Bizi biz yapan evler mi?
Şule Tüzül, Mustafa Erol'un Eşik isimli sergisi odağında yazdı: "Hepimiz bizi var eden güzellik tanımının bir parçasıyla karşılaşmış olabiliriz bu eserlerde."
Sergi, 9 Nisan 2025 tarihine kadar Bodrum Marina Merqezart Galeri'de görülebilir.

“Bir sabah kapıdan çıkıp, döndüğümde artık aynı kişi olmadığımı fark ettim. Hem korkutucu hem de olağanüstü! Bu yüzden büyülü gelir kapılar bana. Bir eşikten atlamak, bir kilidi açmak gibi büyümek denen şey. Günün akşamında artık eskisi gibi olmamak. Her yeni gün tekrar tekrar tanışmak kendimle. Önce kendimi izledim. Sonra evlerden çıkan pencerelerden bakan ve evlere dönen insanları. Ardından evlere, kapılara, pencerelere, balkonlara bakmaya başladım. Bir anda oldu! Tüm o kapılar, pencereler bendim aslında. Bana benziyordu. İşte bu yüzden kapılar pencereler yapmaya başladım. Özlediğim, sevdiğim sarılıp avutmak istediğim kendime dönüş yolları.”*
Diorama sanatçısı Mustafa Erol'un Bodrum Marina Merqezart Galeri'de açılan Eşik adlı sergisinin duvarlarından birinde bu cümleler karşılıyor bizi. Diorama, anlatılmak istenen hikâyenin üç boyutlu olarak yapılan tablolarına deniyor. Sergide, Mustafa Erol'un çeşit çeşit, rengarenk, her biri başka bir hikâyenin kapısını aralayan kapıların, balkonların, pencerelerin, bir evin bir cephesinin göründüğü eserler yer alıyor. Görsel lezzetinin yanı sıra her eserde bulunan onlarca minik detay izleyiciyi kendi geçmişinin kapılarına, geçtiği eşiklere götürüyor. Eserlerden bazılarına müzisyen, şair ve yazar Jehan Barbur kısa metinler yazmış, Mustafa Erol bu metinleri eserlerin içine entegre ederek eserin bir parçasına dönüştürmüş; Jehan Barbur'un cümleleri duvarlarda, kapılarda, balkona asılmış bir çarşafın üzerinde görülüyor. Rahat okunabilmesi için bu metinler ayrıca eserlerin yanına küçük plakalar halinde asılmış.
Eserlerin hepsi çok güzel, beğenmemek elde değil, ama izleyeni kendine çeken nedir bu kapılarda, pencerelerde, duvarlarda? Güzel demek yeterli olmuyor insanın içindekileri anlatmaya.
Eserlerin birkaçını ve Jehan Barbur'un bu eserlere yazdıklarını sergiden önce görme şansım olmuştu. Sergide tüm eserleri hem tek tek hem de birbirini tamamlayan büyük bir hikâye olarak görmek ise çok etkileyici. Eserleri gördüğüm o ilk günden beri zihnim beni Ursula K. Le Guin'in Bir Sanat Eserinde Yaşamak** isimli denemesine götürdü. Sergiyi gezdikten sonra eve döndüm ve denemeyi tekrar okudum.
Ursula K. Le Guin'in Berkeley'de bulunan doğduğu eve, anne ve babası 1925 yılında taşınmışlar. 1979 yılında annesinin ölümüne kadar da anne babaı bu evde yaşamış. Le Guin, her ne kadar eğitim, evlilik gibi nedenlerle evden ayrılmış olsa da bu elli dört yıllık süreçte o evin bir parçası olmaya devam etmiş elbette. Ev, dönemin ünlü mimarlarından Bernard Maybeck tarafından 1907 yılında sekoya ağacından yapılmış. Evin yapıldığı yıllarda sekoya ağaçları henüz korumaya alınmamış. Evdeki sekoya kokusunu uzun uzun anlatıyor Le Guin yazısında. Sadece o koku bile o evi özel yapmaya yetmez mi? Maybeck de gerçekten özel bir mimar olmalı, çünkü Le Guin'in anlattıklarına göre Maybeck, tanısın tanımasın bir evin içinde yaşayacak hane halkına karşı kendini sorumlu hissedermiş; bir evin güzelliği, içinde ikamet edilmesiyle hayat bulur ve potansiyelini gerçekleştirebilir, düşüncesindeymiş. Bodrum'un ya da İstanbul'un ya da yapılaşma kurbanı herhangi bir yerin haline bakarsak Maybeck altın kıymetinde bir mimar diyebiliriz. Le Guin de insanların yaşayabileceği binalar hakkındaki düşüncelerimizin zamanla birlikte gitgide yoksullaştığından dem vuruyor. Kişiliğini yaptığı binalara işleyen Maybeck, Le Guin'in ailesinin oturduğu evi yaptıktan bir yıl sonra yani 1908'de bir yerlerde şu cümleleri yazmış:
"Ev, en nihayetinde sadece bir kabuktur ve gerçek ilgi alaka onun içinde yaşayacak olanlardan gelmelidir. Eğer bu süreç dikkatlice ve samimiyetle gerçekleştirilirse, hane halkına tatmin hissini ve diğer her şeyi sunacaktır; ayrıca zihin üzerinde müzik, şiir ya da herhangi bir insani deneyim dahilindeki sağlıklı bir faaliyet ile aynı etkiye sahiptir."
