Öykü: Louis Wain'in Kedisi
"Düşüncelerin değil, kimin düşündüğünün önem arz ettiği bir dönemden geçiyorduk."
Neşe Snaet
1.
“Başkan halleder, merak etme sen” dedi, alaycı bir sesle.
“Tabii halleder” dedim, yüzüne bakarak: “İyi ki var.”
“Belediyecilikten ne anlar ki, ne yapmış şimdiye kadar?” sorusunu ağzına tıktım:
“En azından çalmıyor”.
Beni kızdırmayı yine başarmıştı. İyilikten, dürüstlükten uzak, kendi gibi olmayan, düşünmeyen herkesten nefret eden bu korkunç adamla aynı odada çalışıyordum. Onun gibilerin devriydi şimdi. Güçlünün yanında duruyor, güçsüz olanı el birliğiyle çiğniyorlardı. Farklı olanı, haksızlığa uğrayanı koruyan güdümle nefret dolu gözlerle bakmıştım ona.
Çalışkan ve dürüst olanın değil, yalaka ve ikiyüzlü olanların yükseldiği bir işyerindeydim. Düşüncelerin değil, kimin düşündüğünün önem arz ettiği bir dönemden geçiyorduk. Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlardı. Bunu onlar da çok iyi biliyordu. Ama söylenen yalanlar, onların çıkarını gözetiyorsa hiçbir önemi yoktu bunun. Karınları doyuyorsa, aç kalan milyonlar da umurlarında değildi. Sıcacık evlerinde otururlarken, dışarıda kalan canlılar ya da evlerine otobüsle dönmeye çalışan işçiler sadece pencerelerinden seyrettikleri manzaradan ibaretti.
Feci kar yağıyordu dışarıda. Yollar kapalı olunca evimin önündeki duraktan otobüs geçmemişti bu sabah. Ben de yürüyerek gelmiştim işe. Yolda benimle beraber olan pek çok canlı gibi çok üşümüştüm. Benim üşümem sadece bu sabaha hastı, ama sokakta yaşayan diğer canlılar… Onlar neden üşümeye mahkum olsundu? Bunları dertlenerek gelmiştim işe, sonra karşımda oturan Akif’in bencil ve nefret dolu yorumlarına maruz kalmıştım.
İşi çıkışı eve dönerken yollar açılmıştı. Otobüsü yakalayınca daha az üşüyerek döndüm eve. Apartman kapısına geldiğimde ise tatlı bir sürprizle karşılaştım. Küçücük bir yavru kedi sığınmıştı kapıma. Zavallıcık nasıl üşümüştü. Hiç tereddüt etmeden onu kucağıma aldım ve duman rengi tüylerini okşayarak içeri girdim.
2.
Öpülerek uyandırılmayalı ne çok zaman geçmişti. Sevgili yanımda yatmak yerine, uçsuz bucaksız kumsallarda uzanmayı tercih etmişti. Benim de uzandığım olmuştu o kumsallarda. Dünyanın diğer ucunda, her şeyden ve herkeslerden uzakta, hayat kaygısı olmadan, tek derdinin içtiğin içkinin ılık olması olan sonsuz bir huzur hali. Bu sonsuz huzur halini, bir süre sonra sıkıcı bulmaya başlayan sadece ben olmuştum. Hayata sadece keyif çatmak ve aşık olmak için gelmiş olamazdık. Bir şeyler üretmeli, bir şeyleri değiştirmeliydik. İdealist yaklaşımımın bedelini yalnız yatarak ödüyorum şimdi. Neyse ki yavru kedimin sıcaklığı biraz teselli ediyor üşüyen ruhumu.
Yataktan gerinerek kalktım, tüylü dostumu taklit ederek. Sütünü verip hazırlanmaya başladım. Sabahları bir şey yemezdim ama yavru bir kedinin beslenmeye ihtiyacı vardı. Hızlıca giyinirken kapı çaldı. Alt komşum ve aynı zamanda yönetici olan Hanife hanımdı gelen. “Buyurun Hanife Hanım.” Düğmelerini sıkı sıkı iliklediği gömleğini çekiştirerek:” Günaydın kızım, apartman kapısını çocuklar açık bırakıyor, sonra kediler doluşuyor içeriye, sizi de uyarmak istedim. Kedi görürseniz lütfen dışarı çıkarın.” Ölüme terk edin diyordu yani. Tüylü dostumla karşılaşma endişesiyle kapıyı daha fazla açmak istemedim. Hızlıca “Ben bir şey görmedim” diyerek başımdan savdım Hanife cadısını. Dünya üzerinde yaşama hakkı olan tek canlının insan olduğunu zanneden bencil mahlukatın suratına kapattım kapıyı.
Biz insanlar ne kadar kötü varlıklardık böyle. Dünyayı kendimiz dışındaki diğer canlılar için yaşanmaz hale getiriyor ve bunu hak sayıyorduk kendimizde. En az benim kadar tüylü dostumun da yaşamaya hakkı vardı. Hayvanlara zarar vermenin ne farkı vardı insanlara zarar vermekten. Bu nasıl bir bencillik, nasıl bir kötülüktü! Sabah sabah yine asabım bozulmuştu. Söylene söylene soğuk havaya attım kendimi.
