Öykü: Aşkın Beklenmedik Rotası
"Güneşin sıcaklığını hissedene kadar hareket etmeden kaldım yatakta. Çay da hazırdı ki kokusu odama kadar yükseldi; demini alana kadar zorladım nefesimi. İblis bu sıcaklığa dayanamazdı. Öğleni beklememe gerek yoktu. Çoktan inine girmiş olmalıydı."
Yeşim Günay
Nasıl olduğunu anlamadım. İki buçuk metre kareden hallice bir arabanın içindeydik: teyzem, sevdiceği Fahri ve ben. Fahri arka koltukta, oturmuş vaziyetteydi. Ben direksiyondaydım. Bedia yanımda, ön koltukta. Teyzem anlam veremediğim şekilde nefes almadan konuşuyordu. Her zamankinden farklıydı; muhabbet yerine, sesin peşindeydi. Havadan sudan konularla sevdiceğini oyalıyor, canım cicimle başlayan güzel şeyler söylüyordu. Teyzem işte, araya serpiştirdiği iyisin değil mi sorgusuyla aklınca adamın durumunu kontrol ediyordu. Beni de arabayı yavaş sürmem için uyarıp duruyordu. Haklıydı; sevdiceği ani bir frenle oradan oraya savrulsun istemezdim ben de. Soruların hiçbirini cevapsız bırakmadı Enişte Bey. Nedense acıdım adama. O haldeyken bile kendisinden beklenilen cevabı verme gayretindeydi. Rahat bırak adamı, yorma demek istesem de ses etmeden sürdüm arabayı. Neme gerekti.
Oysa günüm pek güzel başladıydı…
O sabah gözlerimi yumurtalı ekmek kokusuyla açtım. Duvardaki büyük saat sekizi gösteriyordu. Parmaklarımı yüzüme götürdüm ve sakalımı hissettim. Parmaklarımın arasındaki şeyden ilk defa kurtulmak istedim. Odamın içi çocukluğumun kokusuyla doluydu. Yumurtalı, peynirli ekmek kokusu mis gibi yayılıyordu, bol maydanozlu. Allahtan, anılarıma teslim olacak kadar zayıf değildi psikolojim. Kısa sürede gerçekliğe döndüm. Sorunlarımla hafifletmek için sahil kasabasındaki aile evimize gelmiştim. Burada olmaktan memnunum, dinlenmek iyi geldi.
Ya hayal görüyorsam; aşağı katta kimse yoksa. Birden yorganı başıma çektim. Bedia teyzemin aşağıda olması gerçek olsun istedim. Üzerimdeki yorgandan kurtuldum. Odamın içindeki yumurtalı ekmek kokusu daha baskın oldu. Maydanozun keskin kokusunu da ayırt edebiliyordum. Kesinlikle aşağıdaydılar. Yattığım yerden hem Bedia’ya hem de Fahri’ye teşekkür ettim. Teyzemle bir güneş de yüzünü göstermişti, hava dünden sıcaktı. Odamın içindeydi güneş. Gözlerimin içinde. Yüzümde. İblis, güneş çıkınca kaybolur derdi anneannem. Güneşin sıcaklığını hissedene kadar hareket etmeden kaldım yatakta. Çay da hazırdı ki kokusu odama kadar yükseldi; demini alana kadar zorladım nefesimi. İblis bu sıcaklığa dayanamazdı. Öğleni beklememe gerek yoktu. Çoktan inine girmiş olmalıydı.
Uzun zamandır ilk kez mutluydum…
Korkularımı öteleyip yataktan çıktım. Odamın kapısından uzattım başımı, ikisinin şakıması kulaklarımın pasını aldı. Aşırı sevinç içime sığmadı. Şükrettim. Yanlarına inmeden önce kendime çeki düzen vermeliydim.
Banyoya girdim. Musluktan akan su hâlâ soğuktu. Teyzem geldi diye güneş çıktıysa, akan su da ısınırdı. Aynadaki adama, “Günaydın,” dedim. Göz kapakları sarkık, burun kılları fışkırmış, nizamsız bıyıklı, hippi kılıklı bir genç adam da bana, “Günaydın,” dedi. Aynadan bana bakan adamı kesinlikle tanımıyordum. Güya boşanınca daha kaliteli biri olacaktım. İkisi de öyle demişti. Teyzemle sevdiceği Fahri. Aynadakiyle oynadım; onu kızdırmak hoşuma gidiyordu. Sağa döndüm, sola döndüm, zıpladım, çömeldim. Her hareketime anında uydu. Ben ne ara aynadaki adama dönüştüm? Görseydi karım, “Oh olsun sana!” derdi. Demekle de yetinmez, çiftetelli oynardı.
