top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Kumaşlar Altında

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 16 saat önce
  • 6 dakikada okunur

“Tuhaf şeyler duyuyorum hanım. Kardeşi kardeşe düşürecekler yine. Dikkatli olmalı. Bu ülke hep böyle, bundan sonra da değişmez. Aynı yerde doğup büyüyorsun, sonra dönüp birbirini yiyorsun.”


Berna Terziahmetoğlu


“Uyuyamıyorum anne. Her gece aynı sesler.” “Ne sesleri Füsun?” “Ahşapları, duvarları kemiriyorlar. Tahtakuruları. Yatağımın altındalar, duyuyorum.” “İlaç da yaptık ama hadi nazlanma uyursun, uyursun..”

Odasına geri döndü Füsun. İnandıramasa da anlatmış olmanın rahatlığıyla yatağına uzandı. Sokağın sesi, kemirme seslerini bastırır diye düşünüp pencereyi açtı. Tarlabaşı’nın parlak neon ışıklarına baktı. Renk kırılmaları odasına süzülüyordu. Sokağın bir başından diğer ucuna seslenen erkek naraları, renkli jartiyerleriyle dolanan travestilerin, fahişelerin çığlıklarına karışıyordu. Evi kemirmeye odasından başlayan bu mahlukların sesinden iyidir diye düşünerek kafasını sokağın gürültüsüne uzattı. Meyhanelerden yükselen keman sesleri konsomatrislerin seslerine karışmıştı.

Türkan hanım uğultuları salondan duyup kızının odasına gitti. “Nereye bakıyorsun sen? Hepsi birbirine karışmış. Kadın mı erkek mi belli değiller. Orospu kaynıyor sokak, taşınmalı buradan. Kapat çabuk pencereyi..”

“Tahtakurularını duymamak için anne.”

“Tahtakurusu falan yok, uyduruyorsun yine.”

.....

“Yarın caddeye çıkıp Katia’dan kumaş almalı.” Elindeki gergefi, belinden ayakucuna uzanan kumaşların arasına bırakarak Fuat’ın yatak odasına gitti Türkan hanım. Oğlunun duvarlarında elini gezdirdi, kulağını duvara yaslayıp dinledi. İçeride yaşayan canlı var mı diye duraksadı. Kemirme sesi duymadı. “Uyduruyor bu kız.” diye mırıldandı. Her akşam aynı simetriyle, halının aynı deseninin üzerine yeri planlanarak bırakılmış terliklerin içine baktı elindeki fenerle. Ahşap karyolaya kulağını yasladı. “Oh bu odada ses yok, rahat uyusun oğlum yarın sınavı var..” .İçine içine cümleler kurardı Türkan hanım. Kendisi söyler, kendisi onaylardı. Fısır fısır dişlerinin arasından konuşurdu. Odadan odaya aceleyle gider, yemeği pişirirken acele eder, sadece çalıştığı çeyizleri sakince yapardı.

Salona geri döndü. Kocasının mobilyacılığa yeni başladığında ustasına yaptırdığı büfenin çekmecesindeki kurdelalara, düğmelere, çıt çıtlara baktı. Alışverişe gitmeden önce kalan adetleri saydı. Evin kapısı çalınca saydıklarını unuttu. Sinirleri bozuldu. Elindeki ipleri topak yaparak kasnakların üzerine fırlattı. Kocası Hamdi bey geldi. Yüzü asık, düşünceliydi. Elindeki gazete tomarıyla çantasını masaya bırakıp ellerini yıkamak için banyoya gitti. “Hoş geldim Türkan hanım, hoş geldim değil mi? Eve gelene öyle derler.”

Düğün sezonu olduğu için çok yoğundu Türkan hanım. Çeyizler hazırlıyordu evlilik hazırlığındaki çiftlere. Onun örtülerini yaptığı evlere kocası mobilya satardı. “Terzi kendi söküğünü dikemiyor Türkan hanım. Yirmi üç yıllık evliyiz aynı eşyaların, örtülerin üzerinde oturuyoruz.”

“Değil mi baba? Haklısın, bu ev kımıldamayan durgun su!” diye seslendi Füsun babasına odasından.

“Tamam Hamdi bey, sırası mı şimdi? Hallederiz evin kadını benim. Ben bile takmıyorum kafaya. Para kazanalım da Fuat’ım rahatça okusun.”

