top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Dünyaya Fırlatılmış

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

“Kadınların dualarına kulak kabartıyor, katılmak ister gibi. Kadınlar rahatsız oldu, yer değiştirdiler.”


Sevil Eryaşar


Nisi Dominus: Cum dederit - Largo


İyi ki üç gün önce verdiler randevuyu. Başka türlü fikren dağılırdık. Düşündük, hazırlandık çocuğumla. Dün parka indik. Provalarda takılıp duran notalar parmaklarımda... Süs havuzunun donmuş yüzeyi durgun. Çalıştığım keman partisyonu zihnimde canlı, notalar gözümün önünde. Kızım buzun üzerinde. Her adımında çatırdıyor buz. Zihnimde önce yalnız çello ve viyolalar. Kayma denemeleri yapıyor. Kucaklayıp havuzdan çıkarıyorum.


Müzik kesintiye uğrayıp tekrar başlıyor.


Konserler, provalar olmasa daha erken getirirdim, haftalardır ağrı çekiyor çocuk. Koridorlar uzun. Sedye parlak zeminde kayar gibi gidiyor. Tıkır tıkır tıkır... Tekerleklerin ritmi aklımdaki müziğe karışıyor. Notalar uzadıkça koridorlar daha dar, daha karanlık.



Melodi tamamen duruyor. Temiz soprano ses hayali yüksek kubbeli hayali mekanı dolduruyor.

                                                                                            ‘Cum dederit dilectis suis somnum,

                                                                                             Ecce haereditas Domini, filii:

                                                                                             Merces, fructus ventris,

                                                                                             Fructus ventris.’



Çocuk ameliyathanesine hazırlık ve uyanma odalarına anneler de giriyormuş meğer. Mavi önlüklü kadınlara karışıyorum. Aklımdaki melodi yüksek tavanlı, kar beyazı hazırlık salonunu dolduruyor. Çığlık çığlığa ağlayan çocuklar, sedyelerin etrafında pervane olmuş mavi şekilsiz önlükler… Anneler müziğin ritmiyle yavaş. Sesler çıktığı yerde asılı kalıyor, hiçbiri bana ulaşmıyor. Oynamaya varım ama dehşetten nasıl kaçırırım onu bilmiyorum. Yüzüne bakıyorum, zihnimdeki kemanları duyabilse. Şaşkın. Ağlamıyor şükür. Sonra sırası geliyor. Hasta bakıcı adını sesleniyor, sedyesini itip götürüyorlar. Hemen bitecek merak etme diyorum. Buradayım kızım, bekliyorum. Dışarı çıkıyorum sonra. 


Sözleri sopranodan alto bir ses devralıyor, zihnimde parçanın tonu koyulaşıyor.


Volta atanlar... Ellerinde dua kitaplarıyla bekleşen kadınlar birbirini teselli ediyor. Pencere önünde dikilip duvardaki ekrana bakıyorum. O zaman fark ediyorum, ne giymişim gelirken. Kot pantolonun beli sıkıyor. Ayağıma rahat bir spor ayakkabı almışım, iyi. Ayakkabımın yanında masmavi naylon terlikler içinde kara, tozlu erkek ayakları beliriyor. Bakıyorum. Adam genç ve çok esmer. Yabancı. Kravat kumaşı gibi kalın, parlak gri kumaştan bir şalvar giymiş, aynı kumaştan bir yelek. İçinde de spor salonlarında giyilen kolay kurur, naylon tişörtlerden. Kadınların dualarına kulak kabartıyor, katılmak ister gibi. Kadınlar rahatsız oldu, yer değiştirdiler. Gözüm bir yandan saatte, diğer yandan ekrandan kızımın adını takip ediyorum. Ne kadar uzun sürdü. Yabancı, volta atan adamlara baktı bir süre, sonra onların peşine düştü. Onlarla koridorun bir ucundan öteki ucuna gidip geliyor. Zihnimde müzik yok, yalnız kadınların mırıltıları. Yandaki bekleme odasında ekran büyük, ortam daha sakin. Ekrandaki isimler hep çocuk mu? Kısa süre sonra tekrar dışarı çıkıyorum. Uzun oturmak mümkün değil beklerken. On beş dakika diye içeri yolladığım kızımın adı iki saat sonra monitörde görünüyor. Adının karşısında çıktı yazıyor. Ben tam ayaklanırken kapıdan adını sesleniyorlar. Uyanıyor, gelin. 


