Hangisi gerçek Naomi? Klein’ın Doppelganger’ında kimlik ve hakikat arayışı
- Litera
- 2 dakika önce
- 4 dakikada okunur
Gülsel Ceren Güneş, Naomi Klein'ın Doppelganger isimli kitabı üzerine yazdı: "Naomi Klein’ın bu kitapta yaptığı, yalnızca bir yanlış kimlik hikâyesini anlatmak değil; dijital çağda gerçeklik algısının nasıl çözüldüğünü, benliğin nasıl bölündüğünü ve ideolojilerin birbirine nasıl benzediğini, yer yer kopyalandığını gösteren bir toplumsal teşhis."

Naomi Klein, özellikle neoliberalizmin kurumsallaşmış yapılarını eleştiren kuramsal metinlerle özdeşleşmiş bir yazar. No Logo (1999) ile markalaşmanın kültürel hegemonya biçimlerini, The Shock Doctrine (2007) ile kriz kapitalizmini açığa çıkaran Klein, Doppelganger ile ilk kez bu kadar kişisel bir hikâyeden yola çıkıyor. Ancak kişisel olanın politik olduğu fikrini ciddiye alan biri için bu sürpriz değil. Klein’ın bu kitapta yaptığı, yalnızca bir yanlış kimlik hikâyesini anlatmak değil; dijital çağda gerçeklik algısının nasıl çözüldüğünü, benliğin nasıl bölündüğünü ve ideolojilerin birbirine nasıl benzediğini, yer yer kopyalandığını gösteren bir toplumsal teşhis.
Her şey, insanların onu sıklıkla Naomi Wolf ile karıştırmaya başlamasıyla başlıyor. Bir restoran tuvaletinde “Naomi Klein’ın son yazdıklarına inanamıyorum!” diyen birisini duymasıyla Klein, kendisinin Naomi Wolf ile karıştırıldığını ilk kez farketmiş oluyor. Wolf, özellikle 1990’larda yazdığı The Beauty Myth ile feminist entelektüel camianın parlayan yıldızlarından biri olmuşken, pandemi sürecinde aşı karşıtlığı ve komplocu söylemlerle öne çıkan, sağcı medya organlarında yer bulan bir figüre dönüştü. Klein için bu karışıklık, ilk başta sadece bir rahatsızlıkken zamanla bir saplantıya ve daha sonra da felsefi-politik bir sorguya evrilmiş. İnternette adınız arandığında “Bunu mu demek istedin?” özelliği sebebiyle herkesin sizin yerinize başka birisini bulduğunu düşünün. İki kadının dış görünüş olarak birbirini andırması da her şeyin üzerine tuz biber ekmiş. Algoritmalar yüzünden bu “ikizlik” sadece isim ya da yüz benzerliğinden ibaret olmaktan çıkmış artık: bir yanılgı, bir bozulmuş versiyon, bir ideolojik çöküş metaforu olmuş.
Doppelganger, yalnızca bir anı-deneme değil. Klein kitabı için kapsamlı bir araştırma süreci yürütmüş, birçok akademisyen, teorisyen ve medya uzmanıyla çalışmış. Kitabın dipnotları ve kaynakçası oldukça zengin; popüler kültürden psikolojiye, medya teorisinden komplo inançlarının tarihine kadar geniş bir yelpazede akademik ve kültürel referans içeriyor. Özellikle dijital çağda bilgiyle kurduğumuz ilişkiye dair sunduğu analiz, ciddi saha okumasına ve birikime dayanıyor. Klein burada yalnızca kendi deneyimini anlatmıyor; internetin gölgeli köşelerine, alternatif medya ağlarına, QAnon ve wellness kültürü kesişimlerine kadar uzanarak çağdaş “gerçeklik krizini” haritalandırıyor. Klein’ın perspektifi büyük oranda batı merkezli; dijitalleşmenin ya da komplo kültürünün küresel etkileri daha sınırlı şekilde yer buluyor. Bununla birlikte, kitabın temel iddiası evrensel: Gerçekliğin bu kadar parçalandığı bir çağda, kendimizi bulmaya çalışmak bile politik bir eylem haline geliyor.
Bu çağda bir başkası gibi görünmekten daha korkutucu olan şey, gerçekten ona dönüşmeye başlamak mı? Klein, benliğin dijital ortamda nasıl çoğaltıldığını ve çarpıtıldığını gösterirken, aynı zamanda kendi benliğini, politik pozisyonunu ve yazarlık kimliğini de sorguluyor. Sosyal medyada herkesin bir “persona” yaratması, algoritmaların uç görüşleri ödüllendirmesi, kimliğin zamanla bir tiyatro oyunundaki rollerden birine dönüşmesi… Tüm bunlar, Wolf’un neden bu kadar “paylaşılası” olduğunu açıklarken, Klein’ın neden görünmezleştiğini de açığa çıkarıyor.
