: Ukrayna’da yaşanan pogromdan kaçmayı başararak ABD’ye göçen Lazarus Averbuch, Chicago polis müdürünün evinde öldürülür. Olay Lazarus’un anarşist bir suikastçı olduğu iddia edilerek kapatılır. Brik, olayın iç yüzünün farklı olduğunu düşünmektedir ve bu olayı anlatacağı bir çalışma yapmak için bir ödenekten yararlanır. Bu planları yaparken, çocukluk arkadaşı Rora ile karşılaşır. Çoğu zaman kendi uydurduğu hikâyeleri gerçekmiş gibi yutturmayı seven bu yaşam dolu adam ile birlikte, hem Lazarus’un hem kendi kişisel tarihinin peşine düşen Brik, ABD’den Ukrayna’ya, Ukrayna’dan Bosna Hersek’e uzanan bir yolculuğa çıkacaktır.

Aleksandar Hemon, Lazarus Projesi’nde altından kalkması zor bir yükün altına girmiş çünkü anlatılması oldukça güç olan insan trajedilerini gevşek kurguya dayanan bir üslup ve mizahi bir dille yazmaya çalışmış.

Aleksandar Hemon

Keşmekeş ve kronotop


Hemon, Lazarus Projesi’nde altından kalkması zor bir yükün altına girmiş çünkü anlatılması oldukça güç olan insan trajedilerini gevşek kurguya dayanan bir üslup ve mizahi bir dille yazmaya çalışmış. Lazarus olayının anlatıldığı bölümlerde daha çok bir tarihçinin devreye girdiğini hissediyorsunuz. Ama roman bir anda şimdiki zamana dönüp, Rora’nın bir hikâyesi sayesinde mizahi bir boyuta taşınabiliyor. Aynı anda pek çok konuya değinen kitaplarda bir keşmekeş oluşmasını bekleyebiliriz. Farklı zaman ve uzamların bu kaos ortamını körüklediğini eklemeliyiz. Genelde ilk romanlarda görülen bir yazar hastalığıdır bu. Romanı bir bütün olarak kurgulayamamanın yarattığı gerilim, yan öykülerin bağımsızlığını ilan etmesine sebep olur. Bu durum Lazarus Projesi için geçerli değil. Sürgünlüğün insan ruhunda açtığı yaralardan savaşın anlamsızlığına, ırkçılıktan ahlaki düşüşe, anarşizmden “gücün ahlaksızca kullanılmasına hizmet eden” kanunlara, pek çok tema romanın omurgası içinde kendine yer bulmuş. Hemon, bu keşmekeşi özellikle besleyerek, gevşek kurgu ile ironiyi birleştirerek kendi derdinin etrafından dolaşmayan, tam da anlatmak istediğini dillendiren bir roman yazmayı başarmış.


Lazarus Projesi’ni okurken, Mikhail Bakhtin’in kronotop üzerine söyledikleri çınlıyor kulağınızda. Bakhtin’e göre kronotop “edebiyatta sanatsal olarak ifade edilen zamansal ve uzamsal ilişkilerin içkin bağlantılılığına” işaret eder. Sanatsal zaman ve uzam, kendi bulunduğu çağın değer ve duygularını yansıtır. Zamanı ya da uzamı ayrı bütünlükler olarak düşünüp ele almak bilimsel düşünce açısından mümkün olsa da sanatsal açıdan mümkün değildir. Bakhtin, bunu açıklamak için karşılaşma ve yol kronotopunu örnek gösterir. Karşılaşma duygu ve değerlerin yoğun olarak yaşandığı zamansallığın ağır basmasıyla karakterize edilir. Lakin yol uzamsallık ile açıklanır. Romanlarda çoğu karşılaşmanın yol ile karakterize olması ise uzam ve zamanın birlikte ele alınmasını zorunlu kılar. Böylece uzam ve zamanı birbirinden ayrı düşünmeye alışık olan bilimsel dogmatizm aşılır ve rastlantısalın evreni gerçeğin açığa çıkarılmasında yeni bir işlev görür.


Hemon romanı yazarken Bakhtin’in sözlerini dinledi mi bilmiyoruz ama iki farklı zaman ile uzamı tek bir hikâye içinde eritmeyi başardığı ve anlatı içerisinde rastlantısal karşılaşmalar ile yol eğretilemelerini dengeli bir şekilde bir araya getirebildiği için iyi bir roman yazdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Brik’in Rora ile bir toplantıda karşılaşması, birlikte bir yolculuğa çıkmaya karar verişleri, bu yolculuk esnasında karşılaştıkları insanlar ile birlikte iç dünyalarında oluşan değişimler, rastlantısalın, gerçeğin açığa çıkmasında oynadığı rolü işaret etmesi açısından önemli.


Polis, Lazarus'un cesetiyle, s 52.

Felaketi anlatabilmek

“Felaketin anlatılabilmesi mümkün mü?” sorusu edebiyatçılar arasında sıklıkla sorulur. Diğer taraftan felaketler, katliamlar, soykırımlar son iki yüz yıldır edebiyatın, özellikle de romanın ana konularından biri olmuş durumda. Mark Nishanian “Felaket edebiyatı’ türünün örnekleri, sadece gaddarlığı sömürüyorlar” diyerek, felaket anlatılarının, yaşananları edebiyatın boyunduruğu altına alarak bir kurgu öğesine çevirmesi tehlikesini vurgulamıştı. Nishaian’ın edebiyat ve felaket üzerine yazdıklarının tümüne – özellikle felaketin anlatılamazlığı varsayımına- katılmasak da gaddarlığın sömürüsü üstüne söylediklerini rahatlıkla iyi edebiyatın turnusol kâğıdı olarak kullanabiliriz. Aleksandar Hemon, Lazarus Projesi’nde insan gaddarlığını basit bir kurgu öğesine indirgemediği için önemli bir yazar. Özgürlüğü “otoritelerin elinde kullanışlı bir düşman olarak” görmeyen, “serbestçe gezen havadan ürken” bir ülkenin çocuğu olduğu için üzülen ve cephede uçan halı gören insanların hikâyelerini anlatan Hemon’un, Nishanian’ın sınavından geçebileceğini söyleyebiliriz.


LAZARUS PROJESİ

Aleksandar Hemon

Çeviren: Seda Çıngay

Everest Yayınları, 335 s.

İstanbul, 2013.


(Bu yazı ilk olarak 11 Mayıs 2013'te BirGün Kitap'ın 126. sayısında yayımlanmıştır.)


Comments


bottom of page