Karımı ve düşüncesini öteledim zihnimden. “Yüzünü kaplayan sakaldan kurtulmalısın,” dedim aynadaki adama. O da bana, “Berbere gitsen fena olmayacak,” dedi. Öncelik hamam tellalının olmalıydı. Yola koyulmayı düşleye dursam da aynanın karşısında öylece kaldım. Neden sonra elimi yüzümü yıkadım. Kirpiklerimin arasına yığdığı çapaklardan duvar ören uyku perilerinin dışkılarından arınmam pek kolay olmadı. Aynadaki adam bana benzeyene kadar kestim sakalımı. Saçımı taradım, kırpık kırpık ayrışanları elektrikli tıraş makinamla nizama soktum.
Az kalsın çişimi yapmadan çıkıyordum banyodan. Klozete oturacakken yapma denilen düştü aklıma, hemen pozisyon aldım. Anneme ve karıma inat ayakta işedim. Özgürlük, yapma denileni yapabilmekse özgürdüm. Bir kez daha teşekkür ettim aşağıdakilere. Elimi sabunlayıp yanlarına indim.
Otuz yıllık eşimden boşanalı neredeyse bir yıl olmuştu. Kuralsız ve sınırsız kafama göre yaşıyordum. Daha da açık olursam, evime kimlerin girip çıktığını önemsemeden yaşadığım bir süreçti bu üç yüz altmış beş gün. Ne yaptıysam komşularım kaydetmiş. Her şeyi anneme anlatmışlar. Kulağımı bükecek ya bağırdı çağırdı, ailenin yüzkarasıymışım. Değişim sözü verdim valideme. Artık ne kadar değişebilirsem. İtiraf edeyim, değişim konu başlıklı kişisel gelişim kitaplarını araştırdım. İçeriğini beğendiklerimi edinip okudum. Şehrin merkezinde oturan birisinin sosyal ve ruhsal diyete girmesi neredeyse imkansızdı. Bunun bilincindeydim. Deli damgası yemek istemediğimden profesyonel destek almayı da kabul etmedim. Arkadaşlarıma sığındım. Onlarla konuşmak bana iyi gelecekti. Fakat onlar benimle hemfikir değildi; kapısını açan bile köstek oldu. Başaramayacağımı, profesyonel destek almamı söylediler. Kullandığı ilacı bana vermeye kalkan bile oldu.
Havalar ısınmadan ülkenin kuzeyindeki sahil evimize yerleştim…
Beş aydır buradayım. Boşandıktan sonra eşim olmadan ilk gelişimdi buraya. Bir başıma. Meyve ve kahvaltıdan başka bir şey yemedim. İçkiyi de haftada bire indirmeyi başardım. Sabah kalkar kalkmaz çayı demleyip, çaydanlık boşalmadan kahve makinasını çalıştırınca, şekerli-gazlı, renkli içecekleri de aramaz oldum. Tek sorunum rutubeti sıfırlayamamaktı. Şömine bir taneydi. İki katlı taş binayı ısıtmayı beceremedim. Tek çözüm erkenden yatağa girmekti. Öyle de yaptım. Eskiden yaptığım ne varsa tam tersini yapıyordum. Düzenli hayata göbeğim dayanamadı. Eriyip gitti. Basen ölçüm değişince çıplakken bile göremediğim ayak parmak ucuma kavuştum. Uzun zamandır hasret kaldığım tüm uzuvlarımı öyle bir kucakladım ki aynadaki ben gözümden kaçtı. Bedenimdeki kılların özgürlüğünü ilan etmesi böyle gerçekleşti. Burun kıllarımla tanıştım.
Merdivenleri inmemle bir, oturduk masaya…
Bedia teyzem kendine has biriydi. Üç kocayı gömüp, sayısız sevgili yapan, altmış küsurken ellili yaşlarını süren bir profesörü baştan çıkaracak kadar. Her yaşında aşırı enerjik bir kadın. Yaşlı ama genç! Karımın boşanma isteğini sürekli reddederken ben, kendin için boşanmalısın dedi de boşandım. Ve özgürlüğümü ilan ettim. Söyleyenin teyzem olduğunu anlamışsınızdır. Ayakta işedikten sonra ona ve sevdiceğine teşekkür etmem de bu sebeptendi. Dün akşam, çat kapı çıka geldiler bana. Bizimkiler benim inzivaya çekildiğimi söylemiş. Ne durumda olduğumu merak etmiş teyzemle sevdiceği. Evli olmadıklarından bahsetmedim galiba; değildiler. Yine de ona enişte derdim. Bazen de Enişte Bey! Hukuk profesörü, siyasetçi, gazeteci, yazar. Her alana bulaşan marka kimliklerdendi. Beni öz yeğeni gibi görürdü. Geleceğime yön vermemi o da aklıma soktu. “Karına yol ver, mutlu olmadığın her halinden belli,” dedi. Kesinlikle haklıydı. Ancak ben değişimden korkuyordum. Kurulu düzenimi bozmaktan.
