top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Hesaplaşma Kahvesi

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

"Akasya ağacının tepesindeki karga ile göz göze geldim. Çocukluğumda da siyah bir karga ile uzun uzun bakışmıştık. Annemle babamın tabutlarının başına konmuş, beni seyretmişti. Öterek havalanmıştı daha sonra, göğe doğru uçmuştu. Amcamın dizlerine sarılmıştım. Kucağına almıştı beni, gözyaşlarımız karışmıştı."


Umut Varlı


Buz mavisi gözlerin tanıdık gelme nedenini, merdiven basamaklarını çıkarken anladım. Binanın önüne siyah çelenk bırakan öfkeli kadının bakışlarını çağrıştırmıştı. Odama girdiğim sırada yakındaki hızlı tren hattından gelen ray seslerini duydum. Sesler giderek yaklaştı ve arttı. Lacivert ceketimi giyindikten sonra çalışma masamın başına geçtim. Bilgisayarın şirket haberleri dosyasında, siyah çelenk eylemini taradım. Haber sayfasının görselindeki yüzle, salonda karşılaştığım temizlikçi kadının yüzü benzeşiyordu. Bu benzerlik kafamı kurcalasa da, merdivenden inerken amcamın sözü belirdi belleğimde. İnsan insana benzer, der geçerdi böylesi durumlarda. Giriş katın koridoruna yayılan kahvenin keskin kokusu çarptı burnuma. Dinginlik verici ve karşı konulamazdı. Mutfağın önünden geçerken:

“Çıkacaksınız galiba… Gitmeden bir fincan kahve içmek istemez misiniz?“ dedi kaşlarını süzerek. Bedenini saran, gözleri ile aynı tonlarda mavi bir elbise dizlerine uzanıyordu. Kırlaşmış sönük saçları omuzlarındaydı.

“Eh peki, salonda bekliyorum.“

Oturma koltuğuma yerleşirken, gözlerini ayırmadığı ikram tepsisiyle salona girdi. Kahvemi bakışlarına yansımayan bir gülümseme ile sunarken dudağının sağ tarafı yana seğiriyordu. Fincanını alıp, karşımdaki kanepeye oturdu. 

“Sizi buraya hangi şirket gönderdi?“

“Geçen yıl destek istediğiniz şirketten geliyorum.”

“Eşim tatilde olduğu için evin çalışanları yok.“

Kafasını sallayarak dinledi. Duvarda asılı duran kayınpederimin yağlı boya portresine göz attı. Ceketinin ön cebinde resmedilmiş, üzerinde şirketin logosu olan kırmızı mendil bakışlarıyla belirginleşti. Ben de o tarafa bakarak:

“Eşimin babası Salih Bey, iki sene önce kaybettik.” dedim.

“Şimdi şirketin başına siz geçmiş olmalısınız.”

Yanında çalışmaya başladığımda toy bir mühendistim, aradan yirmi yıl geçti diye geçirdim içimden. Kahvemi alıp ayağa kalktım. Cam duvara doğru yürüdüm. Bahçe önümdeydi. Ağacın tepesinde kanat çırpan bir karga gördüm. Olumsuz gelişmeleri işaret ediyordu sanki bana.

“Bir şey demediniz.“ dedi sert bir tonla. “Anlamadım.” dedim. Şaşırmıştım. Arkamı döndüğümde o da ayağa kalktı. 

“Şirketin başına geçtiğinize göre, oldukça tecrübelenmiş olmalısınız.” dedi kafasını geriye iterek. Sağ eliyle arkasına gizlediği silahı doğrulttu.

“İş cinayetinize, yargının önünde intihar görüntüsü verecek kadar tecrübelisiniz hatta.”

Kararlı gözlerinden şimşekler çakıyordu. Vücudu kaskatı kesilmişti. Şirketin önünde hesap soracağını haykırıp, güvenliğin etkisizleştirdiği kadındı karşımda duran. Fincanın kırılırken çıkardığı sesle, elimden kaydığını anlayabildim. “Şöyle geç.” dedi koltuğu işaret ederek. Sesindeki buyurganlığa, çaresizce boyun eğdim.

 “İki ay önce, övüntüsünü duyduğun şantiyelerinin en ilkel olanında, bir mühendisin altındaki iskele çöktü. Hastaneye ulaştırılamadan can verdi oracıkta, haberin var mı?“

“Bakın hanımefendi, bu şekilde anlaşmamıza olanak yok.” dedim oturduğum yerde doğrularak.

“Dinle.“ dedi salonun tavanında yankılanan bir bağırtı ile. Koltuğa geri yaslandım.

