Öykü: İlk Kurmaca Yazarı, İblis
"Kimi tohumlardan hayvanlar kiminden bitkiler türedi. En nadide tohumdan türeyene insan dedi. İnsan olsun bunun adı."
Beyhan Keçeli
Evren, Tanrı kadar kadimdi. Tanrı, evrene tohumlar ekti. Baktı eksikler var, bir bir giderdi. Işık verdi, su verdi rahme. Kimi tohumlardan hayvanlar kiminden bitkiler türedi. En nadide tohumdan türeyene insan dedi. İnsan olsun bunun adı.
İnsan dediğin çoğalmakla meşhur ve meşgul. Âdem Usta’nın beş kızın sonunda derde deva oğlu olmuş. Evin duvarlarında yankılanan bebek sesinin köye varmasıyla muhtarın köyün kuzey tepesindeki eve ulaşması arasında birkaç dakika geçmiş. Âdem, biricik oğluna isimlerden isim beğenememiş.
“İnsan olsun,” demiş.
“Etme be Âdem olur mu öyle isim?”
Odunumun parası demiş Âdem. Muhtar, Âdem’i sıkı sıkı tembihlemiş.
“Lohusanın başından ayrılma. Sana erkek evlat doğuranı alkarısının şerrinden sakın. Ben nüfusa gider, gelirim.”
Memura yeni doğanı haber vermiş. Bebenin ismi insan dememiş de İhsan, demiş.
“Yaz, memur bey İhsan yaz.”
Tanrı yıldızların talihini bir gecede yazdı. Yıldızların rahmi olan geceyi ve gündüz için güneşi icat etti. İnsana korkuyu verdi; merakı, sevmeyi, sıkıntıyı, istemeyi, beklemeyi öğretti.
Âdem, muhtarın elinde beş pembeden sonra mavi kâğıdı görünce başı arşa değmiş. İsim hanesinde İhsan yazdığını görünce gözlerini ovalamış. Muhtarın yedi ceddine sövmüş, yine de öfkesini yenememiş.
“İnsan olsun dedim anlamaz mısın be adam?”
“İhsan insandan yücedir ama Âdem.”
Âdem, muhtarın kastını elbet anlamış. Asıl mesele de bu ya. Âdem, oğlunun insan olmasını istemiş. Hem aydınlık hem karanlık, biraz iyilik biraz kötülük, ölüm ve yaşam, akıl ve sarhoşluk, hepsi olsun, hepsinden olsun istemiş. İnsan dediğin yalnızca iyilikten, inayetten mürekkep olur mu? Melekler ne iş görecek o vakit?
Tanrı meleklerine emredip evrenin kimi köşelerine cevapsız sorular bıraktı. İştah kabartan meyveler, tırmanması zor tepeler, bitmeyen mevsimler yaptı el yordamıyla. Hemen birkaç saatte, onca işinin arasında. İblis’e en zor ama en eğlenceli, en önemli görevi verdi. İnsanın aklını başından aldıran günahlar için nice kurgular düşündü İblis. İlk kurmaca yazarı olduğunun farkında değildi. İnsanın bedenine, zihnine, kalbine bakmak için Tanrı’dan izin istedi. Rolleri insana göre yazdı.
Âdem düşünmüş, taşınmış. Kundaktaki erkeğin başına varıp “İnsan” diye seslenmiş.
“Kimlikte ne yazarsa yazsın. Adı İnsan’dır.”
Herkese sıkı sıkı tembihlemiş. Aksi davrananın canını yakarmış.
Tanrı yerin altını yakıcı ateşlerle doldurdu. Yerin üstüne karıncaları, arıları, gökkuşağını serpiştirdi.
Âdem oğlu İhsan, daha ilk adımlarını birbiri ardına sıralamayı öğrendiği anda elindeki nevaleyi kediye, kuşa vermenin derdine düşmüş. Ağlayanla ağlamış, gülenle gülmüş. Sapanla kuş avlayan akranlarına sırt dönmüş, köpek taşlayana surat asmış. Adıyla müsemma, nerde kötülük varsa oradan kaçmış. Tavukları yıldırımdan korumaya çalışırken neredeyse canından olacakmış. Âdem sonunda dellenmiş.
“Ah be oğul, merhametin bu kadarı da fazla.”
Dönüp muhtara ağzı dolusu sövmüş.
Tanrı evreni şefkatle, merhametle donattı. Kötülüğün tohumunu gizledi. Şımarık İblis, Tanrı’nın muazzam affını bildiğinden gizli tohumları çaldı, yazdığı hikâyelere ekti. Arkasına yaslanıp okudukça kıvanç duydu aklının labirentleriyle. İblis, insana kötülüğü pek yakıştırdı.
İhsan, uçup giden kırlangıçların ve kıvrılan yolların vardığı yerleri merak etmiş. Güneşten önce uyanmış.
“Ana bir katmer, az çökelekle çıkın yapıversen bana.”
Kadıncağız biricik oğlu gözünden ırasın istemezmiş. Yine de dayanamamış, yolluğunu hazırlamış, dudaklarını kıpırdatıp ardından üflemiş.