3.
Olga Tokarczuk’un romanlarındaki gibi doğa ve hayvanlar, onlara zarar verenlerden intikam alabilseydi keşke. Üşümemek için ellerim ceplerinde, başım önde kedimi düşünürken birinin adımı seslendiğini duydum “Nill.”, “Merhaba nasılsın?” Ne kadar çok zaman olmuştu onu görmeyeli. Her zamanki neşesiyle yaklaştı, sarıldı bana. “İyiyim, aslında üşüyorum. Sen?” Bir kadın yıllar geçse de zarafetinden nasıl bir şey kaybetmezdi.? Hep böyle güzel görünmesinin sırrı neydi acaba?
“Telaşlıyım bu aralar, yakında bir sergimiz olacak. Bu sefer dernek için yapıyoruz.” Merak etmiştim sergiyi. Çok uzun zamandır resim yapmıyordum. Beni heyecanlandıran bir unsur olmamıştı resmetmek için. Meraklı bakışlarla anlatmasını bekledim sergiyi. Sokak hayvanlarına yardım için organize olmuşlardı. Serginin açılış amacı da buydu. Satılan resimlerden elde edilen gelir, sokak hayvanlarının bakımı için harcanacaktı.
“Harika” dedim coşkuyla. Benim de katkım olsun isterim.
“Çok seviniriz Nil, bize yaptığın bir resmi bağışlar mısın?”
“Yeni bir şeyler çizsem, eskilerden pek bir şey kalmadı.”
“Tabii çok güzel olur, temamız hayvanlar, yeni bir çalışma bekliyorum senden o halde. Çok öpüyorum tatlım”
Sımsıkı sarılarak uzaklaştı yanımdan Oya, ne harika kadındı, nasıl enerjik, nasıl hayat doluydu. Etrafımızda olan tüm kötülüklere ve kötü insanlara rağmen, umudunu hiçbir zaman kaybetmezdi. Enerjisi bana da bulaşmıştı şimdi. Bugün işe gitmekten vazgeçtim. İşyerini arayıp hasta olduğumu söyledim. Doğruca eve gittim. Resim malzemeleri bulmak için depoya indim. Onlara dokunmayalı o kadar çok zaman olmuştu ki. Hızlıca resim kağıdı ve kalemini bulup çıktım depodan. Benim tüylü arkadaşım neredeydi? Tabii ki ısınmak için sıcak bir yer bulmuştu kendine. Uyuklarken onu çizmeye başladım. Birkaç deneme çiziminden sonra elim eski pratiğine kavuşmaya başlamıştı. Sergi için tuval üzerine renkli bir çalışma yapmaya karar verdim. Tüylü dostumu, en sevimli haliyle çizmeliydim. Louis Wain’in kedisini çiziyordum sanki. Kim kimin hayatını kurtarmıştı acaba? Kim kimin mutluluk kaynağı olmaya başlamıştı?
4.
Resmi vaktinde yetiştirebildim sergiye. Küçücük de olsa katkım olursa nasıl mutlu olacaktım. Sergi herkese açıktı. Çoğunlukla hayvanseverler ziyarete gelmişti. Kalabalığın arasında Oya’yı gördüm. Hararetli bir şekilde serginin amacını anlatıyordu ziyaretçilere. Sergilenen eserlerin fiyatları bağış olunca daha makuldü, üstelik sevgili Belediye Başkanımız da yer konusunda yardımcı olmuştu derneğe.
Kalabalıklar arasında bir anda Akif’i gördüm. Onun ne işi vardı burada? Sokakta hayvan görse tekme atardı zavallıcıklara, üstelik küfrettiği belediye başkanının desteklediği bir sergiydi burası. Karşılaşmamak için sergi salonunun arka tarafına geçtim. Mutlu ve işe yarar hissettiğim bir anda, ne işi vardı Akif’in Allah aşkına! İşyerinde gördüğüm yetmezmiş gibi burada da günümü mahvetmeye başarmıştı.
Sergi alanına geri döndüğümde Oya’yla konuşurken gördüm onu. Ayrılır ayrılmaz da Oya’nın yanında bittim. Ne olduğunu, Oya’ dan ne istediğini hemen öğrenmeliydim. Bir tablo satın aldığını söyledi Akif’in, kedileri çok severmiş, sokak hayvanlarına katkısı olsun istemiş. Şaşkınla “Kimin Akif’in mi?” sözleri döküldü dudaklarımdan. Nasıl olur, onun gibi biri… Akif’ e şaşırıp sergiyi gezerken, kendi tablomun yanına gittiğimde, kenarına iliştirilmiş kırmızı etiketi fark etmem geç olmadı. “SATILDI” yazıyordu kalın puntolarla. Louis Wain’in kedisi satıldı…
Comments