top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıPeyman Ünalsın Gökhan

Bir insanın mutluluğunu anında bitirebilirsiniz

Peyman Ünalsın Gökhan, Norveç Edebiyat Eleştirmenleri ödülünü üç kez alan Dag Solstad’ın yirmi beş yıllık edebiyat öğretmeni Elias Rukla üzerinden varoluşu, toplumdan soyutlanmayı, toplumsal çöküntüyü sorguladığı romanı, Mahcubiyet ve Haysiyet üzerine yazdı.


“Bir insanın elinden hayatı boyunca kendisini kandırdığı şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz.”



Yıl 1989. Elias Rukla, toplumsal olaylara ilgi duyarak toplumla uyum içinde yaşayan, ön plana çıkma endişesi taşımayan üstünlük merakında olmayan, Oslo’da, Fagerborg Lisesi’nde son sınıflara derse giren Norveç Dili ve Edebiyatı öğretmenidir.


Bir pazartesi sabahı, hafif tombulca karısı Eva Linde ile her zaman olduğu gibi kahvaltı yapıp okula gitmek üzere evden çıkar. Yağmur yağma ihtimaline karşı son dakikada çantasına şemsiyesini atar.


Yirmi beş yıldır yaptığı gibi, pazartesi uyuşukluğuyla sıralarında kıvranan uykulu gençlerle tedrisatta olduğu üzere Henrik İbsen’in Yaban Ördeği eserini konuşmaya başlar. Fakat o gün ilk defa oyunda bir detay dikkatini çeker. Bayan Sørby Ekdal’ların evine gelip tüccar Werle ile evleneceğini ilân eder. Yan karakterlerden biri olan Dr. Relling, Bayan Sørby’ye ‘Bu dediğiniz asla gerçek olamaz’ derken sesi titremiştir. Sebebi de ona duyduğu ebedi ve ümitsiz aşktır. Hatta Dr. Relling Norveç edebiyatının ölümsüz cümlelerinden birini kurar; “Bir insanın elinden hayatı boyunca kendisini kandırdığı şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz.” Syf.9


Rukla, yirmi beş yıldır okuttuğu eserde bu detayı daha önce fark etmemiş olmasına içerlerken bir yandan da bunca yıldır kendini bir takım hayallerle kandırdığının ayırdına varır. Buna bir de sınıftaki gençlerin derse ilgisizlikleri, çıkarttıkları yılgın sesler, isteksiz okumalar eklenince can sıkıntısı ikiye katlanır. İlgisizliklerini yüzlerine vurmak istemez. Zira Norveç gençliğinin geldiği noktada böyle bir çıkışın onları önüne geçilemeyecek agresif davranışlara itebileceğinin bilincindedir. Onlardan korktuğunu itiraf eder.


İbsen Dr. Relling’i bu konuşmayı yapmak için oyunun içine aniden sokmamıştır. İbsen’in antagonisti sayılan Dr. Relling aslında on iki yaşındaki Hedvig’in Gregers Werle’nin teşvik etmesiyle yaralı yaban ördeğini vuracağına kendini vurmasıyla oyunun içine dâhil olur. Hedvig’in ölümü kaza mıdır yoksa küçük kız intihar mı etmiştir? Bunu tıbben teyit edecek kişi Dr. Relling’tir. Hedvig aslında babasının öz babası olup olmadığından emin değildir. Ve yaban ördeğini kurban edeceğine kendisini babasına kurban etmeye karar verir. Böylelikle babası onun öz kızı olduğundan ve onu çok sevdiğinden emin olabilir.


Henrik İbsen Norveç edebiyatının oldukça önemli yazarlarından biridir ve Rukla bir edebiyat öğretmeni olarak belki de James Joyce’un bile, onun eserlerini orijinal dilinden okuyabilmek için Norveççe öğrendiğini biliyordu. Öğrencilerinin derse, İbsen’e karşı bu ilgisizlikleri de öğretmeni huzursuz eder.


Hatta Rukla kültür mirasının bir parçası olan edebiyatın, öğrencilerin ruh ve düşünce seviyesine tekabül etmediğini, çünkü öğrencilerin olgunlaşmamış, donanımsız olduklarını düşünürken bir yandan kendini öğrencilerin tarafına koyarak öz tahlil yapar ve onların gözünde demode kaldığını, verdiği bilgilerin çocukların standartlarına yetişemediği, bu sebeple de canlarının sıkıldığını varsayar.


Evet öğrenciler derse ilgisizdirler, hatta zil çalar çalmaz aceleyle Rukla’nın yanından geçip sınıftan çıkarlar. Rukla öğretmenler odasına gider, birkaç öğretmen arkadaşıyla havadan sudan konuşur, çantasını alır ve okuldan çıkar. Yağmurun başladığını görür, sabah evden ayrılırken son anda çantasına koyduğu şemsiyesini çıkartır ve fakat açamaz. Sinirlenir, şemsiyeyi bahçedeki çeşmenin taşına vurarak parçalar. Kız öğrencilerden birine ağıza alınmayacak sözler sarf eder. İpler kopmuştur.


