top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Halim Selim Bir Adam

"Halim! Ne gelirse başıma ismimden ötürü geliyor ellağam."


İkbal Gemici


  Önüm, arkam, sağım, solum sobe! Sobeleyebilirsen sobele, anasını satim! Önümde karım var, arkamda annem. Sağımda benden büyük üç bacım; solumda benden küçük iki bacım. Hepsi bir yerden çekiştiriyor beni. Bu arada adım Halim. Keşke adımı verirlerken biraz daha düşünselermiş. Soyadımı söyleyince durumun vehametini daha iyi anlayacaksınız. Yok, arkadaş! Soyadın Selim iken Halim ismini vermek yasaklanmalı. İnsan adıyla özdeşleşiyor sanki. İsmim Halim diye mi böyle çekiliyorum sağa, sola? Aslan, Güçlü, Battal, Çetin, Diren, Hıncal, Kartal, Sağlam, Korkmaz isimli erkekler de benim yaşadığım şeyleri yaşıyorlar mı acaba, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Halim! Ne gelirse başıma ismimden ötürü geliyor ellağam.

    Ah, o Diren Dede’m yok mu? Her şey onun başının altından çıkmış. Bir evin bir oğluymuş. Sekiz kızın üstüne tekne kazıntısı olarak dünyaya gelmiş. Üç hatun almış. Üç hatundan beşer kızı olmuş. Sekiz bacı, üç hatun, on beş kız, bir de anası; etti mi sana yirmi yedi kadın. Yirmi yedi kadınla aynı evde yaşamış krallar gibi. Ben bu durumu isminin Diren olmasına bağlıyorum. Oh, ne ala memleket! Sen bu isimle doksan yaşına kadar yaşa, torununa Halim adını ver. Yok, yok! Bütün uğursuzluk adımda. Ah be, Diren Dede! Halimi bir görsen kendini hiç affetmezdin. Zira sülalemin kadınlarıyla uğraşırken arada bir sevgilerimi göndermiyor değilim sana.

   Çok sevdim ben. “Ya onunla evlenirim ya da hiç,” dedim. Annem hiç sevmedi, bacılarım da. “Bu ne böyle! Kara kuru bir kız, bu! Sen çok daha iyilerine layıksın,” dediler. “Gönül bu ya! Siz sevmeyebilirsiniz. Ben onun güzel yüreğini sevdim,” dedim. “İyi halt ettin,” dediler. Her Allah’ın günü kafamı ütülediler benzer cümlelerle. Baktım baş edemeyeceğim, söyledim ona “Bizimkiler istemiyor, seninle evlenememi” diye. “Saçmalama, Halim! Koca adamsın. Ailen mi karar verecek kiminle evleneceğine,” dedi. “Onlar karar vermeyecek tabii ki ama bir süre bekleyelim. Ortalık bir durulsun,” dedim. “Benimle ilgili kafanda oturmamış bir şeyler var sanırım. Böyle bir bahane, bilemiyorum yani… Görüşmeyelim bir süre. Ne yapacağına karar ver. O sürede hayatımıza başka birileri girmezse, bakarız,” dedi. “Mert kız,” dedim içimden. Yalanı, dolanı yok. Seninle evlenmezsem şöyle olurum, böyle biterim demedi. Daha bir yüceldi gözümde. Bizimkiler habire gelin adayı baktılar benim için. Hiçbiriyle görüşmedim. Aklımda o varken başka biriyle nasıl görüşebilirdim ki? Bir yıl sürdü çabaları. Kimseyle evlenmeyeceğime ikna olunca razı geldiler. “İyi madem, ara da gidip isteyelim,” dediler.

