'Fevkalâde hususi' bir zaman yolculuğu: Bin 9 Yüz Seksen 3
“Bin 9 Yüz Seksen 3 her yaştan okuyucuya hitap edebilecek bir metin ama konusu ve hitabeti itibariyle odağı çocuk ve gençler. Mahir Ünsal Eriş, Türk çocuk ve gençlik edebiyatında sıklıkla görünen didaktizm ve yetişkin paltosundan sıyrılamama gafletine düşmüyor. Üstelik kahramanları ve ben anlatıcısı yetişkin oldukları halde çocuk ruhunu ve neşesini ziyadesiyle yakalıyor.”
Nilay Kaya bu hafta Mahir Ünsal Eriş’in genç okurlar için kaleme aldığı Bin 9 Yüz Seksen 3’ten yola çıkarak çocuk edebiyatı ve zaman yolculuğu üzerine yazdı.

Eskiden "yaşlanmak" denirdi, şimdi "yaş almak" diyoruz. Kırkını geçen orta yaşı geçmiş olurdu, şimdilerde yeni orta yaşlar kırklar. Geçtiğimiz günlerde koyu bir sohbetin ardından bir öğrencim, "Bir yetişkinle konuşmaya ihtiyacım vardı, teşekkürler," dedi. "Ne demek canım," diye karşılık verdikten sonra kafama bir saksı düştü sanki. "Ben miyim o yetişkin?" dedim içimden. Öyle bir yabancılaştım yetişkinliğime, öğretmencilik oynayan bir çocuk olmayayım? Akşam yemeğine çağrılmamla gerçek yetişkinleri masada bulacağım. Onlar bütün yetişkinlikleriyle yarım yamalak anladığım bahisler açacak, ben dirseğimi masaya dayayıp mutat hayallerime dalacağım, ta ki "Dirseğini masaya dayama canikom, o tabak bitecek," uyarısı gelene dek. Belki geleceğimi hayal etmişimdir. Daha okuma yazmayı öğrenmeden, Hüdaverdi gözlükleriyle kitapları tersten tuta tuta okuyormuş gibi yapan çocuk, bir gün çok sevdiği kitapları okuduğu için üzerine para verecekleri bir yaşam tuttursun. Madem para kazanmak şart, o çok ama çok sevdiği kitaplar aracılığıyla olacakmış bu. Belki de ben o çocuğun hayal ettiği yaşamı yaşadığımı sanıyor, ama aslında rüya görüyorumdur?
Bu zihni sinir oyunları oynamayı pek beceremem, ne var ki Mahir Ünsal Eriş'in geçtiğimiz aylarda XLibris Yayınları'ndan çıkan Bin 9 Yüz Seksen 3 adlı kitabı zaman yolculuğu ve o büyük başlıktan saçılan solucan deliği, kelebek rüyası egzersizleri üzerinden beni bile ufak çaplı bir Interstellar evrenine fırlattı. Daha ne filmler, ne fanteziler... Zaman yolculuğu temasının yazılı edebiyattaki yolculuğu on dokuzuncu yüzyılda başladı denebilir: olağandışı uzunlukta bir uyku yoluyla geçmişe yapılan bir zaman yolculuğunu konu alan Washington Irving imzalı Rip Van Winkle (1819), Charles Dickens'ın hem geçmişe hem de geleceğe giden bir zaman yolculuğunu Noel kıssadan hissesi olarak kurguladığı romanı Bir Noel Şarkısı (1843), erken dönem bilimkurgu üstadı H. G. Wells'in bu konunun iyiden iyiye popülerleşmesini sağladığı Zaman Makinesi (1895) akla ilk gelen örnekler. Bu satırların yazarı ve Bin 9 Yüz Seksen 3 evreninin sakinleri olan 1980'ler çocukları için ise zaman yolculuğu fikri, Geleceğe Dönüş, Bill ve Ted'in Maceraları serileri gibi filmlerle büyülenmek demek.
"Bu yüzyılın insanlarına kendi yüzyılımdan bir hikâye..." üst başlığını taşıyan Bin 9 Yüz Seksen 3, çocukluğunu geçmiş yüzyılda yaşadığı için zaman zaman kendini kelimenin sözlük anlamıyla tarihin tozlu sayfalarına karışmış hisseden, kırklı yaşlarının başında bir marangoz.