Bu noktada anlatıcımız zamanda geriye giderek Elias Rukla’yı şemsiye kırmaya iten değişimleri bize göstermeye başlar. Üçüncü tekil şahıstan ama Elias Rukla’nın zihninin içinden dinleriz meselesini.


Elias Rukla 1966’da Oslo Üniversitesi Felsefe Enstitüsü’nde filoloji bölümünü bitirebilmek için bir yandan zorunlu yan dala ait dersleri alırken bir yandan da Norveç Dili ve Edebiyatı üzerine yazacağı tezine çalışır. Orada, doktorasını felsefe üzerine yapacak olan Johan Corneliussen ile tanışır. Kısa sürede sık sık bir araya gelip felsefe, spor, politika ve filmler üzerine sohbetler edip, öğrenci yurtlarındaki partilere katılan iki iyi dost olurlar.


Bu buluşmalarından birinde Solstad iki arkadaşı bize, Alp disiplini kayak yarışlarını TV’den izlerken gösteriyor. Yarışçıların arasına Martin Heidegger, Edmund Husserl, Elias Canetti, Allen Ginsberg, William Burroughs, Antonio Gramsci, Jean-Paul Sartre, Ludwig Wittgeinstein gibi filozof, yazar ve şairleri de katar. Yazar plânlı bir şekilde okura varoluşu, toplumsal sorunları, Marksizmi, özne-nesne ilişkisini, bilinci öne çıkartan fenomenolojiyi, Beat Kuşağı akımını kitabın alt metinlerinde okuyacağımızın haberini veriyor.


Rukla, çaresizlik bilmeyen güçlü bir karakter olarak gördüğü arkadaşı Johan Corneliussen’in hayata karşı doymak bilmez bir açlık içerisinde olduğunu düşünür. Corneliussen’in neden bir mühendis olmak yerine felsefeyi seçtiğini irdeler. Corneliussen özellikle Kant felsefesi üzerine düşünür ve tezini de yine Kant üzerine yazacaktır. Ama onun merakını celbeden asıl Kant değildir, Kant’a dair çalışmalar yapmış binlerce düşünce adamıdır. Marksizmi anlamak için Marx ile Kant’ın ilişkisine bakmak gerektiğini savunur. Johan Corneliussen neşeli ve cömerttir. Zamana ve mekâna sıkı sıkıya bağlıdır. Bu ikisi olmadan tek bir düşünce bile üretilemeyeceğinin altını çizer. Onun arkadaşı olmak Rukla’yı zenginleştirirken Corneliussen de asla rakibi olmayacak bir dostla kendi karizmasını asla yitirmeyecektir.


Johan Corneliussen ‘kelimelerle anlatılamaz güzellikteki’ kız arkadaşı Eva Linde’yi Elias Rukla ile tanıştırır ve onu ümitsiz bir aşkın içine atar. Johan ve Eva evlendiğinde, Elias onları her ziyarete gidişinde, masanın üzerindeki bir süs bitkisi gibi sessiz ve uzaktan izler ulaşılmaz ve kelimelerle anlatılamaz güzellikteki Eva’yı. Ta ki Johan Marksizm’i kapitalizme ulaşmak için bir araç olarak görene, zengin olmak için tek başına Amerika’ya gitmeye karar verene kadar. Johan, Eva ve kızları Camilla’yı Elias’a emanet eder.


Elias Rukla karakteri, eğitimli, entelektüel, farklı konularda söyleyecek sözleri olan insanların yozlaşmakta olan toplumdan nasıl uzaklaştığına güzel bir örnek. Solstad kitabın başından itibaren cümlelerinde yer verdiği tekrarlarla, karakterin bir açmazın içine sürüklendiğini okura hissettiriyor. Karakterin gerginliğini, koridorda bir aşağı bir yukarı dolaşan bir adamı izler gibi izliyoruz o tekrarlı cümlelerde. Norveç dilinde Solstadian (Solstadvari) terimi, yazarın alışılmış tekrarlarını ve alt cümleler içeren cümlelerini ifade ediyor.