Bir aslan sütü eksikti denilen sofralardan hazırlamıştı Bedia. İkisi de bir dirhem iki çekirdek giyinip, benim alt kata tefrişimi beklediklerinden kahvaltıya oturmamış. Oysa bensiz de yapabilirlerdi. Banyoda fazlaca vakit geçiren bendim sonuçta. Bensiz başladıklarına bozulup, gönül koymazdım. Fakat sevinmedim de değildi; aylardır yalnızdım. İnsana hasret kalmıştım burada.
İkisinin de gözü yüzümdeydi. Yatarken teyzeme verdiğim sözü kısmen yerine getirmiştim. Ancak o daha fazlasını isterdi. “Senin arzuladığını ancak berber yapar teyzem,” dedim ve boynuna sarıldım. Ardından Enişte Bey göz kırptı. Beni rahatlatmak için yaptığını anladığımdan, ben de ona karşılık verdim. Rahatladığımı gören teyzem, “Hâlâ onu ayarlayamadın mı?” dedi. Enişteden ikinci göz hareketi geldi. Suratım nasıl bir şekle girdiyse hemen ardından “Rahat bırak çocuğu,” dedi.
İkisinin de yanında kesinlikle çocuktum ama birkaç ay sonra kızı gelinlik giyecek de bendim. Boşandığım karım hâlâ kızımın anasıydı ve nikâhta rollerimiz eşitti. Nikâha kadar ayaklarım yere basmalıydı. Anneme söz vermiştim.
Bedia’nın “O,” diye hitap ettiği kadın evliydi. Onu sevdiğimi hiçbir zaman saklamadım. On iki yaşımdan beri kalbimdeydi. Hayaliyle yaşamama değil o, karım bile engel olamadı. Tüm zorlamalarıma rağmen, beni, arkadaşça sevdiğini bile söyletemediğim tek kadındı. Karım, yatağımızı onun yüzünden ayırmış, nihayetinde de boşanmıştık. Bir salaklık yapıp ergenlik aşkımı isim vererek anlatmışım. Sanırsam alkollüydüm. Yoksa adını bilmesinin imkânı yoktu.
Tavşan kaç, tazı kovala oyunu oynarken teyzemle, Enişte Bey başka bir boyuttaydı; eve yakın hastane arayışında. Birden endişeye kapıldım. Nasıl yani, hastaneye düşecek kadar vahim miydi durumum? Çay kaşığının tersinden yüzüme baktım. Banyonun aynasında helalleştiğim benden daha iyi görünüyordum. Neden sonra anladım ki kendi için sorarmış. Yakında bir hastane olduğunu biliyordum. Ardından ambulansı sordu. İkisi de var diyecekken, “Arabayla gideriz,” dedim. Boğaziçi’ne nazır çay bahçelerinden birine gidecekmişiz gibiydi teklifim. Sevdiği kadın da benden farksızdı; ambulans çağıralım, hastaneye hemen gidelim filan demedi. Sık sık iyi olup olmadığını sordu. O da kibarlığından mıydı neydi, “İyiyim,” dedi her seferinde. Ben de aynı nakaratı tekrar eden papağan gibi, “Araba orada, sen ne zaman gidelim dersen, o zaman gideriz,” dedim. Bunu söylerken yeni aldığım arabamı da görgüsüzler gibi parmağımla işaret ediyordum. Kar beyazı arabamı ilk gördüğünde, gelin arabası için iyi bir seçim diyen teyzem de başıyla onadı beni her seferinde.
Sonuçta sabah kahvaltısını güle oynaya yaptık…
Kahvaltı sonrası kestirmek isteyen eniştemi evde bırakıp teyzemle sahile indik. Yürüdük. Bir saatten fazla sürmemiştir. Eve döndüğümüzde oturduğu yerde uyuyordu eniştem. Bedia enfes çorbalarından birini yapacağını söyleyince gözünü açmadan “Domates lütfen,” dedi. Kremasız domates çorbasını sevmediğimden markete gideceğimi söyledim. Enişte, yine gözü kapalıyken, “Kırmızı şarap yoksa alıver,” dedi. Uyuduğunu düşündüğüm adam yattığı yerden direktif veriyordu. Kahvaltı esnasında kendini iyi hissetmediğini söyleyen o değildi sanki. Durumuna sevinmedim diyemem.