"İlkokulda korku ve heyecan içinde hep beraber sıraya girdiğimiz aşı zamanları benim için artık Dandanakan Savaşı'ndan bahsetmek gibi. İlk bisikletime bindiğim o uzun yaz günleri sanki Haçlı Seferleri,"
derken tarih kitaplarında yerini alan bir yüzyıla ait oluşu gerçeğiyle yüzleşmenin tuhaflığını dillendiriyor. Öte yandan atölyesindeki derme çatma banka uzanıp hatıralara dalmak, boş zamanlarında sıkça yaptığı bir şey. Öyle ki en kadim ve yakın arkadaşlarından, bu macerayı da birlikte yaşayacağı Nail onu bankında uzanmış gördüğünde "Zamanda yolculuk mu yine?" diyerek ona takılıyor. Nail'in hikâyenin başında bunu söylerken henüz bilmediği şey, hatıralara düşkün arkadaşıyla birlikte Bill ve Ted misali bir zaman yolculuğunun kahramanı olacağı. Gerçek adını hiç öğrenmediğimiz marangoz kahramanımız ve Nail, mezun oldukları lisede gerçekleşecek bir ANI GÜNÜ etkinliğine gitmeye karar veriyorlar. Kasabalarında çoğuyla yetişkinliklerinde de bir arada yaşadıkları lise arkadaşları okul bahçesinde bir araya geliyor. Tıpkı eskisi gibi günlerine İstiklal Marşı ve müdür konuşmasıyla başlıyorlar, ardından okullarına katkı amacıyla satılan, her biri anı değeri taşıyan eşyaların dizili olduğu tezgâhları geziyorlar. Tezgâhlarda neler yok ki? 0,9 uçlu kalemlerden, o ortası delikli, yuvarlak, defter yaprağını yırtan sepsert silgilere; eğitsel kol rozetlerinden eski öğrencilerin arzı endam ettiği fotoğraflara; blok flütlerden Zagorlara, vitrinlerde sergilenesi nesneler başlı başına zaman yolculuğu deneyimi yaşatırken bu tatlı anma etkinliğinden tam ayrılırlarken tuhaf bir şey oluyor ve kendilerini 1983 yılının Mayıs ayında bir günde buluyorlar. Yine kendi kasabalarındalar ama çırılçıplak ve göbeklerinden, hafif kelliklerinden sıyrılmış, 1983 yılındaki yaşları ve bedenlerindeler şimdi. Komik bir macera sonucu üstlerine başlarına bir şeyler geçirmeyi başardıktan sonra Nail'in henüz anne karnında, marangozun ise kundakta bir bebek olduğu bir dünyada, tanıyıp bildikleri halinden biraz farklı olan kasabada şaşkınlık içinde dolanmaya başlıyorlar. Daha ilk başlarda ayakları onları gayri ihtiyari bir biçimde, gelecekte hayatını kaybetmiş olan Nail'in babasının çalıştığı bankaya götürüyor. Bu karşılaşma ne kadar yürek burkan cinsten olsa da kim sevdiği bir insanı kaybetmişken onu yeniden capcanlı, üstelik gencecik haliyle görme fırsatına karşı koyabilir ki?
Kasabaya nereden geldikleri belli olmayan bu iki delikanlının kendilerine bir hikâye uydurmaları gerekiyor. Nail ismini değiştirmiyor, karnı burnunda annesinin, doğmamış çocuk Nail'in yani kendisinin ve babasının karşısında bir Nail o. Gerçek ismini bilmediğimiz marangoz ise metinlerarası bir yolculuk aracılığıyla kendine bir isim ve hikâye ediniyor. Mahir Ünsal Eriş'in çok sevilen erken dönem hikâyelerinden "Benim Adım Feridun"un Feridun'unu ödünç alıveriyor. O hikâyenin kahramanı da tıpkı marangoz gibi, bir başkasının kimliğini üzerine giyiyor, bu sayede tatlı komik bir aileyle yakınlaşmanın sıcaklığını yaşıyordu. Dolayısıyla isimler ve hikâyeler birbirinin içine geçiyor, birbirini yansılıyor. Karakterler kendilerine yazdıkları hikâyeyle, gerçek kimliklerini ele vermemeyi başararak geçmiş dünyalarında çoğunlukla eğlenceli, bir o kadar da duygusal anlar yaşadıkları bir zaman dilimi geçiriyorlar. Özellikle kendilerini liselerinin bağış etkinliğinde folklor kahramanları olarak buldukları sahneler çok güldürürken, ailelerinin gençlikleriyle bir araya geldikleri sahneler kalpleri ısıtıyor.