“İntihar süsü vererek olayı kapadın.“

Bir an tavandaki avizelere baktıktan sonra devam etti:

“Çalıştırdığın işçileri, kapının önüne koymakla tehdit ederek tanık olarak kullandın.“

Mavi kristalleri andıran nemli gözleriyle yutkundu.

“O benim biricik çocuğumdu.“

Susku içinde dinlerken cam duvarın ardındaki bahçeye çevirdim yüzümü. Akasya ağacının tepesindeki karga ile göz göze geldim. Çocukluğumda da siyah bir karga ile uzun uzun bakışmıştık. Annemle babamın tabutlarının başına konmuş, beni seyretmişti. Öterek havalanmıştı daha sonra, göğe doğru uçmuştu. Amcamın dizlerine sarılmıştım. Kucağına almıştı beni, gözyaşlarımız karışmıştı.

“Bakın.”

“Sus.“ dedi ayağını yere vurarak.

“Siz susun, yeter artık.“ diyerek ayağa kalktım. Şaşkınlık içinde bakakaldı. Silahı aşağı yukarı hareket ettirdi.

“Oğlunuz, Deniz’in psikolojik sorunları vardı. Beni yine de şans tanıdım. İşçilerle ve amirlerle yaşadığı problemleri görmezden geldim. Parlak zekasına rağmen bulunduğu durum üzücüydü. Ben ona iyilik yaptığımı düşünürken siz benden hesap soruyorsunuz. Üstelik elinizde bir silahla.”

Donuk gözlerle baktı bir süre.

“Diplomasını kullanarak şantiye şefi olarak gösterdiğin bir mühendise, asgari ücret ödeyerek mi iyilik yapıyordun?“

“Deniz’in ihtiyacı olan şey para değildi. İnsanlarla bir arada olması gerekiyordu.“

Salonun içinde yürümeye başladım. Parmağı tetikte, kapıya doğru çekildi.

“Oğlunuzun intihar ettiği blokta kaba inşaat tamamlanalı üç ay olmuştu ve ince işçiliğe başlanılmayacağını biliyordu. Buna karşın çalışma olmayan bloğa baretsiz, iş ayakkabısını giyinmeden gidip, en tepeye çıkıp iskeleden aşağı sarkıyormuş. İşçiler çocuk avutur gibi peşinde gezmekten yorulmuş.“

İki eliyle kavradığı silahı yere indirip, sırtını duvara yasladı.

“İskele çökmeseydi, belki yine işçiler gidip getirecekti. Ayrıca daha önce de orada aynı şekilde saatlerce bulunmuş ve bir şekilde dönmüş. Hem bu kadar iyiliğini istiyorsan oğlumun, işçilere neden tembih etmedin?“

“Orası bir iş yeri hanımefendi, işçilerden Deniz’e bakıcılık yapmalarını isteyemezdim.“

Kaskatı kesildiğini görebiliyordum. 

“İskelenin sağlam olmadığını biliyorsun, intihar olduğuna bu kadar emin olamazsın.“ 

“Atladıktan sonra iskele çökmediğine göre, intihar olmadığana da emin olamazsınız.“

Bakışlarımızı birbirimizden kaçırıyorduk. Kapının yanında duran tekli koltuğa yavaşça oturdu. Sol eliyle sarkıttığı silahı tutarken, sağ eliyle çenesini kaşıyarak halıya bakmaya başladı. Hiç ses etmiyordum. Bana baktı. Kafasını öne eğerek ayağa kalktı. 

“Bazen bir mühendis ölür, adı kader, kaza, alınyazısı, iş cinayeti ya da intihar olur. Birilerinin hayatı kararırken birileri kendini kurtarır, yoluna devam eder.“

O sırada dış kapı açıldı. Adım seslerini duyunca telaşlandı. İşaret parmağını dudağına götürdü. 

“Oyun bitmedi mi?“ dedim.

“Bu bir oyun değil.“ dedi kapıya sırtını dönerek.

Salon kapısında beliriveren bekçi:

“Efendim, Salih Bey’in eski avukatı geldi.“ dedi.

“Ne istiyormuş?”

“Sizinle görüşmek istediği bir konu varmış.”

“Anladım, kamelyaya alın.“ 

“Peki efendim.” deyip koridora yöneldi.

“Hanımefendi siz de bize iki kahve yapın, bu sefer bol şekerli olsun.” dedim gülümseyerek. Kapıdan çıkarken arkamdan baktığını hissediyordum. Birden sırtımda dayanılmaz bir acı hissettim. Sendelerken koridordaki halının, hiç basmadığım bir yumuşaklıkta ayağımın altından kaydığını duyumsuyordum. Yere düştüğümde, karga akasyanın dallarından bana bakıyordu. Kanatlanıp göğe yükseldi.

Comments


bottom of page