top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: 7 Gün, 7 Ay, 7 Yıl 

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

"Rüyasında görmüş beni köyde keçilerle, Hızırlarla. Aklına düşmüşüm, herhalde. Sorgu sualin bittiyse uyumaya devam edeceğim."


Tuğba Poyraz K.


“Berk, Berk? 

“Alarmın çalıyor, uyansana. Duymuyor musun!”

“Alarm değil ki! Senin telefonun çalıyor” 

“Hay Allah saat kaç?”

“Tamam ver bana”

“Alo, Umay abla, ben köyden Baran. Ninem tutturdu, Umay’ı arayacağım diye. Kusura bakma, böyle sabahın köründe aradık. Mühim bir diyeceği varmış sana.” 

“……”

“Umay, kuzum nasılsın, iyi misin?”

“İyiyim, iyiyim de hayırdır inşallah. Sen nasılsın, bir şey mi oldu Kadife Nine?”

“Şükür bu halime yavrum. Rüyamda bizim yaylada öldürülmüş dağ keçisi gördüm.”

“Anlayamadım nine. Kim, hangi keçiyi öldürmüş?” 

“Dağ keçisi mübarektir, kuzum. Hızır’ın davarıdır. Ölümü haneye uğursuzluk getirir. Yine de korkma sen. Mevlam, dilerse rahimde kırk katın içinde saklar, sağ salim kucağına alırsın”

“Nine henüz kimsenin haberi yok sen, nereden biliyorsun? Hem söylediğinden de hiçbir şey anlamadım.”

“Sen Umay’sın sakın unutma. Haydi selametle.”

“Betin benzin attı. Umay iyi misin? Neden kimsenin haberi yokmuş?”

“Bir bardak su verir misin? Dilim damağım kurumuş ya.” 

“Kendimi hiç uyumamış kadar yorgun hissediyorum.”

“Ne söyledi ninen?” 

“Annem geçenlerde söylediğinde abartıyor sanmıştım ama hakikaten kafası gitmiş iyice”

“Seninle ilgili ne öğrenmişte pazar sabah erken demeden saat altı buçukta aramış Umay?”  

“Ben de anlamadım ki saçma sapan bir şeyler geveledi. Rüyasında görmüş beni köyde keçilerle, Hızırlarla. Aklına düşmüşüm, herhalde. Sorgu sualin bittiyse uyumaya devam edeceğim.”

&&&

Yataktan kalkar kalkmaz Berk’in filtre kahvesinden aldığım bir yudumla, ağzıma gelen midem kürtaj için randevu aldığım gerçeğini hatırlattı.

Duştan çıkan Berk’e henüz giyinirken bu bebeği istemiyorum, anneliğe hazır değilim -muhtemelen de hiçbir zaman hazır olamayacağım- yarın sabah kürtaj randevuma benimle gelirsen iyi olur dedim.

“Berk duyuyor musun? Endişelenecek bir şey yok. Küçük bir operasyon. 

“……..”

“Hay Allah aradığımız kişiye ulaşılamıyor…” 

“Aman Allah’ım! Sen hamile misin? Harika bir haber bu, kulaklarıma inanamıyorum. Yoksa büyük babaannen sabahleyin bunun için mi aramıştı?

“Ayy bir de Ninem meselesi var di mi? Onu daha sonra düşüneceğim.” 

“Şaka mı yapıyorsun, yoksa?”

“Bence sen şaka gibisin. Neredeyse havai fişek patlatacaksın! Babalığa bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum. Kusura bakma, hevesin kursağında kalacak.”

“Haah haaa! Çok komik! Umay, nasıl bu kadar bencil olabiliyorsun? Hayatımıza dair böyle önemli bir kararı tek başına verme hakkını nerden buluyorsun?”

“Çünkü hamile olan benim, karar da benim kararım.

“Ben de babasıyım.”

“Sana soran yok ki!”

“Canım bak lütfen, düşünsene ne güzel bir şey. Senden, benden bir parça o. Hem niye ikimizin bir çocuğu olmasın?”

“Vay, vay Berk Bey’e bakın. Sen ne zamandan beri evlat sevgisine hasret bir adam oldun? Nereden çıktı bu babalık hevesi? Klüpten arkadaşlarınla playstation oynarken böyle bir dünyaya çocuk getirmek, ölmeden mezara girmek diye attığın nutuklar nerede kaldı Berk Efendi?”

“Umay yeter bu kadar, bırak artık zevzekliği.”