Çalışırken Latinceden deşifre ettiğim sözler tekrar ediyor.. İlahi nefes solistlerin göğsünden benimkine doluyor, orada sıkışıyor.

                                                                         Rab, sevdiklerine bunu uykularında verecektir.

                                                                         Rabbin armağanı çocuklardır,

                                                                         Onun lütfu,

                                                                         rahmin meyvesidir.


Yeniden mavi önlük, bone, galoş. Giriştekinin neredeyse aynısı bir salona alınıyorum. Büyük, yüksek tavanlı, buz gibi. Kör edici bir aydınlık. Koşuyorum, koşuyoruz diğer annelerle. Örtülerin kabloların arasından kızımı seçiyorum. Kıpırdanıyor, ağrısı var gibi. Titriyor. O uğursuz yeşil örtünün altında çıplak, üşür tabii. Sıkıca örtüyorum. Gözleri kapalı. İnliyor. Hemen yanımızda Yabancı, salondaki tek erkek. Önünde şeffaf bir bebek beşiğiyle bekliyor. Beşiğin içinden bebek sesi yükseliyor, yeni mi doğmuş, ağlayamıyor bile. Yabancı’nın eli şeffaf beşiğe uzanırken geri dönüyor. Adam ellerini önünde birleştirmiş, başını eğmiş, gözleri kırmızı. Yeni doğmuşsa anne yukarılarda, serviste bir yerlerde bekliyordur. İçimden kötü düşünceleri kovalamaya çalışıyorum. Kızım kıpırdanıyor, geçecek anneciğim diyorum. Bak bitti gitti işte, ben seni sarıyorum, ısınacaksın birazdan. Duymuyor beni, anlamıyor. Kıvranıyor. O kıpırdandıkça üzerindeki yeşil örtü açılıp vücudu görünüyor. Yabancı bebeğini bırakmış, kafasını kaldırmış kızımın vücuduna bakıyor. Kan beynime sıçrıyor. Hızlıca çocuğu örtüp adamla kızımın sedyesi arasına geçiyorum. Paravan olayım, görmesin. Bakmasın bize. Biraz sonra hemşireler geliyor, sedyenin üzerinden dosyayı alıp birbirlerine anlamadığım tıbbi laflar ediyorlar. Sonra bana dönüp, servise çıkacağımızı söylüyorlar. Aynı hemşireler sonra Yabancı ve bebeğine yöneliyor. Arkama dönüyorum. Adamın yüzüne bakıp, Türkçe bilmiyor, kod 520 diyorlar. Yukarıyı aramışlar, gelip alacaklarmış. Üç beş dakika geçmeden bir görevli gelip bizi sedyeyle koridorlara çıkarıyor.  Sanki daha aydınlık koridorlar şimdi. Sedye asansörünün önünde Yabancı’ya rastlıyoruz. Beklerken bebek tüm sesiyle bağırıyor, babanın çağıramadığı yardımı ayağına getiriyor. Genç bir sağlık çalışanı gelip şeffaf beşiği sallıyor. Yabancı’ya bakıp sessizce teselli ediyor. Adam başını eğip, ellerini birleştiriyor yine. Zihnimdeki parça forte’ye geçiyor. Adama arkamı dönüp hızlıca gözlerimi siliyorum. 


Tüm gece kafamın içinde aynı müzik. Ertesi gün taburcu oluyoruz, eve sürerken telefonumu arabanın teybine bağlıyorum. Sandrine Piau yorumundan parçamı açıyorum. Sesi arka koltuktaki kızımı rahatsız etmeyecek kadar ayarlayıp yola koyuluyorum. 


Melodi yavaşladı. Parça sona yaklaşıyor.


İki gün sonra genel provadayım. Orkestra sözlere kadar hatasız, gergin. Solistin sesi de katılınca ruhen birleşiyor, tamamlanıyoruz. Konser sonrası üzerimi değişirken hareketlerim ağır, zihnim dingin. Parktaki buzlar geliyor gözümün önüne. Kızımla yine parka gittiğimizi, buzların ağır ağır eriyip plastik yer döşemesinin arasından büyüyen filizlere su verdiklerini hayal ediyorum.

Comments


bottom of page