Ursula K. Le Guin ise yazısında, bir çocuk için içinde yaşadığı evin varoluş deneyiminin kalıcı ve kapsayıcı olduğunu, kendisini o Maybeck evinin yarattığını, söylüyor. Bir evin bir çocuğun bütün dünyası olduğunu, eğer bir ev güzelse o evde büyüyen çocuğun güzellik algısının gelişebileceğini, müziği, şiiri hissedebileceğini ekliyor. Evin tuhaflıklarından da bahsediyor. Çünkü güzellik her zaman içinde tuhaflıklar içerir, diyor. Sonra ünlü romanlar bir ev olsaydı nasıl evler olurdu üzerine kafa yoruyor. Yaklaşık on altı sayfa süren makalesinin sonunda ise şunları söylüyor:
"Bu yazıyı yazarken, bir romanın nasıl olması gerektiğine ilişkin fikirlerimin çoğunu, en nihayetinde o evde yaşayarak öğrenip öğrenmediğimi merak ettim. Eğer öyleyse, belki de tüm hayatım boyunca o evi kelimelerle yeniden inşa etmeye çalışmışım."
Bir evin insan hayatındaki önemini en iyi anlatan cümleler bunlar olmalı. Ursula K. Le Guin gibi yazar, bütün külliyatının kaynağının Maybeck'in yaptığı o ev olduğunu söyleyerek bitiriyor yazısını. Bu yazıyı kaleme almasının nedeni ise güzellik kavramını anlatabilmek. Yazının bir yerinde şöyle diyor: "Sanıyorum güzelliği yalnızca başka bir şeyi tarif ederek anlatabilirsiniz; tıpkı günbatımından sonraki ilk yıldızı yalnızca ona doğrudan bakmadan görebileceğiniz gibi..."
Büyük yazarlar insana bunu yaparlar işte: hiç bilmeseler ve görmeseler de, dünyanın bambaşka bir yerinde sizin bir şeyi neden sevdiğinizi sizden daha iyi ve şahane biçimde anlatabilirler. Mustafa Erol'un dioramalarında görünen evleri neden sevdiğimi Le Guin yazısından sonra daha iyi anladığımı düşünüyorum. Çok güzeller, çünkü bu evlerde birileri oturmuş, çoğunda farklı farklı aileler farklı farklı zamanlarda yaşamışlar. Bu evlerde hayat var. Evet bir sanat eseri her biri ama aynı zamanda canlılar; kapılardan, pencerelerden, duvarların çatlaklarından, sıvaların döküldüğü yerlerden taşan bir hayat var. Duvarda asılı duruyor olabilirler, ama hâlâ yaşıyor bu evler. Le Guin'in deyimiyle, henüz yoksullaşmamış düşüncelerin olduğu zamanlara ait evler bunlar, düşünsel ve duygusal zenginliğin olduğu zamanlara ait evler...
Eserlere biraz kulak verirseniz, hane halkının seslerini duyabilirsiniz. Bir çocuğun koşarken attığı coşkulu çığlıkları, mutfaktan gelen tabak çanak seslerini, camdan bakan yaşlı bir kadının sessizliğinin sesini, en çok da kadınların sesini. Ne de olsa ev onların kalesi. Bir evin penceresinden gelen sigara dumanını görebilir, kokusunu duyabilirsiniz. Vita kutularındaki çiçeklerin bazısı yeni sulanmış olmalı. Acı tatlı anılarla dolu evler, ama geriye kalan hep iyilik güzellik olmuş. İnsana ve hayata yakışmayan şeyler zamanla birlikte akıp gitmiş yok olmuş. Bu evlere bakan biri, hep iyi şeyler hissediyor.
Bu eserler başka bir zamanın anılarını taşıyorlar izleyenlere. Aynı zamanda bir itirazı, bir direnişi simgeliyorlar. Zamanın böyle hızla akıp gidişine, o evlerde yaşayanların bu akışta sürüklenmelerine, çağın hızıyla yok olanlara, kaybolanlara, unutulanlara bir itiraz ve direniş. Ne kadar karakter ve kültür sahibi olduklarını sessizce hissettiriyorlar. Bir vakar var duruşlarında. Onları sevmekten ve saygı duymaktan başka bir seçenek bırakmıyorlar bize.
Evlerin içinden, kenarından dallarını uzatan ağaçlar, saksılardaki çiçekler, çeşitli yerlerde göze çarpan yosunlar. Doğadan uzaklaşan insanın kendinden nasıl uzaklaştığını hissettiriyorlar. Minik bir ağlama hissi dolaşıyor içimde, bundan mı acaba?
Evlerden birinde Jehan Barbur ne güzel söylemiş:
"Bir ev, insanından uzun yaşıyor. Bu dökülmüşlükle de olsa bu da bir yaşamaktır. Bir can taşısa, o da susmaz, inanırım. Çünkü eşya da anlatır ve anlatılınca bir hikâye, eminim ki, unutulamıyor. Başka neden yaşar insan?"
Eserleri yaratan sanatçının kendisi gibi izleyiciler de kendileri ile karşılaşmış olabilirler bu kapılarda, pencerelerde, balkonlarda, duvarlarda. Kendilerini yeniden bulmuş olabilirler. Çünkü; "Bir ev, insanından uzun yaşıyor." Hepimiz bizi var eden güzellik tanımının bir parçasıyla karşılaşmış olabiliriz bu eserlerde. Bizi biz yapan evlerden biriyle karşılaşmış olabiliriz. Ya da belki bundandır her birinde başka başka hikâyeler bulmamız, çok tanıdık, çok sahici, çok bizden, başka başka hikâyeler...
* Mustafa Erol'un Eşik isimli sergisi 9 Nisan 2025 tarihine kadar Bodrum Marina Merqezart Galeri'de görülebilir.
** Sözcüklerdir Bütün Derdim, Ursula K. Le Guin, Hep Kitap, Çeviren: Damla Göl
Comments