Marketten kısa sürede döndüm…
Çorba ateşteydi. Çoban salatası yapıyordu teyzem. Eli işlerken dilinin de çalıştığını gösterecek ya bıraktığı yerden benimle uğraşmaya devam etti. Az yüzgöz olmuştuk; iyice olmalıydık. Bu duruma ancak rakıyla katlanabilirdim. Sakladığım 35’liklerden birini açtım. Çoban salatasına fazladan bir kalıp beyaz peynir yatırdım. O kadarla da kalmayıp, radyoyu nostaljik şarkıları paylaşan kanala çevirdim. Şansıma en sevdiğim şarkılardan biri, Ferdi Özbeğen’den büklüm büklüm çalıyordu. Hep birlikte eşlik ettik ona. Enişte Bey, bir kadeh kırmızının üstüne bir duble rakıyı da devirdi. Üçümüz de aşka gelmiştik. İkinci, üçüncü derken ne kadar içtiğimizi kaçırdım. Geçmişte kalan aşk acılarımızı masaya yatırmaya ne kadar hevesliymişiz, şarkıyla bir büküle büküle içimizdekileri kustuk. İtiraflar gümbür gümbür geliyordu. Aklım kalbimle yer değiştirdi. Allahtan, zihnimde büyüttüğüm aşkımı kocasından isteyecek kafaya geldiğim noktadan öteye geçmeden sızdım da kadının başını yakmadım. Neden sonra çay kokusuna açtım gözümü.
Bu çay faslından sonrası biraz karışık…
Demlikteki çayı üç termosa paylaştırıp yola koyulduk. Ben direksiyonda, teyzem yanımdaki koltukta. Enişte arka koltukta. Teyzem arabayı yavaş sürmemi istedi. Sevdiceği sarsılmasın diye. Benim gelin arabasıyla gezintiye çıkmış gibiydik. Bedia kesintisiz konuşuyor, havadan sudan anlatacak bir şey buluyordu. Arada sevdiceğine de soru yöneltip arzuladığı cevabı bekliyordu. Onu asla yalnız bırakmayacağına varan orijinal sevgi sözcükleriydi istediği. Enişte Bey de kendisinden istenene harfiyen uyma gayretinde, yarı uyanık cevaplıyordu hayat arkadaşını.
Hastaneye vardıktan sonra anladık, arka koltukta son nefesini vermiş Enişte Bey…
Enişte Bey’e acımakta haklıymışım. Teyzemle ben işin ciddiyetinde değildik ama otopsi sonucu çıkana kadar ikimiz de zan altında olacaktık. Arabanın içinde geçen on iki dakikamızı ve öncesini defalarca düşündüm. Enişte Bey’in, “Hadi zamanı geldi, gidelim hastaneye,” demesiyle sıçrayışım. Giyinişim. Teyzemin hazırlanışı. Termosa çay koyuşumuz. Enişteyi evde arayışımız. Arabanın içine bakmayı geç akıl edişimiz. Ve yola koyuluşumuz. Bunlar evdekilerdi. Ya arabada olanlar. Teyzemin gereksiz konuşmaları. Fahri Bey’in o haldeyken de kadınına cevap verme çabası. Teyzemin uyarılarıyla arabayı yavaş sürmem.
Şimdi düşünelim. Üç kocayı toprağa veren hangi kadın dördüncüyü konuşturarak ölüme yollar? Yoksa bu bir deney miydi? Boşanırsam kendimi daha iyi hissedeceğimin aklıma sokulması, salık verilmesi de o deneyin bir parçasıydı? Teyzemin çocukluk aşkımı gerçek kılma çabasını da düşününce. Hatta deneylerin bendeki etkisini görmek için mi yanıma gelmişti ikisi de? Olup biteni anlamayan bir ben değilimdir umarım.
O ana, hastanenin otoparkında yaşadığımız acı dakikalara tekrar dönüyorum. Hastaneye basit bir işlem için geldiğimizi düşünürken ben, sedyeyi getiren hademe, eniştemin hayatta olmadığını bizden evvel anladı. “Bu adam ölmüş,” dedi. Acil kapısının otoparkında kala kaldık. Teyzem yere yığıldı. Ayaklarımın dibindeydi. Sessizdi. Başını kaldırdı. Gözleri göğe, uzaklara bakıyordu. Yanına çömeldim ve ona sarıldım. Hademenin iteklediği sedye acilin kapısından içeriye çoktan süzülmüştü. Gözlerimi teyzemin gözlerine kattım. Gökyüzü yıldızlıydı. Onu karşılayan yıldızı arandık teyzemle…
Yorumlar