Füsunu uyku tutmamıştı. Babasının annesine anlattıklarına kulak misafiri oldu. “Tuhaf şeyler duyuyorum hanım. Kardeşi kardeşe düşürecekler yine. Dikkatli olmalı. Bu ülke hep böyle, bundan sonra da değişmez. Aynı yerde doğup büyüyorsun, sonra dönüp birbirini yiyorsun.”

“Kimden duydun bunları?”

“Milletvekili müşterimin yardımcısı o bir şeyler duymuş, kulak misafiri olmuş. Yok gayrimüslimler, Rum’lar zenginmiş, yok efendim iyi yaşıyorlarmış, bizim üzerimizden geçiniyorlarmış.”

“Yine duygularla oynayıp kışkırtacaklar değil mi? İyi geceler baba,” diyerek tek bir söz daha ilave etmeden mutfağa su içmeye gitti Füsun.

Tek dinlenme gününü iyi bir sofrayla taçlandırmak gerekir babamın diye düşünüp şevkle masayı hazırladı Füsun. Omleti tabaklara bölüştürürken sendeledi. Kardeşine sürtünerek masanın başucundaki babasının sandalyesine geçen Fuat zeytinlerden ikisini eliyle ağzına attı. Parmaklarını yaladı.”Kaşıkla tabağına al lütfen, biz de yiyeceğiz o kaseden. Ayrıca orası babamın yeri, kalk lütfen,” dedi kardeşi. “ Olsun biz bizeyiz değil mi oğlum? Ye, ye bakma ona sen. Değiştirme de yerini, baban kalkınca şu köşeye ilişir,” diyen Türkan hanım kadayıfın fazlasını oğlunun tabağına koydu. Kızı görsün istemedi, başını çevirdi. Fuat’a göz kırparak. ”Sen çok seversin, sana kuvvet lazım,” dedi. Oğlu da ona kırptı. Şen ve neşeli olmalıydı Fuat, her şey pahasına diri olmalıydı. Bir suç ortaklığıyla göz göze geldiler. Sevimli görünen sessiz bir paydaşlık. Kadayıfın azlığı çokluğu değildi mühim olan. Aslolan Fuat’ın hazzını başka zamana ertelemeyip onu sıkıntıya sokmamaktı. Mekanlar onundu, en ferah yerler en lezzetli yemekler onun önceliğiydi.

“Senin saçlarına benziyor yediğim kadayıfın telleri Füsun..”

“Önce günaydın denir. Öğretmediler mi sana abi? Şerbeti de senin sivilceli suratından akan yağlara.”

“O kadar mı tatlıyım?”

“Sen hiç aynaya bakmıyor musun, kim bakar abi sana?”

“Yağ da geçer sivilce de ama senin şekilsizliğin geçmez.”

Anneleri bu atışmaya şahit olduğu halde taraf tutmadan gülümsedi. Sustu. Sözcüklerle saldırıyordu Fuat. Tartışmanın sonuna ancak Füsun sustuğunda varılabiliyordu. Fuat kardeşini dil yağmasına tutmuştu. Hiç sebep yokken, Füsun’un ona yaptığı hiçbir kötü şey yokken. Bir saldırıya dair en ufak bir iz yokken sırf zevk olsun, can yakmanın mutluluğunu tatmak için aynı et ve sıvıların içinde büyüdüğün ortak kandan beslendiğin kardeşini kötü hissettirmekti maksadı. Bir acı yanık kokusu yayıldı mutfaktan. Türkan hanım’ın Hamdi bey’e yaptığı kahvenin sütü taşmış ocağa yayılarak yanmıştı. Kaymak köpürmüş ocağa yapışmıştı.

Hamdi bey karısının evdeki ayrımcılığına, oğlunu kayırmasına kızardı. O eşitlikten yanaydı. Kadayıfı, harçlığı, yemeği, Lebon’a çocuklarıyla gittiklerinde yedikleri tatlıları hep eşitlerdi paylaştırırken. Türkan hanım pasajdaki tarihi tuhafiyeden düğmeler, kurdeleler alırken Füsun’la Fuat babalarıyla dolanırlardı. Evin gerilimine iki günlük molasıydı. Haftasonu gezilerinde ev karafatmalara kalıyordu.

