Öykü: Eko
"Oyun oynayan bazı çocuklar Ekrem’e laf atmaya başladılar. Onları duymamış gibi mi davranıyordu ya da gerçekten duymadı mı bilinmez o gün duvarın üstünde ısrarla oturmaya devam etti ve gülümsedi."
Alper Kurbaloğlu
Çocukluk arkadaşımın evine akşam oturmasına gitmiştik. Sohbetimiz arasında çaylar tazelenirken arkadaşımın nerden aklına geldiyse sordu:
“Bizim eski komşuyu hatırlıyor musun?”
“Kimi?”
“Bizim Eko’yu, hatırladın mı?”
“Ekrem mi?”
“Evet. Mal Eko!” dedikten sonra koca bir kahkaha patlatarak elleri karnında gülmeye başladı.
Hatırlamıştım. Karşılık vereyim derken tekrar sordu:
“Nasıl adamdı, onu da hatırladın mı yahu?”
Arkadaşım sorusuna kendince cevabını vermişti. Bildiğim ve unuttuğum bir konuyu tekrar açmak niyetindeydi.
Hatırlanmaz mı bizim Ekrem, dedim içimden. Daha çok “Eko” diye bilinirdi. Hatta isminden önce arkadaşımın dediği gibi “Mal” yakıştırması da getirilirdi. Bu hitap şekli geçmişimizde kalıplaşmış ve yayılmıştı. Ekrem için nahoş olan bu durum onu anlamak ve anlatmak yolunda insanların tercihi olmuştu. Ben yıllarca öyle olmadığını düşünmüşümdür.
Ayıp olmasın, heyecanına ortak olayım maksadıyla “Hatırladım tabi, Mal Eko unutulur mu?” deyip kahkahayı bastım. Bastım basmasına ama ardından suskunluğa büründüm. Kabahat işlemiş gibi hissettim.
Ekrem’i ilk gördüğümde on üç yaşındaydım. Mahalledeki okulun bahçesinde top oynuyordum. Ekrem sahanın yüksek duvarı üstüne oturmuş bizi izliyordu. Onu görür görmez dikkatimi çekmişti. Yaşıtlarının neredeyse iki katı boydaydı. Kocaman kafası, o kafayı daha kuru, daha tokmak gösteren köşeli şakakları vardı. Geniş alınlı ve iri gözlüydü. Diz kapağını geçen uzun ve orantısız kollarını gelişigüzel sallıyordu. Bu alışılmadık vücuda ve hareket şekline baktıkça insanda kahkaha atma isteği oluşuyordu. Suratında leziz bir yemeği tatmışçasına ilginç bir gülümsemesi vardı. (Bu gülümseme yıllarca kaybolmayacaktı.) Oyun oynayan bazı çocuklar Ekrem’e laf atmaya başladılar. Onları duymamış gibi mi davranıyordu ya da gerçekten duymadı mı bilinmez o gün duvarın üstünde ısrarla oturmaya devam etti ve gülümsedi.
Daha sonraları Ekrem’i okul sahasında görmeye devam ettim. Çocuklar sahada futbol oynar Ekrem elinde basket topu duvarda otururdu. Başka bir gün çocuklar basket oynar Ekrem bu sefer elinde futbol topu ile beklerdi.
Aramıza katılmak isteyen Ekrem’in sabırla davet beklediğini anlamıştım. Mahallenin çocukları onu davet edecekti ama kendi yöntemleriyle…
Ekrem’in naif tabiatını sezen çocuklar ona laf atıyor, kovalıyorlardı. Şakalaştığını sanan bu muzır veletler Ekrem’in iri vücuduna ve hareket ederken uyumsuz görünen uzuvlarına sövüyorlardı. Kovalanınca kaçmayı bile beceremiyor hemen yakalanıyordu.
Ekrem koyu Beşiktaşlıydı, takımına laf söyleyen olursa sinirlenir, uysal tabiatı kaybolur ve akabinde kavga eder ama dayak yerdi. O cüsse ile nasıl mukavemet gösteremez, aciz kalırdı anlamazdım.
