Oryantalizmin öncüsü Guilliame Postel
Töre Sivrioğlu bu ay oryantalizmin öncüsü Guilliame Postel'in ilginç hayatına ve Edward Said’in aslında modern ‘Ortadoğu uzmanlarından’ yola çıkarak haksızlık ettiği oryantalizme değiniyor.
Oryantalizm (Osmanlıca şarkiyatçılık) günümüzde lanetlenmiş bir terim. Öyle ki eskiden ‘Oryantalistler Kongresi’ gibi adlar resmi olarak ve gururla kullanılırken şimdilerde bu isimlendirmeler terk edilmiş durumda. Oryantalistin (Osmanlıca müsteşrik) yerini ise şu kuru, strateji, terör ve petrol çağrışımlı ‘Ortadoğu uzmanı’ aldı. İyi de oldu; zira modern ‘ortadoğu uzmanları’ denilen kişilerin ekseriyetinde oryantalistlerin sahip olduğu hayal gücü, dil bilgisi, gözlem yeteneği, tarih şuuru ve sahayı yerinde tanıma arzusu yok gibi… Oryantalistler çöllerde, bozkırlarda dağlarda yıllarını geçirirlerdi. Yerel dilleri yerlilerden daha iyi konuşurlardı. Çoğunun yabancı olduğu bile anlaşılmazdı. Şimdi böyle ‘uzmanlar’ var mıdır, merak ediyorum.
Oryantalist’in kaçınılan bir terim haline gelmesinde Edward Said’in meşhur Şarkiyatçılık kitabının önemli etkisi oldu. Okuduğum tüm kitaplar arasında bir terimi bu denli yanlış ve eksik aktaran kaç adet vardır bilemiyorum. Bu kitap oryantalizmin kimi alanlarda haklı eleştirisini yaparken bilim ile siyaseti keyfince bir araya getirdiğinden sanki bütün oryantalistler sömürgeciliğin hizmetindeymiş gibi bir algı yarattı. Ama bundan da kötüsü sanki oryantalistler külliyen Doğuyu küçümseyen, hakir gören insanlarmış gibi bir imajı da var etti. Halbuki oryantalistlerin en ileri gelenleri Doğu’ya âşık, Batı’nın maddeci gürültüsünden kaçıp çölün sadeliğine sığınmak isteyen romantiklerdi. Kafalarındaki Doğu elbette hayaliydi. Bu açıdan oryantalist genelde bir hayalperestti. Ama hayali doğuya aşık olduklarından bu hayale sığınma arzusu duyan gerçek medeniyet düşmanlarıydılar. Bu açıdan oryantalizm elbette Said’in söylediği üzere gibi Batının doğuya çarpık bakışının bir tezahürüydü ama bu çarpık bakış Said’in iddiasının aksine küçümseme, hakir görme değil tam aksine abartı ve hayranlık dolu bir çarpık bakıştı.
Batı modernleştikçe bu modernizmin yarattığı sancı çoğu zeki insanda bir iç sıkıntıya yol açtı. Onlar da çareyi zamanın daha yavaş aktığı, egzotik doğuda buldular. Burayı öylesine sevdiler ki hiç değişmemesini istediler. Çocuğunun büyüyüp masumiyetini kaybetmesinden korkan, onun hep bebek kalmasını isteyen kimi ebeveynler gibi. Pierre Loti mesela Osmanlı modernleştikçe üzülmekteydi. Sevgili şarkı giderek daha fazla nefret ettiği Batı ülkelerine benzedikçe o da kahroluyordu. Arabistanlı Lawrence bu nedenle hayli Batılı olmuş Osmanlı Türklerine değil, ‘bozulmamış’ çöl Araplarına hayrandı. Ellerinde bir güç olsaydı Osmanlı dünyasına buharlı geminin, demiryollarının girişini engellerlerdi. Dünya böyle bir tuhaf mekândı işte. Osmanlı tebaası batı mallarına ve teknolojisine hayranlık duyup bir an önce onlara kavuşmak isterken batılı romantik de ‘durun bize benzemeyin, bizim çürümemizden uzak durun, biz yandık siz de yanmayın’ diye hayıflanmaktaydı.
Bu romantik ve platonik aşkın ilk oryantalistlerde dahi karşımıza çıkması bu ruh halinin kendi içindeki tutarlığını yansıtmaktadır. Bu yazıda tanıtacağımız Guilliaume Postel (1510-1581) oryantalizmin hakiki öncüsü ve gerçek bir deliydi ve bir tür tımarhanede öldü. Postel, Fransa’da Barenton yakınlarında küçük bir köyde doğmuştu. Küçük yaşta ana-babasını yitirdi. Çocukluğunda iyi eğitim almış tüm yaşıtları gibi Eski Yunanca ve Latince öğrendi. O dönem için iyi bir kariyer için bu dilleri öğrenmek yeterliydi. Ancak Postel daha doğuya ve daha eskilere olan merakı yüzünden İbraniceye ve Kabala’ya da merak salmıştı. Gerçi bu da çok marjinal bir tutum sayılmazdı zira çağında klasik (Hellen/Roma) bilgisi ile Yahudi/Hıristiyan mirasını bir arada öğrenmek isteyenlere rastlanabilmekteydi. Ama gerek bilgi edinme açlığı gerekse doğuya olan tutkusu nedeniyle Postel, Arapçaya da merak salmaya başlamıştı. Tüm dillerin İbraniceden geldiğini düşünüyor ve dillerin kökenlerini merak ediyordu.