  Hemen Ayten’i aradım.Cep telefonu böyle bir numara kullanılmamaktadır diyor. Değiştirmiş numarasını. Acaba ne kadar süre sonra değiştirdi? Rehberimi kontrol ettim. Evi-ayten diye kayıtlı bir numara var. Ara tuşuna dokundum. Telefonun “dıtt” sesiyle bende bir heyecen , bir heyecan. Kalbim ağzımdan çıkıp elime düşecek sandım. Kibar bir hanım sesi karşıdan “Alo,” dedi. “Şeyy,” dedim, “Ben Ayten Hanımla görüşmek istemiştim.” “Kendisi şehir dışında. Kimin aradığını söyleyeyim,” dedi. Bir yıl sonra “Ben Halim,” diyemedim. Tekrar arayacağımı söyleyip kapattım telefonu. Kafamda kırk tilki cirit atmaya başladı. Acaba evlendi mi? Nişanlı mı? Şehir dışında kime gitti? Kimle gitti? Niye gitti? Ne zaman dönecek? Ya evlendiyse, ya nişanlandıysa? Ya bir sevgilisi varsa? Kafamın içi pazar yeri gibi. Ah be, Halim! Ne yaptın sen? Kaçırdın Ayten’i, gördün mü? Kaçırdın be oğlum, kaçırdın! Omuzlarım düştü. Kamburum çıktı. Bir sigara yaktım. O bitince başka bir sigara, bir sigara daha, bir daha, bir daha… Yatağıma oturdum. Kafamı ellerimin arasına aldım, dirseklerim dizimin üzerinde. Karanlık bir boşlukta süzülüyorum. Ben o boşlukta umarsız süzülürken kulaklarımı bir ses tırmalıyor: “Salaksın, sın, sın, sın, Haalim, lim, lim,lim, salaksın, sın, sın,sın!”

  Hangi ara duruş pozisyonumu düzeltip uykuya dalmışsam, rüyamda Ayten’i görüyorum. Uçsuz bucaksız, deniz gören bol ağaçlıklı bir ormanda, “Buradayım, bak,” diyerek bir ağacın arkasında görünüyor Ayten. Tam yakalayacakken başka bir ağacın arkasında. Derken daha uzakta, başka bir ağaç arkasında. Bütün bir ormanı dolaşıyoruz neredeyse. Kocaman gövdesi olan bir ağacın arkasında Ayten. İyice yaklaşıyorum ona. “Burdayım, Halim,” diyor. Tam elimi uzatıyorum. Ağaç gövdesinin öte tarafında görüyorum başını. Göründüğü yere doğru uzanıyorum, öbür tarafa geçiyor. Epeyi bir oyalıyor beni Ayten. Olduğum yerde bekliyorum bu kez. İkinci defa bulunduğum tarafa döndüğünde ise uzun saçlarından yakalıyorum. Birlikte çimenlerin üzerine yuvarlanıyoruz. Sarılıyorum ona. Papatyalardan taç yapıyorum kuzguni siyah saçlarına…

  Yemeden, içmeden kesiliyorum. Bir yıl boyunca benim için uygun bir kız arayan annem ve kızkardeşlerim üzülüyorlar halime. Nafile! Gitti Ayten. Elimdeki kuşu kaçırdım. Sahip çıkamadım. Ayten’i sevdiğim gibi başka bir kadını sevebilir miyim bundan sonra? Aklımda o varken sevemem. Yok, yok, sevemem. Ayten’le yatıp Ayten’le kalkıyorum ama ayten yok.