Ekrem’in beyaz bisikleti vardı. Bir tertibatla ortasından ikiye katlanırdı. Hiç sürdüğünü hatırlamıyorum. Sürekli evlerinin bodrumunda katlı dururdu. Ekrem’in uzun bir atkısı vardı. Annesinin el örgüsüyle işlediği bu atkıyı her taktığında ucu postallarının altına girerdi. Ekrem çay içmeyi sever, kışın tişörtle dolaşır, herkes otururken ayakta beklemeyi tercih eder, köpeklerden korkar, babasından çekinir ama sigarasını yavaş yavaş içerdi. Ekrem’in bir kız kardeşi vardı; çirkin mi çirkin… Ancak sıcakkanlı, konuşkan ve delikanlıydı; bazen bana “Abi,” derdi, sanki kendi abisiymişim gibi söylerdi.
Çok geçmeden öğrendim ki Ekrem’in babası ile benim babam aynı yerde çalışıyorlarmış. Bunu öğrenmem bekleniyormuş gibi ailesiyle birlikte bize oturmaya geldiler. Bazen de biz onlara akşam oturmasına giderdik. Ekrem sıkılmadan misafirle oturur, sıcak poğaçalarını yerdi. Tatlı işi ikramları çok sever “Daha yok mu?” derdi. Bazen yaşının ötesinde hareket ederdi. Büyüklerin muhabbetine katılırken onu böyle izlemeyi çok severdim.
Lise çağlarında Ekrem’le daha çok arkadaşlık ettim. Ahbaplığımız ilerliyordu. Sahilde dolaşır, birlikte dershaneye giderdik. Döner yedik, kâğıt oynadık, parklarda oturduk. Yolda yürürken bütün arabaların marka ve modellerini ezbere söylerdi. Bana da ısrarla öğretmeye çalışırdı. Birçok konuda birçok fikri vardı Ekrem’in. Bu huyu sevilmese de fikirlerini söylemekten vazgeçmezdi. Bazen çok saçmalardı ama ben dinlerdim. Mesela bir gün otoban yollarındaki tırtıkların aslında bebekleri uyutmak için yapıldığını söyledi. Başka bir gün camların gerçekte kırılmadığını, ticari kazanç için hususi böyle imal edildiklerini anlatırdı. Bazen durduk yere uzak ülkelerden ilginç bilgiler verirdi. Bu damdan düşen, üstünkörü sohbetleri içinde ben onun hep farklı ve çocukça bir tarafını görürdüm.
Duygulandığı zaman iri gözleri ıslanır ve sessizleşirdi. İlk kez bir erkeğin aşk acısı çektiğini onda gördüm. O zaman çok komik ve yersiz gelmişti. Daha sonraki yıllar hepimiz bu acıyı tattığımızda kimsenin aklına Ekrem gelmedi.
Neden herkes ona sadece “Mal” diyordu anlam veremezdim. Ekrem kimileri için vebalı gibi kaçılacak biriydi. İnsanlar onu görünce yolunu değiştiriyorlardı. Kimileri özellikle meclis içinde Ekrem’i isterdi. “Çağırın Malı,” derlerdi. O gelince konuşturulur, saçmalaması için yönlendirilir, mühim olmayan konuşmalarına kahkaha atılırdı. Dalga geçildiğini çok geç fark eden Ekrem, kimseye kızmaz hatta gülümser ve tekrar sohbete ayak uydurmak için çaba sarf ederdi.
Zararsızdı. Küfür bile etmezdi. Çok sinirlenince işaret parmağını kaldırır, “Senin ağzını emi..!” derdi.
Mahalle içerisinde Ekrem’in lakabına hizmet eden türlü akrabaları vardı. Muhtarımız “Hırsız Fikret” dayısıydı. Onun oğlu “Gülmez Bülent” gaddarlığıyla meşhurdu ve gerçekten hiç kimse tarafından güldüğü görülmemişti. Başka bir kuzeni ise zihinsel engelliydi ve yolda yürüyen erkeklerin arkasına yaklaşarak kıçlarına parmak atardı. Bir akrabasının çenesi tekne çapaları kadar büyüktü ve havaya bakarak yürürdü. Yürümesiyle meşhur bu çocuğa biz “şortu güzel” derdik. Çünkü kısacıktı.
