Öykü: Bir Yol Hikâyesi
"Otoyolun tamamlanmasıyla hasret çeken gönüller için mesafeler kısalacak, hastalar doktora daha çabuk yetişecekti. Yol, halk için umut demekti; işçiler içinse ekmek parası."
Derya Akar Balcı
Sonbaharın ortalığı sel suyuna katan iri taneli yağmuru devam ediyordu. Yollar balçık ve çamur içinde kalmıştı. Adım atmanın imkânsız hale geldiği bu yere, yol demeye bin şahit gerekirdi. Şantiye çadırında, yolu açacak iş makinesini beklemek için çadıra sığınmış çaylarını yudumluyordu bütün işçiler. Bizim köyden Mahsun, “Arif abi, bana iki gün daha izin yazsan da köye gitsem.” diye sordu.
“İzin mi? Daha geçen hafta gittin geldin Mahsun, hayırdır, ne işin var yine köyde?”
“Berfin, Berfinim rahatsızlanmış. Şehir hastanesine götürmek gerekiyormuş, öyle demiş doktor.”
Son yudum çay, boğazına takıldı kaldı Mahsun’un. O anda iş makinesinin sesi duyuldu uzaklardan. Çamurları kürüye kürüye yolu açıyor, çadıra doğru yaklaşıyordu.
Arif şef, çadırdan dışarı çıkarak iş makinesini karşıladı. Yağmur olanca hızıyla yağmaya devam ediyordu.
“Kaldık buralarda be Rıza ustam, şu yolu aç da işimize bakalım.”
“Gökten rahmet mi yağıyor, yerden çamur mu fışkırıyor belli değil Arif şefim. Allah’ın izniyle şimdi yolu açarım sizin için.”
Bu topraklarda yağmur bereket demekti. Yağmurdan kaçılmazdı. Yağsındı sonuna kadar. Toprak suya doysun ki yazın hasat bire on versin. Şimdi yağmazsa ne zaman yağacaktı bereketli yağmurlar. Yağmur damlalarını seyrederken Arif dalıp gitmişti memlekete. Karısı, çocukları, körpe kuzusu… Onsuz ne yapıyorlardı şimdi? Gurbetlik zor iş, diye geçirdi içinden. Geldik buralara ekmek parası için, çekeceğiz hasretliği de ayrılığı da, çare yok. Ama burnunda tütüyordu kalbinin içinde sakladıkları. Özlem, akşamdan sabaha koca bir çınar oluyor, dallanıp budaklanıp her bir yanını sarıyordu Arif şefin. Yağmurun dindiğini çok sonra fark etti. Avucunda tuttuğu bir tutam saçı koklayıp cebine tekrar koydu.
Baretinden sular damlamıyordu artık. Çadıra doğru döndü ve işçilere seslendi:
“Rıza usta yolu açtı, haydi yağmur da dinmişken kalan işimizi bitirelim.”
Şoför Rıza, yolu açmış, işçiler görev yerlerine yol almaya başlamıştı. Arif şef, Şoför Rıza ile çadırda kalıp bir bardak çay içti.
“Yol uzun ustam, sence biter mi zamanında?”
“Elimizden geleni yapıyoruz, işçiler gece mesaisine kalıyor zamanında yetiştirebilmek için. Ama bu rahmet yok mu, bizi yavaşlatıyor. Yavaşladıkça da patron yukarıdan sıkıştırıp duruyor bizi. Rahmet bu, Allah’ın işine karışılır mı hiç! Yağmurda da beton dökülemiyor, beton dökülemeyince bizim iş de kalıyor. Senin anlayacağın Rıza ustam, bizim iş yağmurlara kaldı…”
Derinden bir of çekti Arif şef, şu karşıki tepeyi görüyor musun Rıza ustam. İşte, bu hafta sonu bu yol oraya varmalı ki köprünün ayakları yükselebilsin. Şu önümüzde uzanan sağlı sollu zeytin ağaçları temizlenecek daha. Senin anlayacağın işimiz uzun.
“Haklısın Arif şefim, çalışmazsak daha da uzar gider, bana müsaade. Lafın kısası, işin çoğu makbuldür bu şantiyede. Hadi size kolay gelsin. Açılacak yollar vardır daha, ulu şefe aratmayalım kendimizi…”
Şoför Rıza aracına atladığı gibi çamurların arasında gözden kayboldu.