  Tam iki hafta sonra onu tekrar arama gücünü hissediyorum kendimde. Kalbim yine küt küt! Yine aynı ses cevap veriyor karşıdan: “Buyrun,” “İyi günler. Ayten Hanım’la görüşmek istiyordum ama,” diyorum. “Evladım, siz yine aramıştınız sanki daha evvel,” diyor. “Evet, aramıştım. Görüşebilir miyim acaba,” diye soruyorum. “Henüz işten dönmedi. Mesaiye kalacakmış bu akşam. İsterseniz adınızı ve telefon numaranızı bırakın. O sizi arasın.” Beni aramayacağını, bana kızgın ve kırgın olduğunu biliyorum. “Hayır, ben tekrar ararım,” deyip kapatıyorum telefonu. “Pısırık ve zavallı bir adamsın, Halim! Ne olacak senin bu halin,” diyerek küfrediyorum kendime. Ama ne küfürler! Küfürbaz bir adam da değilim ama küfür dağarcığımın bu kadar dolu olmasına şaşırıyorum bir hayli. İyi geliyor kendime ağız dolusu küfretmek. Yediğim küfürlerden sonra bana bir cesaret geliyor. Ona telefonla ulaşmak yerine başka çözümler bulmaya çalışıyorum. “E, oğlum! Bu kız memur değil mi zaten. Bir yılda işini değiştirmedi ya. Çalıştığı yere gitsene,” diyorum. Birkaç gün sonra iş yerine gitmeye karar veriyorum.

  Gece uyuyamadım heyecandan. Erkenden kalkıp traş oldum. Uzun sürmedi duşum; beş dakika. Saçıma şekil verip traş kolonyamdan sürdüm yüzüme. Bana en yakıştığını düşündüğüm şeyleri giyip parfümümü sıktım. Ayakkabılarımı evin içinde giyip bağladım. Derin bir nefes alıp dışarı çıktım. Saatime baktım; yedi buçuk. “La Halim! Kargalar bile bokunu yemedi, oğlum. Bir yerlerde oyalan bari,” dedim kendime. Bir simit alıp çay bahçesinde oturdum. Bir de çay söyledim. Yeni demlenmiş çay, mis gibi kokuyor. İki çay daha istedim. Heyecanım yatışsın diye sokaklarda yürüdüm. Saat dokuz buçuğa yaklaşırken Ayten’in çalıştığı yere gittim. Odasında tek başınaydı. Masanın üzerinde dosyalar vardı. Onlarla ilgileniyordu. Bir süre izledim onu. İşine öyle dalmıştı ki geldiğimi fark etmedi bile. Bir ara dosyadan başını kaldırdı. O anda göz göze geldik Ayten’le. Dondu kaldı beni görünce. “Merhaba, Ayten. Girebilir miyim,” diye sordum. Hemen cevap vermedi. Kafasını iki yana sallayıp kırgınca “Evet, gel,” dedi. Çekinerek girdim odaya. Ayağa kalktı. Soğuk bir şekilde elimi sıktı. “Hoşgeldin,” dedi. onu öyle bırakıp gittikten sonra boynuma atlamayacağını biliyordum ama bu kadar donuk bir “hoşgeldin” de beklemiyordum galiba. Hemen parmaklarına baktım, boştu. Sevindim. Birer çay söyledi. Konuşmadan içtik çaylarımızı. Birbirimize hal hatır sorduk. Baktım, ikimizin ağzını da bıçak açmıyor. “Peki, öyleyse ben kalkayım,” dedim. “Otursaydın,” dedi. “Yok, gideyim. Senin de işin vardır zaten. Oyalamayayım seni.” Tam çıkıyordum ki “Önümüzdeki günlerde görüşebilir miyiz,” diye sordum. “Bilmiyorum,” dedi. Elimi uzatıp “hoşça kal” dedim. “Güle güle,” dedi. Sanki bir buz parçasıyla tokalaşmıştım. Elinde canlı olduğuna dair hiçbir belirti yoktu.

  Ayten’in güvenini tekrardan kazanmak tam altı ayımı aldı. Bunu hissettiğim an ona evlenme teklifi ettim. Aileler birbirleriyle tanıştı. Karşılıklı ziyaretler, formaliteler falan derken biz evlendik. Balayına gidelim dedik. Ege’de tatil köylerinden birine iki kişilik yer ayırttım. Annem tutturdu: “Biz de geleceğiz. İki kardeşin ve ben.” 

 “Anne! Yapma, etme, gözünü seveyim. Senin ve kızların balayında ne işi var? Zaten kızı ikna edinceye kadar akla karayı seçtim.” 