Mahir Ünsal Eriş çoktan kendi üslubunu oturtmuş bir yazar. Özellikle de komik olanı güçlü bir temsille ama dozunda verdiği duygusallıkla harmanlamayı iyi bilen; Türkçeye ve dillere olan özel hassasiyetini adı gibi maharetle sergileyen Eriş, son derece çetin olan çocuk ve gençlere yönelik yazma işinin altından ustalıkla kalkıyor. Bin 9 Yüz Seksen 3 her yaştan okuyucuya hitap edebilecek bir metin ama konusu ve hitabeti itibariyle odağı çocuk ve gençler. Eriş, Türk çocuk ve gençlik edebiyatında sıklıkla görünen didaktizm ve yetişkin paltosundan sıyrılamama gafletine düşmüyor. Üstelik kahramanları ve ben anlatıcısı yetişkin oldukları halde çocuk ruhunu ve neşesini ziyadesiyle yakalıyor. Zaten Eriş'in aynı zamanda çocuk kitapları çevirmiş olması, daha önce onlar için yazdığı 30 Şahane Kelime adlı kitabı, bu alana verdiği kıymet ve özenin bir göstergesi. Bin 9 Yüz Seksen 3'ün sonunda bu yüzyılın çocukları için kitapta kullandığı sözcüklerden minik bir sözlük yapmayı da ihmal etmemiş.
1983'e ışınlanan karakterlerin içine düştükleri bu akıl almaz maceranın gelecek zamanda ya da farklı bir zaman diliminde nelere sonuç verebileceği, nasıl sonlanacağı ve karakterlerin o dünyadaki akıbeti hikâye boyunca bir merak unsuru olarak etkinliğini sürdürüyor. Nitekim, "Zaman yolculuğu gerçekten başa belaydı. Yolculuk kısmı eğlenceliydi doğrusu ama sonuçları hesaplayamamak biraz ürkütücüydü," diyor "Feridun kodlu" marangoz. Eriş, hikâyenin düğümünü, marangozun marangoz babası Ahmet Amca'nın deyişiyle "dananın kuyruğunun koptuğu yeri" hünerle çözümleyip sonlandırdığı noktada, bizzat öğrencilerin elinden çıkma, krapon kağıdından kedi merdivenleriyle süslenmiş, dönemin ruhuna uygun bir müsamere salonunda alkışlarla ayağa kalkıyoruz.
İyi kitapların bir gücü de başka iyi kitaplarla diyaloga girmesi, bizi onlara da götürmesidir. Bin 9 Yüz Seksen 3 onlardan biri. Bu vesileyle Ege Erim’in, 2008 yılında Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Kayıp Şeyler Ülkesinde adlı romanını önermek isterim. Kitap, Can adlı bir çocuğun kaybettiği eşyalarını bulabildiği bir diyarı keşfetmesini konu ediniyordu. Can, bu diyarda kaybettiği dedesinin anılarının peşine düşüyordu. Uticha Marmon imzalı Dedişkom Hatırlamayı Unuttuğunda (Babil Kitap, 2020) ise artık hafızasını kaybeden dedesinin anılarını bulmaya çalışan küçük Mia'nın hikâyesini anlatıyor. Kayıplara tarih düşülebilir ama bu kaybolanların gerçekten kaybolduğu anlamına gelir mi? Hafıza bir noktada çuvallasa da yazı ve kamera her zaman büyük teselli. Son olarak bir film önermesiyle bitirelim: Başarılı Fransız yönetmen Céline Sciamma'nın 2021 tarihli Petit Maman adlı filminde sekiz yaşındaki Nelly bir gün ormanda kendine benzeyen, yaşıtı bir kız çocuğuyla karşılaşır ve onunla arkadaş olur. Bilin bakalım bu yeni arkadaş kimdir? Bilmecenin çözümü filmin adında saklı. Keyifli seyirler.
BİN 9 YÜZ SEKSEN 3
Mahir Ünsal Eriş
Xlibris Kitap, 2024
Tür: Gençlik Romanı
132 s.
Comentarios