Öykü: Kağıt Çay Bardağı
Ne zaman âşık olsam yollardayım, yolcu denir bizim gibilere… Bu kadar gidip gelmelerle, iz yaptım; yol ben, yolum yolcu oldu.
Yavuz Arkın
Penceremde çizik izleri, yağmur küçük bir kuşun pençesi gibi çarpıyor. Hohluyorum cama doğru, “hohhh hohhh”. Yavaş yavaş grimsi bir parça kâğıda dönüşüyor cam, işaret parmağımla adımızı alt alta yazıyorum. Çocukluğumdan beri çok severim; yağmuru ve getirdiği mesajı. Hayat kısa… Koltukların araları kısa… Ya uzun olsaydı, hayat yani?
“Şoför arkadaşım, hatalı sollama mı yaptık az önce?”
“Yok yahuu, nerden çıkardın amca şimdi bunu. Hay anasını, dikkatimi dağıtacaktın amca.”
Öyle dedin de gördüm arkadaş, bal gibi yanlış solladın, benim kadar yaşı var, amca diyor bir de. Başında saç kalmamış, göt göbek büyümüş tostoparlak olmuş dediği laflara bak, amcaymış. Boğazım kurudu, kendi kendine konuşunca bile insanın dili damağına mı yapışırmış.
“Amcam dikkatlidir usta.”
“Muavinnn, kuruttun bizi, bırak şimdi amcayı. Bizi gör yahuu kaç saattir direksiyon sallıyoruz, amca da kafamı si… şişirdin valla.”
Sırtım ağrıdı saatlerdir aynı şekilde oturmaktan, koltuk da çok rahatsız, dönüp duruyorum emniyet kemeri de cabası. Renkli kumaşlardan, kocaman kocaman yapmışlar ama keşke azıcık da rahat yapsalardı. İçim üşüdü birden, keşke az önce muavinin ikram ettiği çayı içseydim. Çay içmediysem önümdeki koltuğun arkasına asılı filede duran kâğıt çay bardağı kimin peki? Keşke çayı içseydim, keşke. Verdiği her karar mı pişman eder insanı yahu? Yan koltuğumdaki oturan adam da pek suskun çıktı, azıcık konuşsa, bu yol daha çekilir olacak sanki? Ne zaman âşık olsam yollardayım, yolcu denir bizim gibilere… Bu kadar gidip gelmelerle, iz yaptım; yol ben, yolum yolcu oldu.
Ne sıkıcı bir otobüse denk geldim böyle, ön koltuktaki gençler kendi hallerinde, takmışlar kulaklarına walkmanleri, kaç defa geldi muavin istediğiniz bir şey var mı diye sordu cevap bile alamadı. Arkamdaki suratsız kadınla ne zaman arkamı dönsem karşılaşıyorum, yanında sıkışan iki erkek çocuğun bağırmaları da olmasa cenaze arabası diyesim geliyor bu otobüse. Muavin konuşkan kibar çocuk, ne istesem suratını asmadan getirdi, bir önceki otobüsteki neydi öyle suratsız. O çayı gerçekten içmeliydim.
“Neden sürekli arka tarafa dönüp dönüp duruyorsunuz, çocuk işte öfleyip püflemenin ne faydası var. İlk defa mı bindiniz otobüse.”
“İlk defa binmedim de sizin gibisini ilk defa görüyorum.”
“Hadi hadi dön önüne laf söyletme kendine, ihtiyar.”
Ne cazgır kadınmış arkadaş, böylesi de beni bulur. Çok sıcak mı oldu içerisi, muavinin sıktığı oda parfümünün kokusu da çekilmez bir hal aldı, hiç mi çalıştırmazlar havalandırmayı. Uyarmak lazım muavini, aslında gözüm de pek tutmadı onu, hala duruyor çay bardağı filede. Koltuklar da eskimiş kumaşları dökülmüş, hiç mi dikkat etmezler, o kadar yolcu taşıyorlar. Muavinnn… Allah’ın cezası nerdesin.