İki kardeşin bundan haberi yok. O anda öğrendiklerini kocaman olmuş gözleriyle birbirlerine şaşkın şaşkın bakmalarından anladım. Aslında yaşları da büyük. Kocaman kız olmuşlar. Biri de demiyor ki “Anne, bizim balayında ne işimiz var? Öyle maaile mi gidilir?” Sevindi salaklar. 

“Anacığım, bak canım. Ben size başka bir yerden tatil ayarlayayım. Olmaz böyle,” derken kapı çalındı. En büyük ablam geldi. “Hayırdır, bu suratlar ne böyle,” dedi içeri girerken. Kız kardeşim atıldı: “Biz de balayına gidiyoruz.” 

“Saçmalama, kızım! Ne balayına gitmesi,” dedim.

Annem ağlamaya başladı. “Baban yaşasaydı böyle olmazdı.”

Babam öldü de kurtuldu diyemedim tabii. Ben ablamdan ablalık yapmasını beklerken “Aman, Halim! Gelsinler be oğlum. Size ne zararları dokunacak ki fukaraların. Siz kendi kendinize gezersiniz onlardan ayrı,” dedi. Al sana her tarafı boklu değnek! Ya, ben bunu Ayten’e nasıl açıklarım? Dünya üzerinde evliliği en kısa süren adam olarak tarihe geçeceğim. Allah’ım sen bana yardım et!

  Utana sıkıla söyledim Ayten’e. Gözlerini belertti, nasıl yani, der gibi. Çok yüz göz olmadı benimle. Çok söylenmedi ama günlerce suratını astı. Beden diliyle “Allah belanı versin senin, Halim,” der gibiydi. Ağzından girip burnundan çıktım Ayten’in. Soytarıya, şaklabana döndüm. “İyi o zaman. Söyleyeyim, bizimkiler de gelsin,” dedi. Annem, iki kardeşim, Ayten’in annesi, babası, ablası, eniştesi ben ve Ayten hep birlikte balayına çıktık. Allah’tan abisinin işi çıktı da gelmedi bizimle. Balayı odamızın etrafı akrabalarımızla kuşatıldı. Yan odada Ayten’in anne, babası. Ortada bizim oda. Diğer yanda annemle kızkardeşlerim. Karşı odada ise baldız ve kocası. Etrafımız sarıldı. E, bize de teslim olmak düştü böylece. Herkes odasına çekildikten sonra Ayten’le şöyle romantik bir şeyler yaşayayım diyorum. Ayten kaçıyor, beni engelliyor. On gün boyunca kızı yanağından dahi öpemedim. Neymiş efendim! Etrafta bu kadar akraba varken romantik bir şeyler yaşayamazmış. “Ya, arkadaş! Biz evlendik. Bu da ilk gecemiz,” diyorum. Ayten bana mısın, demiyor. Nuh dedi peygamber demedi. El ayak çekilip herkes odasına girdiğinde sabahlara kadar pişti oynadık Ayten’le. E, kafayı bir şeyle meşgul etmek lazımdı. Pişti oynamak iyi geldi. Oyuna verdim kendimi de unuttum Allah’tan.