Bütün bunlar Eko’nun itibarını biraz daha zedeledi ve ona hiç yardımcı olmadı.
O zamanlar insanlarla buluşup konuştuğumda lafın arasında hep Ekrem geçiyordu:
“Aaa Eko geldi gitsek mi?
“Ohh, Eko gitti biraz daha oturalım.”
“Geçen Eko’nun ne yaptığını duydunuz mu?”
“Eko mu? Ne yapıyor o mal?”
“Ne çocuktu, hatırlıyor musunuz; bir keresinde birayı üstüne dökmüştü.”
Bu sohbetler bir zaman sürüp gitti. Ondan daha farklıları mahalleye taşınıp gündemi değiştirdi ama insanlar gülmeyi bırakmıştı. Kendilerince büyüdüklerine ve daha mühim işlerle uğraştıklarına inandıklarından Ekrem rahat bırakıldı.
Bu arada Eko üniversiteye gitti. Eko, ev arkadaşları tarafından sevilmedi. Eko oldukça güzel bir kızla çıktı, kız onu aldattı bir de haklı çıktı. Eko, okulu uzattı da uzattı; tam yedi senede bitirdi. Eko üniversite okuduğu şehre aşıktı ve öğretmen olmak istemiyordu ama memlekete döndü ve öğretmen oldu. Eko kalbini yaşça büyük dul ve çocuklu birine kaptırdı. Eko, maddi sıkıntı çekti, asgari ücrete çalıştığı kolej kapandı, boşa düştü, dul kadından ayrıldı. Eko’nun kız kardeşi evden kaçtı. Haberi gelip okulunu da terk ettiği ve kocaya kaçtığı anlaşılınca Eko ortalarda görünmedi. Eko’nun babası hasta oldu, bir gecede tüm saçları beyazladı. Eko bir dershaneye hoca oldu, parasını alamayınca ayrıldı, özel ders vermeye başladı, muvaffak oldu. Eko bu arada başka bir kız buldu; eli maşalı cin mi cin. Sonunda Eko evlenmeye karar verdi.
Bir boş günümde aynı arkadaşımın çalıştığı bankaya uğradım. Halini hatırını sormuş çayını içiyordum. Bana sokularak muzipçe fısıldadı:
“Kim var içeride biliyor musun?”
“Kim?”
“Bizim Mal Eko.”
Şaşırdım.
“Daha geçen konuştuk.”
“Evet… Evleniyor ya, nişanlısıyla kasa kiralamaya gelmişler. Ne mal çocuk ya!” deyip kıkırdayarak dizlerine vurdu. (Arkadaşının kıkırdaması meşhurdur)
Onca sene sonra, Ekrem’i göremediğimiz, olgun yaşlarımıza geldiğimiz bu zamanlarda Ekrem’i hiçbir zaman anlayamayacağımızı tekrar düşündüm.
Tebessüm ettim.
Bu arada banka içinde arkadaşımın mesai arkadaşı bir hanım kasa odasından çıkarak yanımıza geldi. Yüzünde çok ilginç bir olaya tanık olmuş manasız bir hal vardı.
Eğilerek bizim arkadaşa sordu:
“Şimdi bu içerideki çift senin tanıdığın mı?”
Arkadaşım cevap verdi:
“Evet, ne oldu?”
“Ya yanlış anlama ama çok itici bir çift olmuşlar.”
Arkadaşım beni dürttü, kendince “izle şimdi…” diyordu.
“Neden öyle dedin ki?”
Bankacı kadın cevap verdi:
“Ya ne bileyim çok iticiler. Damat biraz malca her halde!”
***
Yazarın notu: Hikâyede anlatılan karakterler ve olaylar hayatımın rasyonel bir kesitidir. Ekrem -asıl ismi bu değil- şu an ailesiyle mutlu bir şekilde yaşamaktadır. Bankacı arkadaş diye adlandırılan kişi 6 Şubat Kahramanmaraş depreminde ailesiyle birlikte vefat emiştir. Çocukluk yıllarımda onları tanımak, aralarında denge oluşturmak ve gülmek en güzel zamanlarımdı.
Comments