Öykü: Çorap
"Yavaş adımlarla kızın yanına gitti ve sessizce yanında durdu. Konuşmak istiyordu ama ilk kelimeyi ağzının içinde bir yerde kaybettiğini düşündü."
Dilek Ural
Mezarlık, iki gün önce yağmış karın yavaş yavaş erimesi ile her zamanki rengine geri dönüyor, toz, toprak, çamur ve kurumuş çiçekler gözle görünüyordu. Sıkça bayramlarda, arada bir de hafta sonlarında hatırlananlar, yattıkları yerlerde rüzgârın ve Memo’nun sesinden başka bir şey duymuyorlardı. Memo da tüm sessizliğe inat edermiş gibi elindeki paslanmış tenekeyi kopmuş bir daldan yaptığı sopa ile çan çan çalıyordu. Ses kulakları tırmalıyor, ama sese maruz kalanlar yaşamadığı için söylenen de olmuyordu. “Üşüyeceksin Memo” diye seslendi annesi ev demeye bin şahit isteyen, tahta aralıklardan irice bir farenin kolaylıkla geçebileceği ahşap kulübeden. “Üşümem, üşümem merak etme. Çorap giydim ben” derken terliklerinin içindeki ayaklarını gösteriyordu.
Memo, her gün ölmüş karısını ziyarete gelen Adnan Bey’i görünce yanına koştu. “Çiçekleri sulayım mı amca?” Adam sula sula diye cevapladı. Memo “Ben sen yokken de ilgileniyorum teyzeyle, aklın burada kalmasın” derken bir yandan elindeki pet şişe ile adamın ölmüş karısının mezarındaki şebboyları suladı. Adam elini cebine daldırıp, birkaç bozuk para uzattı Memo’ya. “Hadi bizi yalnız bırak şimdi.” Memo koşarak oradan uzaklaştı. Uzaktan adamın poşetten çıkardığı örtüyü yere serişini, üstüne yatışını izledi. Adnan Amca her gün ama her gün karısını muhakkak ziyarete gelir, yanında azıcık uzanır, sonra da sessizce giderdi.
Hafta içi olması sebebi ile işler kesattı. Memo bir mezarın üzerine, poposu ıslanmasın diye serdiği eski gazeteye oturdu. Taşın üzerindekileri okumaya çalıştı. “Faaattt-mma, Fatma, ss yok şşşeen, Fatma Şen” Okumayı mezar taşlarından öğrenmişti.
Uzakta ağlayan çok şık bir kadın gördü. İnce topuklu ayakkabıları ile erimiş karla çamurlanmış yolda bata çıka zor yürüyordu. Elinde Memo’nın bugüne kadar gördüğü en güzel çiçekler vardı. Kadının yanında da yaşça Memo’ya yakın bir kız çocuğu. Yanındaki küçük kız kalın kırmızı bir palto giymişti. Saçları gri beresine isyan edercesine rüzgarla dans ediyordu. Boynunu üşümenin etkisi ile boğazlı kazağının içine doğru sokmuştu. Bir mezarın başında durdular. Kız da annesinin üç adım arkasında sessiz bir şekilde beklemeye başladı. Daha önce bu mezara gelen kimse görmemişti Memo.
Yavaş adımlarla kızın yanına gitti ve sessizce yanında durdu. Konuşmak istiyordu ama ilk kelimeyi ağzının içinde bir yerde kaybettiğini düşündü. Derin bir nefes aldı, nefesini verirken ağzından çıkan merhaba sesi bir kız gibi tiz çıkınca, öksürerek boğazını temizledi. Kız yanında duran çocuğa donuk donuk baktı. Çocuğun yazlık terliğinin içine çamurlu sularla ıslanmış çoraplarına, sonra kendi botlarına da. Gözü tekrar çocuğa kaydı. Üzerinde kendine beş bilemedin altı beden büyük, belli ki kendinden önce de bir sürü kişi tarafından giyilmekten ağzı burnu kaymış, tiftiklenmiş sarı yeleğe baktı. “Üşümüyor musun böyle?” diye sordu merakla. Memo “Çorap giydiğim için üşümüyorum,” dedi yüzünde bir şeyleri başarmanın mutluluğu varmış gibi gülümseyerek. Kız ıslak çoraplarına bakıp çocuğu mahcup etmek istemedi, cebinden çıkardığı eldivenleri çocuğa uzattı, “Al, bana lazım değil”
Kızın annesi, arkasını dönüp de çocuğu kızının yanında görünce korktu. Hızla kızının elini tutup “Hadi gidiyoruz” dedi hışımla. Memo’nun da onları takip ettiğini görünce “Sen uzak dur bakayım” diyerek çocuğu azarladı.
Memo olduğu yerden kalakaldı. Kız giderek uzaklaştı, uzaklaştı, boyu nereyse bir parmak kadardı. Arabaya bindiler, kız buğulanmış camı eli ile silip, Memo’ya baktı. Memo ufacıktı, boyu neredeyse bir parmak kadardı. Ayağındaki ıslak çoraplara inat üşümeden, üşüdüğünü belli etmeden, elinde de kızın az önce ona verdiği eldivenlerle uzaktan ona el sallıyordu.
Comments