Öykü: Kırık Yumurtalar
"Can çekişen bir insanın son sözüymüş gibi “affedersiniz” deyip mahcup bir gülümseme ekleyerek geçiştiriyor durumu. Yine kasa kuyruğu, dönse mi geri."
Burçak Sınmaz
Posta kutusunda bulduğu yılbaşı kartı elinde. Sabah burada yoktu, postacı yeni getirmiş olmalı. Zarfı açana kadarki rahatlığı uçup gitti. Nereden çıktı şimdi bu? Hem nasıl olur? İmzasız olsa da, o, o göndermiş olmalı, onun romantizmi. Sesli mi düşündü? Titriyor. Yıllar önce öldüğü söylenen ilk flörtü. Yürürken ayakları birbirine dolanıyor. Bir el bileklerinden yakalamış gibi hissediyor. Keşke bu topukluları giymeseydi. Kendine gelmeli, toparlanmalı. Ama öldüyse nasıl? Emin. Bu kart ondan. Başka kimse gülüm demedi ki ona. Ne yapacak elindeki kartı? Çantasına saklasa olmaz. Arabaya koysun. Yok, hayır, kocası bulursa ya da oğlu, bittiğinin resmidir. En iyisi, böyle bir kart hiç gelmemiş, onu hiç görmemiş gibi yapıp yırtıp atsın. İşte böyle. İyi oldu. Hayır, çöp kutusu olmaz, burada bulurlar. Şimdilik çantasına koymalı, sonra bulur atacak yeri. Bir an önce yola çıkması lâzım zaten, bugün düşünecek çok şeyi var. Araba da amma sıcak, güya gölgelik bir yer bulmuştu, içini bunaltıyor. Arabanın aynasındaki yüzüne takılıyor bakışları. Ben miyim bu? Kızarmış yüzü, dağılmış saçları. Toparla kendini. Alışveriş listesini karmakarışık çantasının içinde bulup aynada kendisine gösteriyor, aferin. Nerede favori cd’si. Bocelli, Bocelli, neredesin. Arabanın cd çalarında, her zamanki yerinde tabii, iyice salaklaştı. İyi geldi müzik. Sahi ne zamandı, bu cd’yi ilk dinleyişi… Kocası, evlenmeden önce onun yanına taşındığı gün, kutular elinde, salonun ortasında durmuş, cd’lerini nereye koyabileceğini soruyor. O da mutfağı salondan ayıran masada, izliyor. Hiçbir hareketini kaçırmıyor onun. Nasıl karmakarışık park etmişler bu arabaları, bir ileri bir geri manevra yapmak iyice terletti. Eşyalarını yerleştirmeye başlamadan önce bir cd çıkarıp takmıştı kocası, o zaman sevgilisi tabii. Çapkınca gülümsüyor, Andrea Bocelli, “time to say good bye” şarkısıyla, o karışıklığın içinde sevişmeye davet ediyor.
Sonunda yola koyulabildi, iyice gecikecek. İlk sevişmeleri o gün değildi ama. Bir yılbaşı gecesi kıyafet balosu sonrasıydı. Onun rahibe kıyafeti vardı üstünde. Kocası, daha o zaman sevgilisi bile değildi, itfaiyeci kostümüyleydi. Kaskının çıkardığı siren sesleri başını döndürüyordu. İtfaiyecinin kollarında yatağa gidişi. James Dean kostümlüyü ekmişti, onun için. Oysa kocası o geceyi hatırlarken Oscar Wilde kostümü giymiş adamı alt ettiğini, kızı kaptığını böbürlenerek anlattı, yıllarca. Işıklarda durduğunda kırmızının rengi kartı hatırlatıyor. O günleri hatırlamaya çalışması unutturmadı bu saçmalığı. Her şey öyle karışık ki. Kırmızı bir gül kartın üstündeki resim, şiir, “Gülüm” diye başlaması. Işıklar, bulvar. Nerede olduğunu fark ettiğinde şaşkın. Süpermarketi geçmiş, kavşaktan geri dönmesi lâzım. Bir yandan u dönüşü yapmaya çalışıyor bir yandan çöp kutusu kolluyor, buralarda kurtulsa şu kâğıt parçalarından iyi olacak. Yine yeşili beklemeden fırladı. Allahtan araba yoktu. Nedir bu dalgınlığı? O kart kimden? Öldü. Ya karttaki şiir. “Gülüm.” Telefonu, telefonu çalıyor, melodisini cd’deki şarkıdan ayırması güç oldu. Arayan kocası. Yakalanmış gibi çekiyor elini telefondan. Bu kadar paniklemesinin âlemi yok, görmüş olamaz kartı. “Alo.” Tepki vereyim deme sakın diyor kendi kendine. Sakın.