&&&

Kapıyı ne kadar şiddetli çarptığını konsüldeki nar biblosunun düşüp paramparça olmasıyla fark ettim. Hindistan’daki mindfulness eğitim programından dönerken almıştım, kırılmasın diye özene bezene taşımıştım güzelim bereket narımı.

Bütün keyfim kaçtı. Sahil kenarında dinginlikle başlamayı hayal ettiğim bu pazar günü için bir sürü planım vardı. Ne enerjim kaldı ne de hevesim. Kırılan narımla selfi çekip “Nazara geldik iyi mi “diye story attım. Berk bakmadı bile. Sosyal medyada gezinmekten sıkılınca yeni sezonunu izlemeye bir türlü fırsat bulamadığım dizimi açtım. Birkaç bölüm sonra o da sıktı, devam etmedim. 

Midem nasıl kazınıyor. Hem çok açım hem de canımın ne yemek istediğini bilmiyorum. Sabahleyin yediğim muzla duruyorum. En iyisi kaşarlı-domatesli bir tost yapayım. 

Bir gürültü var içimde. Tarif edemediğim bir huzursuzluk hissi kafamdan ayaklarıma kadar yokluyor beni. Bebek, şimdiden vücudumun fabrika ayarlarını bozdu. Berk nereye gitti şimdi? Bakalım ne zaman dönecek beyefendi? Çoktan gelir sanmıştım. Hayret! 

Tostun yanına limonlu çayımı hazırlarken daha fazla beklemeye dayanamayıp telefon ediyorum. Meşgule alıyor. Ardından gelen whatsup mesajı: “Bu akşam eve gelmeyeceğim, boşuna bekleme. Canımın istediği yerde kalacağım.”

Allah kahretsin yaa! Bir Berk’in afrası tafrası eksikti. Cumartesi günü klinikten aldığım kürtaj onay formunu imzalamasını nasıl isteyeceğim? Ne yapacağım şimdi? Sinirden telefonu ayağımın altında parçalamamak için zor tuttum kendimi. 

Bir çözüm yolu bulmalı diye düşünürken ne Berk’i ne de doktorumu duruma uyandırmadan imzasını taklit edersem. “Aferin Umay, çok mantıklı sen de çareler tükenmez “diye kendimi alkışladım. 

Bütün gün aylak aylak evin içinde bir salonda, bir mutfakta aptalca saatlerin geçmesini bekledim. Zor bitirebildiğim tosttan başkaca bir şey yiyemedim. Yattığım yerden boş boş tavana bakmaktan, hiçbir şey düşünmemek için düşünmekten yoruldum. Ruhum, Berksiz yatağa sığamayınca TV’nin karşısındaki kanepede uyumaya çalışarak sabahı zor ettim.


&&&

Yıllardır rutin kontrollerimi takip eden jinekoloğumun sekreteri Yağmur Hanım kayıt-bilgi işlemlerini yaparken beklediğim soruyu sordu: 

“Eşiniz yok mu?“ 

Sabah erkenden ofise evrak bırakıp gelecekti trafiğe takılmıştır, birazdan burada olur herhalde diye yalan söyledim.

Aslında gözüm kapıda, kulağım telefonda dünyanın en son hastasıymış gibi çaresizce bekliyorum. Berk'siz çok eksik hissediyorum. Oturduğum koltuğun tam karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan yeni doğan fotoğraflarına bakıyorum. Bebeklerin hepsi buruş buruş ve çok tatlı. Sanki kucağıma atlayacaklar ve güzellikleri bana da bulaşacak.

Bir anlığına pamuk elleri, pamuk ayakları öpüp koklama düşüne kapılıyorum. Kariyer hedefime ulaşmama son bir viraj kalmışken, kucağıma canlı bir bomba alamayacağım gerçeğiyle irkiliyorum. Dünyanın kürtaj olacak ilk kadınıymış gibi korkuyorum. Berk'siz çok eksik hissediyorum.

Kendimi mavili-minik pötikareli bir önlükle, ameliyathanede çalan Vivaldi’nin “Dört Mevsimi’nde buldum. Soğuk. Beyaz ışık. Çok soğuk. Çok beyaz ışık. Monitörler. Maskeler. Boneler. Galoşlar. Yeşil önlüklüler. Beyaz önlüklüler. Metalik sesler. Beyaz eldivenler. Birden gelen susama hissi. Birden gelen üşüme hissi. Birden gelen an’dan kaçabilme arzusu. İçimdeki inşaat. Doktorumun güven vermeye çalışan gülümsemesi. Berk'siz çok eksik hissediyorum.

“Umayyy 5’ten geriye say, hadi bakalım.” 

“5 neydi ya gerisi?” 