Yürümüş, yürümüş dağın ardındaki köye varmış. Kahvenin önünden dolanmış, peşinden yürüyen köpekle katmerini paylaşmış. Sıcaktan başı dönünce bir iğde ağacının dibine çökmüş. Gün öğlene dönüp gözleri kapanmak üzereyken öteden atıyla geleni görmüş. Kızın kara saçları atın yelesiyle yarışıyormuş. Kızın saçlarından yayılan defne kokusu, iğde kokularına karışmış. An kokularda donmuş. Atın yelesi boynunu dövmeyi bırakmış. Sağrısındaki titreme durmuş. İğdenin dibinde oturan delikanlıyı göz ucuyla süzüp tozu dumana katarak gitmiş. İhsan at üstündeki kızın ardını arkasını merak etmiş. Karanlık, demişler.
“Bu kızın adı Karanlık.”
Tanrı, insana her şeyi verdi de bir tek şeyde cimrilik etti. Her şeyi bilme gücünü vermedi. Merak hissini yerleştirdi içine, insan bilemedikçe delirdi. Kötülüğün azgın suları merak kuyusundan kıskançlık ipleriyle çekildi. İnsan kendiyle baş edemeyince boynuna ipler geçirdi, yenemediği hayvanlara ve görkemli dallara urganlar bağladı. İnsan olmak yetmedi insana. Uçmayı denedi ve de suyun altında kalmayı.
Âdem, Karanlık’ı görmek için her gün onca yolu yürümüş. Kiminde görmüş gönlünün karasını kiminde ayağının geçtiği yollara yüzünü sürüp geri dönmüş. Dağın yamacındaki mağaranın kuytusuna sığınmış, gözlerini sımsıkı kapatıp Karanlık’ın dehlizlerini hayal etmiş. Gün ışığı olup tüm zerresine yayılmayı dilemiş. Yüreğini mengeneyle sıkanın ne olduğunu sormuş babasına.
“Adı nedir bunun?”
“Aşktır bu, aşk.”
İnsan, Tanrı’nın aşk tohumları saçtığı toprağa sınırlar çekti, karalar hırsından kopup birbirinden ayrıldı. Aşkla öldürdü insan ve aşk için yaşadı. İyiliğe de sebepti aşk kötülüğe de. Taşı ev yapan da ormanı kül eden de, gönül yapan da gönül yıkan da aşk. Varlık da yokluk da aşktandı. İnsan aşkın mayasındaki balı zehre kattı. Hazzı kedere yoldaş etti.
Âdem oğlu İhsan, Karanlık’a giden yolları sevmiş. Ona varmayan yolları. Sarı sıcak, kara soğuk dememiş aşkla yürürken. İblis, İhsan’ın kalbindeki Karanlık’ı görmüş. Karanlık’ın kalbindeki derin boşluğu. İhsan'ın kalbine şüphe tohumunu, Karanlık’ın kalbindeki boşluğa kendivarlığınahayranlık tohumunu ekmiş.
Tanrı, varlığını açık etmedi. İnsana şüpheyi bağışladı. İnsanın sorgulamasını sevdi. Gözüyle gördüğüne dahi şüphe duymasında bir mahsur görmedi.
İhsan, Karanlık’ın tek bir tebessüm bile bağışlamadığı ışıksız yollarına razı. Ta ki onu yeşil atlaslı bir yağız delikanlıyla dere başında görünceye dek. İçine şüphe odu düşenin gönlündeki aşk odu yalazlanır mı sönmeye mi yüz tutar bilinmez. İhsan ömründe ilk kez kalbini karartmış. Karanlık’ın gönlü de kendivarlığınahayranlık hissiyle doluyormuş günden güne. Ondan güzeli, endamlısı, akıllısı yokmuş ne köyde ne evrende. İlim onda imiş, hakikat onda, kelam onda imiş. Yalnızca onda. Kibri, bilgelik sananlar ne büyük sırra vasıl olurlar ne aşkın ihsanını sezerler.
İnsanoğlu, yeni tanrılar icat etti, günahları bir bir sıraladı. En çok sevdiklerini en başa yazdı. Hazzın kucağındaki imparatorlar hazzı yasak etti. Tanrı’nın oğluyum diyenler türedi. İblis boş durmayı sevmezdi.
İhsan, günlerce köyün yerinde göğünde yeşil atlaslı yağızı aramış. Karanlık’ın evinden çıkarken görünce atın sağrısı gibi her zerresi seğirmiş. İçinde harlanan yangın ancak bu alından akacak kanla duracak. Başka çaresi yok. Yeşil atlaslı delikanlının ensesinde bitivermiş. Öteden Karanlık çıkagelmiş. Dur, diyecek olmuş, vazgeçmiş. İhsan’ın aşkın uğruna can almaya kalkması Karanlık’ın kibrinin başını okşamış. Köyün düzlüklerine sürdüğü atını, çınlayan mermi sesiyle daha da dehlemiş. Yeşil atlas kırmızıya boyanmış. İhsan, aşkla yaralı yüreğini kanla doldurmuş. Aldığı canın bir evin bir oğlu, Karanlık’ın öz kardeşi olduğunu öğrendiğinde susmuş. Aşka kadının kibri, adamın kıskançlığı bulaşmış.
Tanrı’nın insana lütfettiği hazzı ve aşkı İblis, günaha alet etti. Yerin yüzünde insan devinirken Tanrı gülümsüyor, İblis kurgusuyla övünüyordu.
Comentarios