Sonbaharın puslu o sabahında birileri insanları galeyana getirmiş korkunç haberler yayılıyordu. Kötülük dilden dile körükleniyordu. Kardeş kardeşi yiyordu. Kırılan vitrinlerle, devrilen mağaza kapılarıyla, kafası kopup yerde yuvarlanan vitrin mankenleriyle dolmuştu kaldırımlar. O sabah ezan okunmuş olsa bile caddedeki kilisenin çanı kırılmış pencereleri taşlanmıştı. Camii kapıları sağlamdı. Kilise kapıları tekmelenerek devrilmiş üzerinde tepinilmiş ateşe verilmişti. Kabil’le Habil başını uzatıverecek gibiydi sokak köşelerinden.. Zaman öncesinin hayaletleriydi dolaşanlar. Halıların, perdelerin, kumaşların mavisi, kahvesi, yeşili birbirine karışmış, altı üstüne gelmiş bir şehir haritası gibiydi meydanlar. Pullu, payetli kumaşlardan saçılan parçalar sızan kanlara karışmış dehşeti daha da yoğunlaştırmıştı. Kumaşlar dükkanlardan sokaklara atılmış hepsi toplarından kurtulmuş yığınlar oluşturmuştu. Sokak aralarından oluk oluk kumaş akıyordu, üzerlerinde kan damlaları, bıçak kesikleri, makas izleri. Manifaturacıların kırık vitrin camlarından sökükleri sarkan desenli, desensiz örtüler, taftalar, kadifeler.

İstiklal Caddesi’nden Tünel’e kadar kıyamet koparken, çeyiz bekleyenlerin listesini kontrol ediyordu Türkan hanım. Şehir yanıyor Türkan hanım gündeliğin sıradanlığıyla devam ediyordu hayatına. Atölyeye çevirdiği salonun ortasındaki kumaşlar koltukların üzerinde dağılmış duruyorlardı. Sürekli bir acele içindeydi anneleri. Sadece kendinin acelecisi. Füsun son dokunuşları yaparak yardım etti. Fuat “Anne ne var yapılacak?” diye sordu “Yardım ister misin?” İşi bitmiş çeyizleri paketleyip üst üste koydu. İki kardeş bacaklarına dolaşık kumaşları toplamak ve eksikleri tamamlamak için yer açmaya çalıştılar. Topladıkça kumaşlara dolandılar. Füsun nasıl sarılacağını abisine gösterse de beceremiyormuş gibi yaptı Fuat. Kumaşın ucunu kaybedip bulmaya çalışırken elleri Füsun’un bel çukuruna, meme kenarına çarpıyordu. Ayağıyla bastığı kumaş gerildikçe yırtıldı, üstü üste yığıldı. Elleri dolandı.. “Öf çek terli ellerini yapış yapış.” Günlük didişmelerdi bunlar iki kardeş için. Anneleri aceleye kapılmış etrafta olan biteni görmüyordu, ülke yanıyor tepki vermiyordu, varsa yoksa kendi işi, kendi varlığıydı. Yanan, çürüyen, çamurlaşan hiçbir şeyi duymuyor, kokusunu almıyordu. Kızının en çok geceleri duyduğu tahtakurularını da duymuyordu ya zaten. Onlar gündüzleri de yaşıyorlardı ama karanlıkta görünür oluyorlardı.

Çeyiz sahiplerinin isimlerini paketlerin üzerine yazmak için eğildi Füsun, “Şşşşş. Bi’susun. Duyuyor musunuz? Süpürgeliklerden geliyor kemirme sesi.”

“Yine gelenler gelmiş sana.”

“Susarsan duyarsın abi”

“Abin haklı, ses falan yok. Hadi taşıyın hazır olanları arabaya.”

