top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Ay Carmela

"Kapalı gibi duran pencereyi arkaya doğru itekleyince açıldı. İki elini birleştirip önümde eğildi. Tozlu şiş ayaklarımla eline basıp yükseldim, pervaza tutunup kendimi yukarı çektim. Pencerede bir kurtçuk gibi büzüştüm. Karanlık küçük tuvalete yanlamasına döndüm. Dışarıdan daha alçak olan eve attım kendimi."


Vicdan Özerdem


Köşeyi döndüm. Yeni yapılan sitelerin olduğu sokağa girdim. Gözüme kestirdiğim binaya yöneldim. Parmağımı zillerin üzerinde gezdirdim. Kendime isim seçtim: ''Sadık Güner''

Etrafa bakındım, sokakta kimseler yok. Binanın arkasına doğru yürüdüm hemen. İki siteyi ayıran boş alana üç ağaç dikmişler. Ağaçlardan en büyüğünü, en yapraklısını seçtim. Altına oturdum. Sadık Güner'i unutmamalıyım, soran olursa Sadık Abi'yi bekliyorum çünkü. 

Evlerin ışıkları tek tük yanmaya başladı. Işıklar yanınca hava kararıverdi birden. Beni saklayan bu karanlıktan hoşnutum. Tabak kaşık sesleriyle kızartma kokusu yayıldı etrafa. Sabahtan kalan yarım simidimi çıkardım çantamdan, ısırdım. Saatime baktım, daha dokuza çok var. Ayakkabılarımı da çıkardım. Topladım zonklayan ayaklarımı. Çoraplarımdan ekşimsi bir koku yayıldı. Ama kızartma kokusu onu da bastırdı. Hangi evden geliyor acaba? Öyle baştan çıkarıcı ki. Çalsam kapısını... Saat sekiz buçuk olmuş. Hemen kalktım, üstümü başımı silkeledim. Büyümüş ayaklarımı zorla sıkıştırdım ayakkabılara. Buluşma yerine gelince yavaşladım. İşte orada.

Beni görünce gülümsedi. 

''Biraz aksıyor musun sen?'' 

Bilerek aksamaya başladım. İkimiz de güldük. 

''Kalacak bir yer buldum sana sonunda. Biraz çetrefilli.''

Daha ben bir şey demeden ekledi. 

''Endişelenme güvenli.''

Hızlı adımlarına ayak uydurdum. Ayaklarımın sızısını yok sayarak. Uzun uzun yürüyoruz. Şehrin en karanlık en ıssız bütün yollarından geçiyoruz. Bir mahalleye gelince yavaşlıyor. Gözleriyle işaret ediyor. ''Karşıdaki iki katlı evi görüyor musun?''

Karanlıkta hiç bir şey göremiyorum. Yine de '' Hı... hı. '' diyorum. İyice yaklaşınca kapının zincirli bir asma kilitle bağlandığını görüyorum.  

''Bu...'' diyorum. 

''Biliyorum, gel'' diyor kısık sesle. 

Evin arkasına giden patika yola dönüyoruz. Evin arka duvarında, boyumuz hizasındaki küçük pencereyi gösteriyor. 

''Burdan gireceğiz.''

Kapalı gibi duran pencereyi arkaya doğru itekleyince açıldı. İki elini birleştirip önümde eğildi. Tozlu şiş ayaklarımla eline basıp yükseldim, pervaza tutunup kendimi yukarı çektim. Pencerede bir kurtçuk gibi büzüştüm. Karanlık küçük tuvalete yanlamasına döndüm. Dışarıdan daha alçak olan eve attım kendimi. Hemen ardımdan o da pervaza tutunup çekti kendini. Bana göre daha iri gövdesine rağmen çevik hatta bildik hareketlerle indi tuvalete. Tuvaletin kapısından içeri girdik. Karanlıkta elimden tutup beni odaya götürdü. Perdenin aralıklarından loş bir ışık yayılıyordu içeriye. 

''Şu köşede yatak var. Biraz dinlenirsin.'' 

Odanın karanlıkta kalan köşesini gösterdi. 

''Burada mı kalacağız?''

''Benim gitmem gerekiyor. ''

Suratım iyice asıldı.  

''Sadece bu gece kalacaksın. İki arkadaşı yerleştirip sabaha dönerim. ''

Sesimi çıkarmadan karanlık köşedeki yatağın ucuna oturdum. 

"İki şarkı söyledik diye hep böyle mi yaşayacağız?''

Yanıma kadar yaklaştı.

''Yarın daha iyi bir yer bulacağım. Merak etme.'' dedi.

Geldiği gibi tuvaletin penceresinden çıktı. Ardından kapadım pencereyi. Gözlerim alıştığı için daha kolay buldum yatağı. Uzandım. Yastıktan gelen kokuyu içim kaldırmadı. Ayaklarımı uzatıp oturdum. Yıkılmaya yüz tutmuş ev çıtır çıtır sesler çıkartarak dinlenmeye geçti. Evin çıtırtılarını, tek tük geçen arabaların seslerini dinledim. Ağır rutubet kokusu gittikçe tüm bedenimi sardı. Üzerimdeki kıyafetler ıslanmış gibiydi. Pis kokusuna rağmen yanımda duran battaniyeye sarındım. 

Evdeyim. Yatağımda. Annem sesleniyor. ''Yemeğe!'' Kapıyı açıyorum, kızartma kokusu...

İrkilerek uyandım rutubet kokusuna. Ne kadar uzun sürüyor gece. Oysa daha kış gelmedi bile. Saate bakıp durdum. En sonunda battaniyeyi üzerimden atıp tuvaletin penceresinden atladım. Temiz havayı defalarca içime çektim. Güzel bir sonbahar havası. Hafiften esiyor. Kuytu bir köşe buldum. Bir ağacın gövdesine sığındım yine. Ortalık hareketlenince çıkıp yürüyorum, randevu yerine. Dolanıyorum. Yok gelmemiş. İçime korku düşüyor. İki saat sonraki alternatif randevuyu bekliyorum. ''Yetişemedi demek '' diyorum kendime. Son iki saat tüm geceden daha uzun geliyor. Sokağa giriyorum. ''Yok...''  

Düşünemiyorum. Hiç düşünmeden yürüyorum. Simitçiye giriyorum. Simit satan adamın arkasındaki radyoda ''Dün akşam saatlerinde yapılan Huzur operasyonunda, aranan dört terörist gözaltına alınırken 'Dur' ihtarına uymayan...'' Simidimi alıp çıkıyorum. Karşıma çıkan parka girip bir banka oturuyorum. Ayak sesime kaçışıyor serçeler. Uzaktan gitar sesi duyuluyor. Yeniden dönüp gelen serçelere simidimi ufalayıp bölüştürüyorum. Önce ayağımla sonra da sesimle eşlik ediyorum gitara; ''Ay Carmela... Ay Carmela...''  Serçeler içimde cıvıldaşıp, kanat çırpıyor.

Comments


bottom of page