“Hadi Umay’cığım sakince say.  5,4,3…”

“Korkma, uyandığında her şey bitmiş olacak.”


&&&


Dağ keçisiyle, göz göze geldik babamın köyü Ovit’te. Parlak, çengel boynuzları göğü delecek. Sade bu yamaçların, bu tepelerin değil yerin de göğün de sahibiymişcesine dimdik duruyor. Öyle keskin, öyle sert ki bakışları, tüylerim diken diken oldu. Bir şeyler fısıldadı. Bir şeyler fısıldayıp hızlıca kayboldu. 

Ardından bakakaldım. Bir kapı açıldı önümde. Bir ışık huzmesinin içinden geçtim. Zaman yarıldı. Köyün en yüksek noktası Gakkar Tepesine doğru çıkarken buldum kendimi. Ayağım kayalıklara takıldı tam yere kapaklanacakken, birden önümde beliriveren ninem tuttu elimden. Hiç konuşmadan el ele yürümeye başladık. Birkaç dakika sonra aynı keçiyi mağaranın girişinde gördüm. Beklediğine değmiş gibi bir mana vardı bu kez bakışlarında. 

Yerde perişan halde yatan tanımadığım genç bir kadın ağlıyordu. Kan lekeleri vardı pembe çiçekli elbisesinde. Ninem, içerde sarı kundağa sarılmış bir bebeği kucağına aldı. Kadının feryadını duymuyor muydu yoksa duymazlıktan mı geliyordu, bilmiyorum. Ninem sırtındaki çıkından bir bohçayı bıraktı yanına.

Kadın “Bir kerecik emzireyim, bir kerecik emzireyim” diye yalvarıyordu.

Ninem,” Bir kere emzirirsen, yüzü ömrün boyunca gitmez gözünden.  

7 gün sonra güneş yeniden doğacak.

7 ay sonra üşümeyeceksin. 

7 yıl sonra kucağın dolacak,“ dedi.

“Sadece kucağıma alayım, bir kerecik koklayayım… Lütfen, bunu bana çok görme” 

Ninem, “Bir kere kokusunu alırsan ömrün boyunca unutamazsın. Sen bana güven. Sen bana güven,“ diye tekrarladı, şefkatle.

Zavallı kadın yattığı yerden güçlükle doğrulmaya çalıştı, tam bebeğe doğru uzanacakken ninem bu defa öfkeyle bağırmaya başladı: 

“Sabredersen, eğer sabretmeyi bilirsen, 7 yıl, 7 ay, 7gün sonra zaman, seni bağışlayacak. Ancak o vakit geldiğinde kucağın dolacak…

&&&


 Uyandığımda ağrıdan başım çatlıyordu. Ellerimle karnımı yokladım.

 “Yetiştim de. Berk… Yalvarırım, Berk.” 

“………..”

“Yağmur Hanım, arayınca hemen çıktım. Geldiğimde seni ameliyathaneye almışlardı.”

“Neden? Neden? Neden ya? O, beni seçmişken. O, beni anneliğe layık bulmuşken… Ben neden vazgeçtim? Ben nasıl vazgeçtim? Nasıl kıydım ona?”

 “Şimdi narkozun etkisindesin. Hem sen değil miydin, anne olmaya hazır değilim diyen.” 

“………..”

“Umay sakin ol, lütfen geçecek.” 

“Mağaradaki o genç kadın kimdi, o bebeğe ne oldu?” 

“Canım, hayatım anlayamıyorum söylediklerini. Sakin ol bitti artık.”

“Ninem demişti ya hani ben Umaydım?

Beyaz önlüklü hemşirenin sesi geliyor: 

“Merak etmeyin kısa bir zaman sonra atlatacak bu şok halini” 

İğneyi kalbime saplıyor sanki. Göz kapaklarım ağırlaşıyor. Berk küçülüyor. Gözlerim kapanıyor. Berk kayboluyor.

&&&

Pembe çiçekli elbiseli kadın susmuş. Karanlık bir yarına bakıyor gözleri. Elleri karnında bebeğinin bıraktığı boşluğu seviyor. Ninemin elinde ben, kucağında bebek mağaradan çıkıyoruz. Dikkatli ol, yere sağlam bas diyor…Tamam demek istiyorum nedense sesim çıkmıyor. Gri kayalıklardan köye doğru inmeye başlayınca kan birikintisinin ortasında onu görüyoruz. Bu defa donuk bakışları, gözlerinde yaş var sanki. Eyvah diye bağırıyor ninem. Eyvahlar olsun! Hızır’ın davarını vurmuşlar.

Comentarios


bottom of page