Paketlerin devrilmesini önlemek için yandan bastıran Fuat kollarıyla ağırlığı kavradı. Dirseğini bile isteye kardeşinin beline dokundurdu. Paketleri taşıyan abisinin arkasından arabaya gitti Füsun. Bagajı açıp sırayla dizdi Fuat. Kardeşi düzeltmek için eğildinde abisi omzuna dokundu, gözleri aşağı indi. Elbisesinin kumaşına dokundu, parmakları boynuna değdi, abisi usulca elini saçlarının buklelerine doladı. Füsun rüzgar dolanıyor zannetti, irkildi. Anneleri pencereden iki kardeşi izliyordu. Fuat’ın silüeti akşamın alacasında ayırt edilemiyordu. Siyahın farklı bir tonu gibiydi. Yüzünü cama yaklaştırdı Türkan hanım. Oğlunun hareket eden karanlığında kendi yansımasını görüp, geri çekildi. Sustu. “Oh işler de bitti..” diyerek keyifle ellerini ovuşturdu.

“Çok sevinme Türkan hanım. Bu talanın arkası çok karanlık.” diyerek içeri girdi kocası. Hamdi bey geç gelmişti. Elindeki aylık dergiyi sehpanın üzerine fırlattı. Renkli ipliklerin, makaraların, fistoların arasında o iki günden fotoğraflar vardı. Kahvesini içerken dergisini okudu. “Kahve keyifle içiliyormuş,” diye mırıldanıp fincanı tabağa hışımla koydu. Kahve tabağa taştı.

“İnsanlara ne olmuştu, anlamak kabil değildi. Kimse bir tek çöpe elini sürmüyordu fakat derin bir kinle her şeyi yıkıyor, paralıyordu. Sanki bir sadizm dalgası şehri bir ucundan ötekine sarmıştı.”

Akis – 10 Eylül 1955

Türkan hanım, enkazın ve talanın arasında hala oynayabilen, çelme takmayı oyun zanneden mahallenin çocuklarına baktı. İçine bir sıkıntı çöreklendi. “Ah bu can yakan çocuk canlılığı, sınır konmamış bunlara. Bir tek Fuat’ımın diriliği iyi geliyor bana”. Odasının penceresini açtı Füsun. Neon lambalar tuzla buz olmuş, perdeler kırık kepenklere dolanmış, işveli seslenişlerin bağırışların duyulduğu bu renkli sokak savaş alanına dönmüştü.. “Bu olanların uğursuzluğunu ne örter ki daha büyük ne olabilir ki?” diye geçirdi aklından. Kızının fısıltısını duyan Türkan hanım “Bırak şu ahlaksızları dedim sana değil mi? diye bağırdı.

“Ahlak? Ahlak mı dedin? Emin ol hepimizden daha ahlaklılar.”

Füsun banyoyla odası arasında duran kitaplığın arkasından gelen hışırtıları duydu. Ritmik bir ses. İki tahtakurusu, arkasından dört, beş sıra halinde salona doğru ilerlediler. Nasıl olsa inanmaz diye annesine seslenmedi. Duşa girdi. Babası iki günde talan olmuş dükkanların, sokakların nasıl toparlanacağını düşünüyordu. Hamdi beydi esas endişeli olan. Kayıpların bıraktığı boşluk, şiddetin kararttığı ruhlar. Ya onlar nasıl onarılacaktı? “Sabaha neler değişir? Gün doğmadan neler doğar.” diyerek ışıkları kapattı Türkan hanım. Yatmaya gittiler.. Tahtakuruları sessizlikte, ıssızlıkta daha iyi duyuluyor, boşluk ve karanlıkta daha rahat davranıyorlardı. Türkan hanım sürahideki suyu değiştirmek için kalktı. Yere vuran gece lambasında oğlunun odasından kıvrılan birkaç karafatmanın sırayla koridora süzüldüğünü fark etti.

Fuat koridorun sonundaki banyonun kapısının önünde diz çökmüş, gözlerini kapı deliğine dayamış derin nefesler alıyordu. Kardeşini dikizleyerek iç çekişi evin durağan havasında daha da keskinleşiyordu. Karafatmaların kemirme sesleri Fuat’ın hırıltılarına karışmış evin altı üstüne geliyordu.

Türkan hanım su almak için mutfağa giderken koridorun ortasında kalakaldı. Elinin titremesini durdurabilmek için diğer eliyle sürahiyi kavradı. Ayakta durabilmek için bir omuzuyla duvara yaslandı. Fuat kendinden geçmiş çevresindeki hareketlerin farkında değildi. Oğlunun duvara yansıyan gölgesi annesinin üzerine düşüyordu.

Comments


bottom of page