Wolf’un geçmişteki feminizmi ile şimdiki aşırı sağcı pozisyonu arasındaki keskin dönüş, Klein için bir tehlikeyi de haber veriyor: Belirli fikirlerin, söylemlerin, sembollerin nasıl kolayca el değiştirebildiğini, aşırılıklara nasıl araç olabildiğini… Bugün sağcılar tarafından sahiplenilen birçok kelimenin –özgürlük, hakikat, uyanış (awakening), şüphecilik– geçmişte solun en önemli mücadele başlıkları olduğunu hatırlatıyor. İdeolojik pozisyonların bu şekilde aynalanması, Klein’ın deyimiyle bir “yansımalı distopya” yaratıyor.
Klein’ın analiz ettiği bir diğer yapı ise alternatif medya ağları. Youtube, Substack, Telegram gibi platformlarda oluşan kendi kendine yeten bilgi ekosistemlerinin, “gerçeklik sonrası” (post-truth) çağın en önemli sahaları olduğunu belirtiyor. Doğrulanabilir bilgi, bu alanlarda yerini kişisel deneyim anlatılarına bırakıyor. “Ben yaşadım, o yüzden doğru” mantığı, eleştirel düşüncenin yerini alıyor.
Anlatının biçimi olarak Klein, klasik bir kuramsal metin değil, kişisel anlatıyla politik analiz arasında gidip gelen, sınırları bulanık bir form benimsiyor. Bu belirsizlik bilinçli bir tercih gibi duruyor, çünkü Klein’ın kendisi de kitabı boyunca kimliğin, hakikatin, ideolojilerin ve bilgi biçimlerinin sınırlarının silikleştiğini gösteriyor. Okur, bir yandan Klein’ın kendi benliğine dair açmazlarını okurken, bir yandan da aynı soruların içinde kayboluyor: Dijital çağda “ben” dediğimiz şey ne kadar bize ait? Kendi görüşümüz sandığımız fikirler bize hangi algoritmalarla sunuldu? Ve aslında “biz” dediğimiz politik aidiyet, ne kadar sahici? Eser zaman zaman mizahi, zaman zaman kırılgan bir tonla ilerliyor. “Aynaya bakarken hem kendini hem de sistemin işleyişini görmek” gibi bir amacı var. Kitabın bazı bölümlerinde sinema teorisi, Jung’un gölge arketipi ya da Lacan’ın kimlik bölünmeleri gibi düşünsel çerçeveler beliriyor ama Klein bunları bir akademik soğuklukla değil, gündelik deneyimle harmanlayarak aktarmış. Klein’ın eser boyunca aktif bir şekilde aradığı pozisyonu zaman zaman “liberal elit” söylemine yaklaşan, batı merkezli bir güven alanına sıkışıyor. Fakat bir yandan da çok kişisel bir eser olması bu durumu affetirmiş.
“Araştırmaya dayalı otobiyografik kuramsal deneme” olarak tanımlayabileceğimiz, türleri iç içe geçiren bu kitap dört ana eksen üzerinde ilerliyor:
Kimlik ve Algı – Dijital çağda bireysel kimliğin parçalanması, yanlış temsiller, aynalar ve yanılsamalar. Politik Dönüşüm – Naomi Wolf gibi figürlerin sağa kayışı ve bu kayışın yeni medya düzenindeki yankıları. Bilgi ve Hakikat – Post-truth çağında bilgiye duyulan güvensizlik, komplo teorilerinin yükselişi. İdeolojik Yansımalar – Solun ve sağın söylem düzeyinde birbirine benzemeye başlaması; aynı kelimelerin bambaşka amaçlarla kullanılması.
Bu dört eksen, Klein’ın kişisel anlatısıyla iç içe geçiyor. Kendi siyasi konumunu, yazarlığını, kamuoyundaki yerini ve etkisini de sorguluyor. Bu noktada kitabın en güçlü yönü, Klein’ın kendini ve benimsediği ideolojik konumları da eleştiriye açık tutması. Ne tamamen savunmacı ne de mutlak bir hakikat iddiasında. Kitap boyunca “haklı olmak” değil, “anlamaya ve anlaşılmaya çalışmak” hâkim.
Doppelganger, Klein’ın en politik ama belki de en kişisel kitabı. Naomi Klein, bu kitapla hem kendi “ikizi” ile hesaplaşıyor hem de bizleri kendi gölgemizle yüzleşmeye davet ediyor. Bu yüzden kitap yalnızca bir okuma değil, bir düşünme ve yüzleşme alanı. Naomi Klein’ın sorusu hâlâ geçerli: “Bu çağda ben kimim?” Belki de asıl mesele, bunu dürüstçe sorabilmekte yatıyor.
DOPPELGANGER - AYNA DÜNYAYA YOLCULUK
Naomi Klein
Yapı Kredi Yayınları, 2024
Çeviri: Ebru Kılıç
Editör: Cem Alpan
416 s.
Comments