O kadar cam kenarı dedim yahu, yılların müşterisiyim, kırmaz insan. İçerdeki koku da insanın genzini yakıyor, o kadar uyardım muavini, “Sıkma evladım şu oda spreyini koridor boyunca. Ev ev kokuyor sonra, sıkma yahu.”
Evde bile yolcu olmak nasıldır, bilir misin muavin? Her an kalkıp gidecek gibi yaşamak, oturduğun koltuğu arkaya yatırmaya çalışmak, içecek bir bardak çay için beklemek… Sadece beklemek… Elinde boş bardak, kalkıp gidememek. Eskiden tangır tungur giderdik otobüste de içecek bir yudum su bulsan şükrederdin. Muavini bulup istemek bile ayrı dertti, şimdi öyle mi? Eski otobüs görmedim kaç seyahattir, hepsi yepyeni, muavinler de jilet gibi giyiniyor, su dersen su çay dersen çay, yarım saatte bir gelip soruyorlar istediğiniz bir şey var mı diye.
Bu kadar değişime rağmen değişmeyen tek şey muavinlerin aldığı üç kuruş para. Bakıyorum suratları düşüyor yer yer, şoförün çektiği fırçalar da cabası. Gencecik çocuk bunlar yahuu, azıcık insaf edin.
O kadar dedim kendime, bu sıcak havada giyinme bu kadar kalın, dedim; terleyeceksin, sonra otobüsün klimasını açacaksın, o da çarpacak seni, hasta olacaksın. Kendine bakacak bile halin yok senin. Kendini bile dinlemeyecek kadar yaşlandın. Yok yahu, koy verme hemen, çağırır söylerim muavine, o da gider şoförü uyarır; ”Bu beyfendi yılların yolcusu, hatta misafirimiz hatta ev sahibi,” der, ”Onu rahat ettirelim kaptan, açalım istediği kadar klimayı, serin serin yolculuk etsin, varacağı yer çok da uzak değil artık,” der. Der mi? Demez tabii.
Yine yollardayım; bu sözü kaç defa söyledim kendime unuttum. Yanımda taşıdığım kırmızı valizin bez tutmacı belki on defa koptu, diktim, tekrar koptu, yapıştırdım, tümden koptu, kayboldu da kurtuldu, bir ben kaybolamadım bu hayatta. Lacivert gri sert kapaklı, fermuarlı çetin ceviz çıktı; bunca zamandır terk etmedi beni, zamanı gelince herkes terk edermiş yoldaşını. Düşünmekten boğazım kurudu, kaç zaman oldu muavin yok piyasada, neredesin ulan yine? Uyuya mı kaldım? Unuttular mı beni yoksa? Yok canım neden unutsunlar…
Yeter artık, çıkaracağım bu paltoyu, patladım sıcaktan. Muavin de yok ortada, vazgeçtim çay içmekten, yaz günü ne çayı Allah aşkına! Soğuk bir şeyler içeyim canım, bardağım da var, biraz buruştu ama, ne ara? Ne kadar da sessiz bir otobüs bu ne arka tarafta kimse var ne de önde, “Muavinnn…” Nerde bu adam, lazım olunca hiçbiri bulunmaz ortalıkta, şoför mü kalksın getirsin içeceğimizi. Cama adımızı yazacağım ama ne kadar da hohlasam olmuyor, cam bir türlü istediğim gibi olmuyor. Ne kadar yavaş gidiyoruz saatler oldu aynı binayı görüyorum. O kadar yolculuk yaptım artık tek bir yolumun kaldığını hissediyorum, o da kim bilir ne zaman... Gözlerim de kapanmaya başladı, gündüz gündüz bu uyku da nereden çıktı. Siz, konuşmaz mısınız benimle azıcık, bakın çayımız da var, eee bardak nereye gitti! Muavinnnnnn…
Comments