1535’de Postel, Osmanlı topraklarına gönderilen ilk Fransız elçilik heyetinde tercüman olarak yer aldı. İstanbul’da kaldığı iki yıllık periyotta Arapçasını ilerletti, Türkçe, Ermenice ve Rumca öğrendi. Söylenenlere göre Arapça ve Türkçeyi o kadar hızlı öğrenmişti ki hocası onun bir İblis olduğunu söylemişti.
İstanbul’dayken çok sayıda ve farklı dillerde yazma eserler topladı. 1537’de Fransa’ya döndüğünde Collège de France’da Eski Yunanca ve Arapça profesörü olarak ders vermeye başladı. Henüz 28 yaşındayken Fransız tarihinin ilk Arapça gramerini (Grammatica Arabica/1539) kaleme aldı. On iki farklı dilin alfabesini mukayeseli olarak incelediği bir yazım kitabı hazırladı (Linguarum duodecim characteribus differentium alphabetum/1538). Kariyeri sakin ve emin adımlarla ilerlerken 33 yaşında (1543) bunalıma girdi, öğretmenlikten istifa etti ve kendini tümden dine adayarak Cizvitlere katıldı. Ancak aykırı fikirleri nedeniyle bu tarikatta da fazla barınmadı ve cemaatten atıldı. Ancak bu döneminde olağanüstü verimliydi. Kuran’ı (ilk kez) Latinceye, Yeni Ahiti de Arapçaya çevirdi. Galya’nın ve Türklerin tarihini yazdı. Türkleri ve Müslümanları objektif, hatta zaman zaman onları kayıran bir dille anlatması tepkilere sebep oldu. Postel, Türk Müslümanlara hayrandı. Onların temizliğine (hamamlara), azla yetinmelerine, sessiz şaşaasız ibadetlerine övgüler düzmüştü. Batı sanatının doğunun kötü bir taklidi olduğuna inanmaktaydı. Hıristiyanlık, Doğu bilgeliği olmasa var olamazdı. İsa’nın peygamberliğini müjdeleyen meşhur üç bilge/kralın gerçekte Buddha, Konfüçyüs ve Lokman olduğuna inanmaktaydı. Ki bu açıdan İsa’nın aslında Buddha’nın bir öğrencisi olduğunu savunan, günümüzde giderek de güçlenen bir teorinin ilk öncüsü oydu.
Üç bilge Konfüçyus, Buddha ve Lao-tse (Postel’e göre Lokman)
Postel, dinler arasında belirli bir tolerans iklimi kurulabileceğine inanmaktaydı. En azından inançları yüzünden insanların öldürülmesine karşı olduğunu biliyoruz. Michel Servet’in, teslis hakkındaki şüpheleri nedeniyle 1553’te Cenevre’de yakılmasına muhalefet etmişti (1547). Öte yandan Postel en verimli olduğu orta yaşlarında yarı deli bir mistik oldu. Venedikli Johanna adlı bir kadının Kabala’nın sekinesi olduğuna inanmaktaydı. Johanna maddelerin arkasını görebilen yeteneklere sahip olduğu iddiasındaydı ve söylediğine göre toprağın altındaki cehennemi ve şeytanı da görebilmekteydi. Postel bu kadının müridi oldu ve Johanna öldüğünde de onun ruhunun kendisinde reenkarne olduğuna inanmaya başladı. O artık Johanna olmuştu ve Yeni Havva olarak dünyaya gelmişti. Artık o da nesnelerin ötesini görebilmekteydi.
Postel’in tuhaf fikirleri doğal olarak Engizisyonun dikkatinden kaçmadı. 1555’te Postel Engizisyonda yargılandı. Bugünün insanına tuhaf gelebilir ama bu dönemde Engizisyon kendisini ‘rasyonel aklın’ temsilcisi olarak görmekteydi. Bu gün biz Engizisyonun rasyonelleri yargılayan ‘üşütükler’ kurulu olduğunu düşünmeye alışkınız. Ama engizisyoncular ise tam aksine kendilerini ‘üşütüklerin’ peşine düşmüş sağduyulu akıllı kişiler olarak görmekteydiler. Uçtuğunu, büyü yapabildiğini, maddelerin içini görebildiğini vb iddia edenler Engizisyonun radarına yakalanmaktaydı. Yani bir bakıma Engizisyon Amerika’da hastaları akıl almaz yöntemlerle ‘iyileştiren’ 1930’ların ruh ve sinir hastalıkları tedavi merkezi gibi de çalışmaktaydı. Engizisyoncular Postel’i incelediler ve Allahtan onun heretik (din sapkını) değil de deli (meczup) olduğuna hükmettiler. Aksi halde Postel yakılabilirdi. Muhtemelen olağanüstü bilgisi, çalışmalarına duyulan saygı nedeniyle derin kuvvetler ve güçlü dostları da devreye girmiş olabilir. Sonunda Postel akıl hastalarının konulduğu manastıra kapatıldı. Ama kendisine daima saygı gösterildi. Yazması için kalemi kâğıdı eksik olmadı. Fransız oryantalizmin bu büyük kurucusu hayata bu manastırda gözetim altındayken gözlerini yumdu.
İşte Said’in aslında modern ‘Ortadoğu uzmanlarından’ yola çıkarak haksızlık ettiği sayısız isimden birine ve onun muhteşem çalışmalarına kısaca değindik. Doğuya hayran, Arapçaya âşık ve doğu dillerini, inançlarını saygıyla Batıya tanıtan Postel… Tarihsel çalışmalar ona çok şey borçlu ne diyelim requiescat in pace Postel.
Comments