  Gündüzleri vaktim havuz kenarında yaşlılara meşrubat dağıtmakla geçti. Bir taraftan annem “Haliimm, evladım, bunaldım. Bana bir bardak su kap da gel. Soğuk olsun,” diyor. Diğer taraftan Ayten, “A, Halim! Annemin içeceği bitmiş,” diyor. Kayınvalide “Sarısından getir bu kez, Halim,” diyor. Az sonra kayınpeder orta şekerli Türk kahvesi istiyor. Kızlar “Abi, oraya kadar gitmişken bize de dondurma getir,” diyor. Bitmiyor istekleri bir türlü. Annem “Halim! Bu sıcak bana dokunuyor. Yarın şöyle yüksek bir yere çıkart bizi,” diyor. Annemin tansiyonu var. Yüksek, ağaçlıklı bir yerde olmak istiyor. E, o kadar milleti aç bilaç yüksek yerlerde dolaştıramazsın elbet. Arabamızın arkasında mangalımız var. Nevaleyi alıp dağa çıkıyoruz. Onlara mangal partisi yapıyorum. Her şey dahili tatil köyünde bırakıp yükseklerde mangal keyfi yaptırıyorum onlara. “Anne, hastalanma buralarda. İstersen tatili yarıda kesip dönelim,” diyorum. Bu sefer kızkardeşlerim çır çır çığrışıyor, “Biz çok eğleniyoruz. Dönmeyelim,” diye. Annemse “İyi, madem öyle gitmiyoruz,” diyor. Ayten gözlerini belertiyor, “Ben burda neciyim? Niye fikrim sorulmuyor,” diye. Hâlâ balayı deyince tüylerim diken diken olur.

  Oh, şükürler olsun yaradana! Onuncu gün, eve dönmek üzere yola çıkıyoruz. Üzerimden tren geçmiş gibi hissediyorum. Yorgunum. Arabayı kullanacak mecalim yok. Allah’tan kayınpeder görüyor halimi. “Ben kullanırım arabayı. Sen biraz dinlen,” diyor. Kızlar kayınçonun arabasındalar. Arka koltuğa geçiyorum. Annemle Ayten’in arasında horlayarak uyuyorum. Kafam bir Ayten’in, bir annemin omzuna düşüyor.

  Evimize adımımızı atar atmaz aceleyle üzerimdekileri çıkarıp atıyorum. Ayten “N’apıyorsun Halim? Yol yorgunuyuz. Kirin pasın içindeyiz. Duş almadan olmaz,” diyor. O valizleri içeri almaya çabalarken ışık hızıyla banyoya uçuyorum. Gülüyor halime Ayten. Duşunu alıp bornozuyla yanıma uzanıyor. Gece lambasının tık sesini duyuyorum. Oda karanlığa gömülüyor…

Sonraki günlerde her şey iyi gidiyor. Ayten’le güzel vakit geçiriyoruz. Sinemaya, tiyatroya, konserlere gidiyoruz birlikte. Her şey yolunda ya rahatsız oluyor Ayten. Bir gün pat diye “Halim, seni özlemeyi özledim. Ya sen ya ben, birimiz gidelim bir süre,” diyor. Hoppalaaa! Bu da nerden çıktı şimdi? Gel de anla! Evleneli bir yıl olmamış daha. “Sıkıldı mı acaba benden,” diye sorguluyorum. Onu sıkacak bir şey yapmadığımı düşünüyorum. Bu arada annem “Akşamları iş çıkışı bize gel. Yemeğini burada ye,” diyor. Anneme artık evli olduğumu söylüyorum. “Olsun, yedikten sonra hemen gidersin,” diyor. Ayten beni özlemeyi özlemiş. Anneme gidip bir iki gün orada kalsam diye geçiyor aklımdan. Aynı şehirde yaşarken annemde kalma fikrini beğenmiyorum. Bir iki akşam arkadaşlarla takılayım diyorum. Eve geldiğimde Ayten surat yapıyor. “E, beni özle diye dışarıda taklıyorum,” diyorum. “Ben öyle demek istemedim. Şehir dışında bir yere git,” diyor. Ortanca ablam arıyor. “Haliimm, bu çocuk seni çok özlemiş. Dayım, dayım diye dilinden düşürmüyor. Ya gel, al ya da biz size gelelim,” diyor. Halim, nicedir halin? Hepsine kendimce bir bahane buluyor, oltamı alıp balığa çıkıyorum. Oh, mis! Balık vurdu mu, vuracak mı diye oltaya öyle bir kitleniyorum ki ailemin bütün kadınlarını unutuyorum…

Comentários


bottom of page