Yağmur sonrası güneşin açmasıyla gökyüzü yedi rengine bürünmüş, yöre halkına gelecek güzel günlerin haberini veriyordu adeta. Otoyolun tamamlanmasıyla hasret çeken gönüller için mesafeler kısalacak, hastalar doktora daha çabuk yetişecekti. Yol, halk için umut demekti; işçiler içinse ekmek parası. Her biri memleketinden kalkıp gelmiş ekmeğinin derdine çamura bulanmıştı buralarda. Bir lokma hakkı olmasa, sevdiklerinden ayrılmak kimin işine gelir ki zaten. Ne diyordu kutsal kitaplarda, insanın emeğinden başka hakkı yoktur.
Arif Şef bugün her zamankinden daha dalgındı. Aklındaki düşünceler, hayaller cirit atıyordu her bir köşede. Sonunda boğuşmaktan vazgeçti. Yağmurun kokusunu içine çekti tüm saflığıyla. Gökkuşağı ne de güzel parlıyordu. Rıza ustanın ardından işçilerin olduğu yere doğru yürümeye başladı. Eh, bugün de ekmek paramızı çıkardık, diye düşündü. Helal kazancın verdiği keyifle bayırdaki zeytin ağacına yaslandı. Ekibi güzel iş çıkarıyordu bugün. Yağmur çamur vız gelir derken işçilerden yükselen acı bir feryatla irkildi. Koştu işçilerin olduğu yere. İşçilerden Mahsun, demir bağlarken parmağını sıkıştırmıştı demir bağın arasına. Eli, kan gölüne dönmüştü. Kanı durdurmak için sırtındaki yeleği çıkarıp bilekten sıkıca sardı ve şoförle Mahsun’u doğruca revire gönderdi. Ardından iş güvenlik uzmanı Elif Hanım’a durumu bildirdi ve rapor tutuldu. İşin güvenliği, işçiler Arif şefe emanetti, hiçbirine bir zarar gelmemeliydi. Emanet, candan kıymetli olmasa, Arif sorumluluklarını biliyordu bilmesine de gel de işçiye laf anlat. Hem kendine hem işçilere söylene söylene işçilerin başında durmaya başladı, onları kontrol ve gözetim altında tutmaya başladı.
Ben mi öğreteceğim size demiri nasıl bağlayacağınızı, parmağın düğümün içinde ne işi var, çekicin altında elinin ne işi var, diye bas bas söylendi durdu akşama kadar. İşçiler Arif şefi kızdırdıkları için üzgündüler ama elden ne gelir, iş kazası her zaman onların yakasındaydı. Daha dün beton blok gencecik, yirmi üç yaşındaki Satılmış’ın üzerine düşmemiş miydi? Satılmış köyden yeni gelmişti, eşi doğum yapmış, bebeğini üç gün kucağına almış, işinin başına dönmüştü. Satılmış’ın yasını bile tutamamışlardı. Dün Satılmış bugün Mahsun, yarın kim bilir kime sıra gelecekti. Gün bitmiş, akşam olmuş, paydos saati gelmişti.
Sessizliği bozan işçi Ahmet oldu: “Şefim, Mahsun’un durumu ne olmuş, haber geldi mi?”
Arif şef, yemekhaneye giderken ben revire uğrarım. Yemekhanede görüşürüz, diyerek işçilerden ayrıldı. Revire vardığında Mahsun’la kapıda karşılaştı. Mahsun’un eli sarılı vaziyetteydi.
“Dikiş atıldı şefim. Çok önemli değilmiş. Sabaha bi şeyin kalmaz dedi doktor.”
“Geçmiş olsun Mahsun. Hep söylerim size niye dikkatli olmazsınız. Neyse ucuz atlattın.”
“Sağ ol Arif abi. Kollayanımızsın. Bir anlık dalgınlık işte benimki. Kusura bakma.”
“Sırf benim kol kanat germem yetmez ki Mahsun. Sana izin, iki gün. Hem iyileş, hem köydeki işlerini hallet.”
“Allah razı olsun Arif şefim…”
Mahsun sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. Elinin acısı çoktan geçmişti. Önemli olan Berfin’di, o iyi olsun yeterdi Mahsun için. Bu hayatta bir sahip çıkan olmayacak mıydı gariban işçilere.
“Sahip şefim, hoş geldiniz. Buyrun!”
Comentarios