Solstad, İbsen’e hayranlığını öğrencilerine Yaban Ördeği oyununu öğretmeye çalışan Rukla üzerinden sergiliyor. Yine okuldaki matematik öğretmeni ile Rukla’nın bir diyaloğunda, matematik öğretmenine, kendisini Thomas Mann’ın Büyülü Dağ romanındaki başkarakter Hans Castorp’a benzettiğini söyleterek Thomas Mann’a hayranlığını satırlara döküyor. Romanda Rukla, Thomas Mann’ın romanlarından birinde karakter olma hayalini kurarken, hayranı olduğu yazarla konuşması, roman içinde roman betimlemeleriyle postmodern yazının izlerini sürüyor okur. Roman perspektifinden baktığımızda, en yakın dostu Johan ile bolca sohbet eden, parti parti gezen kahramanımız Rukla’nın yavaş yavaş toplumdan soyutlandığının ayırdında, edebiyatın hep bir ortak konu olabileceğine ve birbirinden uzaklaşan, sorgulama, konuşma eylemleri ellerinden alınan insanlara yine de umut verdiğine dikkat çekiyor. Toplumsal olaylara duyarlı Rukla, kuzey ülkelerinde çağın yazarı olarak kabul edilen ve etkilendiği yazarlardan biri olan Pentti Saarikoski’nin kırklı yaşlarında vefat ettiğini öğrenir ve fakat gazetelerde bununla ilgili tek bir yazı bile yayımlanmaz. Buna karşılık bir TV spikeri vefat ettiğinde günlerce hakkında konuşulur. Toplumun ilgisini çeken güncel olay ve kişilerin yozlaşmaya bağlı olarak değişmesi de ona sıkıntı verir. İçkiye düşkünlüğü artar.


Demokrasi gerçek anlamını yitirmektedir. İşin kötüsü demokrasiyi, demokratik olduğunu iddia edenler bitirmektedir. Bir toplumun kültür ve eğitim seviyesi, demokrasiyi tüketenlerce değersizleştirilir. Bir ideal uğruna öğretmen olmuştur ama şimdi görür ki kültür olarak toplumun en üst katmanında yer alması gereken öğretmenler borç batağına saplanmış birer köle olmuşlardır. Konuşma özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Duyarsızlaşan toplumun içinde mecburen onlar da bana ne demeye başlamışlardır. Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni okuduğunda kapıldığı hayal kırıklığı gelir aklına. “Onu hayal kırıklığına uğratan kitap değildi, kitap çok iyiydi, hatta bir başyapıttı, ancak kitabın adı tam bir hayal kırıklığıydı. İsim hatalıydı. Çünkü varolmanın dayanılmaz hafifliği insan hayatının yaşamsal bir şartı değil, 20. Yüzyılın ikinci yarısında Batı dünyasında yaşayan bir sosyal tabaka için geçerli toplumsal bir şarttı. Norveç’in başkenti Oslo’da Fagerborg Lisesi’nde eli şakağında düşünen bilgiye susamış insanları ilgilendiren ve bireyin elinden bir şeyler söyleme becerisini alan bir şeydi. Karşısındakilerle konuşma becerisini yani.” Syf.89


Solstad, kahramanı Rukla aracılığıyla varoluşu pek çok perspektiften mercek altına alıyor. Bunlardan biri de güzellik. Elias Rukla’nın kelimelerle tarif edilemeyen güzellikteki karısı Eva Linde’nin, asla Elias’ın soyadını almak için bir teşebbüste bulunmayan, hatta bir kere bile Elias’a onu sevdiğini söylemeyen karısının güzelliği yıllar içinde kaybolur. O imrenilen yüzü başka bir surete dönüşür. Zayıf ve zarif vücudu yerini kilolarına yenilmiş bir bedene bırakır. Rukla karısının varlığına müteşekkir, onu sevdiğini ifade etmekten çekinmez. Ama bir süre sonra, karısının duyarsızlığı sevgiyi sadece hareketlerle ifade etmeye yöneltir. Eva Linde güzelliğinin haricinde hiçbir meziyeti olmayan bir karakter. Rukla’nın muhabbet bile edemeyeceği kadar vasıfsız bir karakter. Ve romandaki varoluşu son derece ironik.


Rukla iyi bir üvey baba da olur. Johan ile Eva’nın kızları Camilla’yı korur, kollar. Babasızlığının yerini doldurmak için onu kendi evinde hissettirmek baş koşuldur. Genç bir kızın rahat edeceği oda hazırlar. Annesi ile ilişkilerine müdahale etmez, gerektiğinde fikirlerini söyler. Camilla’nın varoluşunu olumsuz nitelendirecek eylemlerden uzak tutmaya çalışır. Onunla dengeli bir ilişki kurmaya özen gösterir.


Yazarının gözünde şemsiye kıran bir öğretmen imgesinden doğan Mahcubiyet ve Haysiyet, arka kapak yazısında da belirtildiği üzere, yükte hafif pahada ağır, yazarın katmanlar halinde sunduğu varoluşçuluğun kaçırdığınız anlatılarını yakalamak için defalarca dönüp okuyabileceğiniz, başucunuzdan eksik etmeyeceğiniz o özel romanlardan biri.


MAHCUBİYET VE HAYSİYET

Dag Solstad

Yapı Kredi Yayınları, 2018 Çeviri: Banu Gürsaler Syvertsen

106 s.

Comments


bottom of page