Telefonda, evde olduğunu söylemedi karısına. İşten erken çıkması iyi oldu. Bu da sürpriz olacak. Önce şu yılbaşı ağacının ışıklarını halletsin, sonra sofraya geçer. Hem kayınvalidesi de gelmiş olur o zamana kadar. Mayonez işi ona yıkıldı her yılbaşı olduğu gibi. Yumurta yoktu, doğru. Keşke karısı market işini son güne bırakmasaydı. Hediyeleri salona taşımalı. Televizyonu açıp, biraz zaman geçirmesi iyi olur. Beklemek sıkıyor. Daha oğluna melek kostümü giydirilecek. Nerede kaldılar? Kayınpeder zaten unutkan, onunla oyuna dalınca oğlan da saati unutuyor.
Şimdi de market. Bugün her yer kalabalık. Yumurtalar, unuttu yine. Çıkış kapısından girmek aklına geldi. Yumurtalar çıkışın hemen yanında. Tüm dükkânı boydan boya geçmesine gerek yok. Çıkış levhasının altından içeri dalıyor, insanların bakışları üzerinde. Neden çıkıştan giriyor bu kadın diye düşünüyorlar mutlaka. Can çekişen bir insanın son sözüymüş gibi “affedersiniz” deyip mahcup bir gülümseme ekleyerek geçiştiriyor durumu. Yine kasa kuyruğu, dönse mi geri. Bunca insan yılbaşına geç kalma telaşında. Kendisi gibi. Yetişmesi lâzım, daha mayonez yapılacak. Kocasından alsaydı bu kartı, böyle romantik, bunca yıl, evlilikleri tek düze olmazdı. Gülüm. Çantasındaki kâğıt parçalarından kurtulmalı…. Çıkarıp kasanın yanındaki çöp kutusuna atıyor. Yere düşen birkaç kâğıt parçasını önce bırakmayı düşünüyor. Kasiyerin şaşkın bakışları tedirgin ediyor, yerdekileri de toparlayıp atıyor. Onun ne düşündüğünü merak ediyor. Yoksa! Her zaman geldikleri market, kocasını da tanıyor mu? O çıkınca, kâğıt parçalarını çöpten alıp birleştirir mi? Bulunması felâket olur.
Yumurtayı unutursa felâket olur. Ben alayım demişti oysa karısına. Rus salatası oğlunun en sevdiği. Mutfak darmadağınık. Bir mayonez kaldı yapılacak. Televizyonda karısının da en sevdiği dizi. İnside No 9. Yenisi çekilmiyor ya, tekrar bir bölüm koymuşlar. Yılbaşıyla ilgili olan, en güzeliydi. Karısı da gelse artık. Gün boyu bunun hayalini kurdu. Geldiğinde nasıl da mutlulukla sarılacak. Tabii ya, sanıyor ki kocası hiç bilmez böyle şeyleri. Yaptığı sürpriz kendisini bile heyecanlandırıyor.
Kasiyer merak etmiş olmalı. Oraya atmasaydı keşke. Omuzları düşüyor. Vızır vızır yanından geçen arabalar. Sarı, yeşil. İmzasız kart. Ölmemiş olabilir mi? Hayaleti gönderecek değil ya diyor yüksek sesle kendine. Hızlandıkça daha çok karışıyor önündeki yollar, ışıklar. Olur olmaz şeylere dalıyor yine, sorup duruyor kendine. Lise arkadaşları söylemişti öldüğünü, ama o zaman kimden? Kimden, kimden. Peki adresi… Adresini nasıl buldu? Son anda trafik ışığı, kırmızı… hayır, beklemeden geçmeli… Hızlandı, karşıdan gelen araba, çok hızlı, çok hayır… “Oğlum”, melek kostümü, annesi mayonezi yapamayacak, adresini nasıl buldu, karşıdan gelen araba, yumurtalar, kırmızı, yumurtalar, keşke yanındaki koltuğa koymasaydı, sis, sıcak, hepsi kırıldı… Kafasını kaldıramıyor direksiyondan. Kırmızı gül, sıcak bir şey başından yanağına doğru akıyor, bir silebilse, susadı, kafasının içi gümbürdüyor, karttaki şiir, o kim? Bir itfaiyeci, arabanın içinden çıkarmaya çalışıyor, kucaklıyor onu. Kaskının yanıp sönen ışığı, siren sesi… Gözlerini kapatmak istiyor, oğlu, her şey uzaklaşıyor. “Oğlum” diyor kendisi bile duyamıyor sesini. Bocelli, “time to say goodbye” kulağında.
Cok guzel, sürükleyici ve etkileyici bir öykü. Burcak hanim insanin psikolojisini ve içinde bulunduğu zihinsel karmasayi cok güzel bir dil ile anlatmiş. Okuyani kahramanın içine çekiyor adeta. Elinize, beyninize, kaleminize sağlık Burcak hanim. Başarılarınızın devamını dilerim.
Güzel, emeğinize sağlık.